Olmakla ölmek arasında | 04.08.2008 | Ali Ünal
Zahiren ister musibet gibi isterse rahmet gibi görünsün, yaşadığımız hadiselerin hakkımızda hayır mı şer mi olduğunu bilmek, dünü, bugünü ve yarını, ayrıca niyetleri, planları ve düşünceleriyle hadiselerin öznelerini ve nesnelerini kapsayan küllî bir ilim gerektirir.
Hiçbir insan böyle bir ilme sahip olmadığı içindir ki Kur'an-ı Kerim, 'Olur ki, bir şeyden hoşlanmazsınız ama o sizin için hayırdır; bir şeyden hoşlanırsınız ama o sizin için şerdir. Allah bilir, siz bilmezsiniz.' buyurur. Şu kadar ki, hakkımızda hayır ve şer takdiri bir açıdan irademize ve dolayısıyla iradî davranışlarımıza bağlı olduğundan, bize düşen, irademizin hakkını vererek hayır adına Cenab-ı Allah'a dilekçe uzatmaktır.
AK Parti hakkında açılan kapatma davasının reddinin ülkemiz için inşallah hayırlı olduğunu ümit etsek de, hayır adına irademize terettüp eden vazife noktasında şu husus hayatî önemi haizdir.
İnsan olarak sürekli günaha maruz kalmamızın yanı sıra, bize bahşedilen nimetlerin şükrünü yerine getirmekten âciz bulunduğumuz için de her zaman istiğfara muhtacız. Peygamber Efendimiz (s.a.s.), masumiyetine rağmen, 'Zaman zaman kalbimin bulutlandığını hissederim de, günde yüz defa istiğfarda bulunurum.' buyurur. Yani O Zat (s.a.s.), Allah ile münasebeti noktasında koruması gereken seviyeyi her zaman koruyamadığı endişesi ile günde ortalama yüz defa istiğfarda bulunurdu. Ayağına diken batmaya, yorgunluk hissetmeye, bir anlık üzüntü duymaya varıncaya kadar maruz kaldığı her menfî hadise, mü'min için günahına kefarettir. Bunun gibi, sekerat acıları, kabir azabı, Mahşer, Terazi, defterlerin verilmesi ve Sırat gibi âlemlerde maruz kalınacak her türlü sıkıntı da günahlara kefaret olacaktır. Ama Kur'an-ı Kerim, Cennet'e girmeden önce mutlaka yine mağfiretten ve Cennet yolunda mü'minlerin istiğfarda bulunmasından söz eder. Bütün bunlar istiğfarın ne derece önemli olduğunu gösterdiği gibi, belki bunlardan daha önemli olarak, Allah yolunda İslâm adına yapılan her bir hizmet ve bahşedilen muvaffakiyetler de esasen birer mağfiret sebebidir. Kur'an-ı Kerim, Fetih Sûresi'nin hemen başında, Hudeybiye Sulhü'yle İslâm'ın yayılmasına ve nihaî zaferine kapıların ardına kadar açılmasını, yani Feth-i Mübin'i esasen masum bulunan Peygamber Efendimiz (s.a.s.) ve mü'minler için bir mağfiret sebebi olarak zikrettiği gibi, Nasr Sûresi'nde de, nihaî zafer geldiği ve insanlar gruplar halinde İslâm'a girmeye başladığı zaman da tesbih, hamd ve istiğfarı emretmektedir. Şu halde, bilhassa her muvaffakiyet, her nimet, büyüklüğü nisbetinde tesbih, hamd ve mutlaka istiğfar gerektirir.
Evet, özellikle âdeta beklenmeden ve sadece bir lütuf olarak gelen başarılar ise istiğfarın yanı sıra, her zaman istidrac, yani merhale merhale helâk sebebi olma ihtimali de taşır. AK Parti'nin gerek 3 Kasım 2002, gerekse ve özellikle 22 Temmuz 2007 seçimlerinden sonraki başarısı, çok ciddî bir muhasebe ve istiğfarı gerektiriyordu. Şu anda, hakkında açılan kapatma davasının reddiyle Cenab-ı Allah (c.c.), kendilerine en az üçüncü defa hayat bahşetti. Bunun yanı sıra, bu sütunda daha önce de dikkat çektiğimiz gibi, AK Parti'nin Türkiye'nin bugünü ve yarını adına kısa, orta ve uzun vadeli, alternatifli, kapsamlı ve üzerinde ciddî çalışılmış bir programının olmadığı bilhassa 22 Temmuz seçimlerinden sonra ortaya çıktı. Şimdi bir yandan AK Parti artık hadiselerin gerçek mekanizmasını, onlar hakkında asıl karar kaynak ve merciini kavrayarak istiğfarla yeni bir başlangıç yapar ümidi taşırken, diğer yandan, kapatma davasının 'ihtar'ıyla ve dava sürecinde gördüğü desteklerin tesiri altında demokratik açılım ve liberalleşme adına İslâmî hassasiyetlerin tabanda, toplumumuzda daha da törpülenmesine sebep olacak uygulamalarda bulunabilir endişesini de duymadan edemiyoruz.
AK Parti ve AK Parti'yle birlikte Türkiye, kapatma davası sürecindekinden çok daha hassas bir noktada bulunuyor. Ümit ediyoruz, girdiğimiz yeni süreç bilhassa AK Parti ve Türkiye'nin kaderini ve yüksek ideallerini ona bağlayanlar tarafından iyi değerlendirilir.
Zaman
Bu Yayına Yorum Yapın