Ağlama Annem! | Dr. Dursun Ali Erdem
Hizmet hareketinin yurt içi ve yurt dışında açtığı okullar, hiç kolay olmamıştır. Her bir ülkenin her bir okulun o kadar çok hikayesi ve serüveni vardır ki, anlatmakla bitmez.
Bu gün bu okullara düşmanlık edenler ve bu düşmanlıklarını en amansız şekilde yürütenlere bir örnek vermek istiyorum. Meselenin bizzat şahidi olarak gözlemleyicisi olarak meseleyi duyduğumda adeta kanım donmuştu. Hani bir atasözü gibi bir şey vardır, derler ki: hazır bulmuşlar, har vurur harman savururlar. Okulların kurulmasında, idareci ve öğretmen gönderilmesinde ne zahmetler ne sıkıntılar çekildiğini bilmeyenler dünyanın bu en kutsal işini yapanlara terörist deme ahmaklığını ve aptallığını çekinmeden gösterebilmiş nasipsiz ve bedbaht insanlardır.
Yurt içinde hizmette olan ve tayini yurt dışına çıkan bir ananın trafik kazasında şehit olan oğlunun ağzıyla yazdığı mükemmel mektubunu siz okuyucularla gecikmeli olarak paylaşmak istiyorum;
Yeryüzüne yayılmış binlerce hizmet gönüllüsü anne, baba ve onların yanında niye gittiklerini bile bilmeyen on binlerce küçük muhacir çocukları var bu nurlu yolda. Bende onlardan biriyim. Ama bu yolculuğu kısa sürmüş olan bir yolcu. Dedemle geçirmiş olduğum talihsiz bir kaza ayırdı sevdiklerimden. On yıllık çok kısa hayatımın altı yılı hüzünlü gurbette geçti. Küçük bir muhacirin yaşadıklarını anlatacağım sizlere. Çocuk gözüyle annem, babam, kardeşlerim ve yaşadıklarım Ani ve hicranlı bir şekilde fani dünyadan ayrılışım. Acı ve tatlı, hatıralar, ayrılıklar, sıkıntılar ve dökülen gözyaşları.
Ocak ayının soğuk bir pazartesi günü dünyaya gelmişim. Doğduğumda hemşireler beni elden ele gezdirmişler. Nedeni ise tam 5 kilo 250 gr ağırlığında bir çocuk olarak dünyaya gelmem olmuş. Ekrem ismi hüzünlü bir gurbette bulunan kutlu bir zat tarafından muştulanmış. İlk bebeklik günlerim babamın işinden dolayı Samsun’da geçmiş. Annem bebeklik dönemlerimde çok yaramaz olduğumu anlatırdı. Hiç sürünmeden yürümeye başlamışım. Apartmanın yanında yapılan inşaaatta çalışan iş makinalarını 8. katta bulunan evimizin kalorifer petekleri üzerinden camlara çıkarak saatlerce seyredermişim. Babama defter aldırarak iş makinaları ve arabaların resimlerini çizme hevesim daha iki yaşındayken o zamanlardan başlamıştı.
Hele bir pazar günü annem ve babam kahvaltı yaparken çaktırmadan çıktığım fırının kapağı ağırlığıma dayanamayınca devrilmiş üzerindeki çaydanlıktan kaynar sular üzerime boşalmış. Verilmiş bir sadakam varmış ki yanmadan atlatmışım bu kazayı. Korkudan dolayı ağlayan annemin halini hayal meyal hatırlıyorum.
Samsundan dört yaşında ayrılıp Ereğli’ye dedemin yanına gelmiştik. Babam ise vatani görevini yapmak üzere askere gitmişti. Altı ay kaldığımız Ereğli’de dedemle istediğim gibi vakit geçirmiçtik. Dedemin ilk erkek torunu olmam benim için en büyük şanstı. İstediğim her şeyi dedemle yapabiliyorduk. Burada kaldığımız zaman dilimi dedemle beni ayrılmaz bir ikili haline getirdi. Babamın askerden gelmesi ile Ereğli’den ayrılarak Trabzon’a taşındık. Babam yeni araba almıştı, hem de en sevdiğim marka olan toyotaydı.
Trabzon günleri annem ve babam için biraz sıkıntılı olmuştu. Yeni bir erkek kardeşim dünyaya gelmişti. Zaten bir ablam ve birde kız kardeşim vardı. Annem üç çocuk yeter diye düşünüyordu. Bunu kabullenmekte biraz zorlandı. Zaman zaman benim ve diğer kardeşlerimin yaramazlıkları ile yeni doğmuş bir bebeğe bakmanın zorluğu karşında sabrı tükenen çaresiz annemin ağlamalarına şahit oluyordum.
Babam askerdeyken şok sevdiği bir abisini kaybetmişti. Bir iş gezisi için Istanbul’da bulunan babam için ikinci bir ayrılık haberi ulaşmıştı. Sivas’ta bulunan Kadir dedemi ebediyete uğurlamıştık. Babam Istanbul’dan cenazeye yetişmek için direk Sivas’a gittiği için biz cenazeye gelememiştik. Annem ise evde yine ağlıyordu. Ölüm neydi sonrasında ne oluyordu bilmiyordum. Bunları öğrenecek ve anlayacak yaşta da değildim daha dört yaşındaydım.
Cenazeden dönen babam çok hüzünlüydü, annemin boynuna sarıldı ve bu defa beraber ağlaştılar. İlk defa babamı ağlarken görüyordum. Bu hüznün daha haftası geçmemişti ki sürpriz bir haber gelmişti babamdan. Sri Lanka diye bir yere gidecekmişiz. Annem duyunca şok olmuştu. Burası neresiydi ve kimler yaşıyordu bilmiyorduk. Hemen bir atlas bulunup haritadaki yerini babam anneme gösterdi.
Annemi aldı bir düşünce. Dört tane küçük çocukla daha yeni alışmaya çalıştığımız buradan yurtdışına nasıl gidebilirdik. Hem de hiç bilmediğimiz, tanımadığımız yerlere. Ailelerimize nasıl anlatırdık bunları. Benim içinse eğlence başlıyor diye düşündüm. Babama oraya otobüsle mi gideceğiz diye sordum. Babam ise oranın çok uzaklarda olduğunu ve ancak uçakla gidilebildiğini söyledi. Dünyalar benim oluştu. İlk defa uçağa binecek ve havaalanı görecektim. Hep merak ediyordum uçağın içini ve nasıl uçabildiğini. Aklıma gelen soruları arkası arkasına sıralıyordum babama… Derken Trabzon’dan ayrıldık. Önce Sivas’a uğrayıp baba annnemle vedalaştık. Annem babaanneme sarıldı beraber ağladılar. Ayrılık neden ağlamaya sebep oluyordu anlamıyordum. Daha küçüktüm galiba bunları
anlamak için, ama annemin ağlamaları karşısında içim burkuluyor ben de hüzünleniyordum. Arabamızın arkasından dökülen bir kova suyla uğurlandık Sivas ellerinden, Ereğli’ye doğru.
Annem ve babam Sri Lanka’ya gideceğimizi Ereğli’de bulunan dedemlere söylememişlerdi. Onları üzmeden nasıl söyleyeceklerdi, yol boyunca konuşup düşündüler. Nihayet yol bitmiş ve Ereğli’ye gelmiştik. Bizi karşılarında gören dedem ani sürprizimiz karşısında çok şaşırdı, bir anlam veremedi. Sabah olunca babam meseleyi açtı. Sri Lanka ya gideceğimizi söyledi. Bunu duyan dedem ve anneannem büyük bir şok geçirdiler. Bizi bırakıp dört tane küçücük çocukla nereye gidiyorsunuz? Dilini bile bilmediğiniz oralarda ne yapacaksınız? Gidecek başka kimse kalmadı mı? Söyleseniz de başkalarını gönderseler diye ardı arkası kesilmeyen sorular sorular….Babam susuyordu dedemin kalbini kırmamak için. Sadece biletini aldığını ve üç gün sonra yola çıkacağını söyledi. İlk gidişinde yalnız gidecekti. Biz ise 3-4 ay dedemlerde kalacaktık. Babam günü geldiğinde sessizce vedalaşıp Sri Lanka yoluna koyuldu. Babamın gidişiyle dedemle yine baş başa kalmıştık. İki eski dost dolu dolu üç ay geçirdik. Dedemle camiye, pazara veya pikniğe hep beraber gidiyorduk. Zaman zaman anneannemle beraber annemi ağlarken görüyordum. Derken babam bizi almaya gelmişti. Benim için büyük ve heyecanlı an gelmiş ve macera başlıyordu. Sabahın erken bir saatinde vedalaşarak ayrıldık. Otobüse bindiğimizde geride gözü yaşlı iki ihtiyar insan bırakmıştık. İstanbul havaalanına geldiğimizde bir sürü uçak görünce çok heyecanlandım. Yük getirip götüren o kadar çok değişik araçlar vardı ki seyretmeye doyum olmuyordu. Uçağa binme vaktimiz geldiğinde, heyecanım zirveye çıkmıştı. Artık uçağın içindeydim, her yerini inceliyor resimlerdekine benzeyip benzemediğine kontrol ediyordum. Uçak havalandı ve uzun bir uçuştan sonra Sri Lanka’ya geldik.
Böylece başladı Sri Lanka günlerimiz. Türkiye’ye hiç benzemiyordu, yollar çok dar arabalar çok eskiydi. 40-50 yıl eskilerin hayatı vardı sanki. Büyük tırlar yoktu, otobüsler ise tarihi eser gibiydi. Havası çok sıcaktı ve çabuk terletiyordu. Anlamadığım başka bir dil konuşuyorlardı. Renkleri de farklıydı bizden. Hele bir gün babama ben de onlarla arkadaş olur ve onların terliklerini giyersem rengim onlar gibi siyah olur mu diye sormuştum da babam çok gülmüştü.
Babam kendi okulumuz olmadığı için bizim gidebileceğimiz okul arıyordu. İngilizce bilmediğimiz için okullar bizi kabul etmiyorlardı. Bundan dolayı annem ve babam çok sıkıntı çekiyorlardı. Onlar da İngilizce bilmiyordu, biz de. Bir yerlere gittiğimizde anlaşmak halimizi anlatmak çok zor oluyordu. Yaklaşık 3,5 ay evde hapis kalmıştık. Sıkıntıdan ve stresten kardeşlerimle birbirimizi yiyorduk. En büyük eğlencemiz ise Türkiye’den gelirken getirmiş olduğumuz CD’lerden çizgi film seyretmek oluyordu. Burada Türk TV kanalları çalışmıyordu. Artık seyredecek film de kalmamıştı. Yine en büyük sıkıntıyı annem çekiyordu bizlerle. Babamın bir arkadaşı vesilesiyle kaydolabileceğimiz bir müslüman okulu bulunmuştu. Kaydımız hemen yapılıp, kıyafet ve kitaplarımız alındı. Servis içinde bir tane treeweel(üç tekerlekli motosiklet) ayarlandı. Okula başlamıştık ablamla beraber. Okulda kimsenin konuşmasını anlamıyorduk. Verilen ödevleri yapamıyor kitapları anlamıyorduk. Annem ve babam da yardımcı olamıyorlardı İngilizce bilmedikleri için. Bir ay geçmemişti ablamla beraber isyan ettik. Babamdan bizi Türkçe konuşulan bir okula göndermesini, Türkçe konuşan arkadaşlar bulmasını istiyorduk, Sri Lanka’da. Çaresiz kalan anne ve babam bizi ikna etmeye çalışıyor yakında kendi okulumuzun açılacağını sıkıntılarımızın biteceğini söylüyorlardı.
Bir yıl geçmişti, Hizmetin yeni bir okulu Sri Lanka’da da açılmıştı. Açılış töreninde belki de en heyecanlı ve sevinçli olan bizlerdik. Artık bizimle Türkçe konuşacak öğretmenlerimiz olacaktı. Zaman su gibi akıyordu, biz buraya geleli altı yıl olmuştu. Kardeşlerim de büyümüşlerdi. Beşinci kardeşim burada doğmuş bende on yaşında bir abi olmuştum. Sinem adını verdiğimiz en küçük kardeşimin pasaportu olmadığı için bu yıl yaz tatiline Türkiye’ye gidememiştik. Elçiliğimiz olmadığı için pasaport çıkarma işlemleri uzun sürmüş tatil dönemine yetişmemişti. Bunun için kardeşlerimle 2011 yılı temmuz ayını sabırsızlıkla beklemiştik. Tatil için Türkiye’ye gidince yapacağımız işlerin listesini şimdiden yapmaya başlamıştık, döner yiyerek başlayacaktık Türkiye gezimize.
Uçağımız İstanbul’a geldiğinde, ta Ereğli’den havaalanına bizi ilk defa karşılamaya iki yıl görmediğim anneannem ve dedem gelmişti. Onları görünce çok sevinmiştim. Babamın kiraladığı araçla yola koyulduk. Yol boyunca döner yiyebileceğimiz bir yer bulamadan Ereğli’ye gece vakti geldik. Dedemle
yol boyunca hasret giderdik, tatil programı yapmaya başladık. Ama yalnız değildik. Artık programlarımızda diğer erkek kardeşim Hasan da vardı.
Yakında teyzemin düğünü vardı. Kına gecesi yapılmış düğün günü gelmişti. Teyzem için dedemlerden ayrılık vakti gelmişti. Beyaz gelinlik içinde evden çıkan teyzem hem ağlıyor hem gidiyordu. İnsan kendi düğününde neden ağlardı bilmem ki. Annem ve anneannemde ona eşlik ediyordu. Dedem ise ağlamalarını çaktırmamaya çalışırken gözyaşları onu ele veriyordu. Ben ise bu hüzünlü vedaları artık yavaş yavaş anlamaya başlamıştım. İçimden onları teselli edip ‘ağlamayın silin gözyaşlarınızı artık‘ demek geliyordu.
Sanki hayatta bir acelem varmış gibi geliyordu bana. Her şeyi birden öğrenmek istiyor, bütün yemeklerin lezzetinden hemen tatmak istiyordum. Yemek yemekten büyük lezzet alıyordum. Bunun şahidi de almış olduğum kilolarım. On yaşında olmama rağmen tam 49 kiloya ulaşmıştım. Babam benim için çocuk reyonlarında giyecek bulamıyor yetişkin bölümünden alıyordu. Sanki bu yaz tatili benim için son yaz tatiliydi, içimde kıpırdayan bu sese bir anlam veremiyor, zaman zaman mahzunlaşıyordum.
Bu yaz ilk defa dedemleri de alarak Bursa’daki amcamları ziyarete gittik. Çok güzel bir şehir olan Yeşil Bursa’yı çok sevdik. Kardeşlerim ve akrabamız olan akranlarımızla doya doya eğlendik. Yıldırım ilçesindeki çocuk parkındaki su fıskiyesi altında çocukluğumuzun tadını çıkardık doyasıya. Burada bulunan mübarek zatların türbelerini ziyaret ettik. İlk defa böyle türbeler görüyordum, insanlar akın akın gelip ziyarete geliyor, namaz kılıyor, dualar ediyorlardı. Emir Sultan türbesinin çok farklı bir atmosferi vardı. Biz de ziyarette bulunup dua ederek ayrıldık oradan. Hele Bursa Ulucami çok güzeldi. Dedem bana camiyi gezdiriyor ve hatıra fotoğrafları çektiriyorduk. Kaç gündür yiyemediğimiz Türk dönerini ise nihayet şehzadeler şehri Bursa’da yiyebilmiştik.
Bursa’dan da ayrılık vakti gelmişti. Dedemleri otobüsle Ereğli’ye yolcu ettikten sonra biz de Sivas’a doğru yola çıktık. Benim için Sivas’ın ayrı bir yeri vardı. Çünkü Halil amcam ve köy hayatı oradaydı. Traktörü ile akşama kadar tarlalarda iş yapıyor çok yoruluyordum. Buna rağmen köy hayatını çok seviyordum. Bir kaç defa bana tarlada traktörünü sürdürmüştü. Halil amcamla bu köy hayatımıza kardeşim Hasan’da katılmıştı. Köyde iki hafta kaldıktan sonra ayrılacaktık. Ben hiç ayrılmak istemiyordum. Babamla konuşup burada kalmak için izin istedim. Babam bu sene olamayacağını ama seneye tatilimin tamamını burada geçirebileceğimi söyledi. İçimden belki bir daha gelemeyeceğim düşüncesi hasıl oldu. Ayrılırken bu sefer ben de ağlıyordum arabanın arka koltuğunda annemle beraber. Tatilimizin kalan kısmını geçirmek üzere tekrar Ereğli’ye döndük, buradan da Sri Lanka ya dönecektik.
Mektubun devamını da önümüzdeki yazımızda siz değerli okuyucularımız ile paylaşmak ümidiyle…
------------------------------------------------------------------
Bu Yayına Yorum Yapın