Türkiye’de akademisyen olmak ya da ölümü, zindanı, sürgünü göze almak (1) - Ramazan Faruk Güzel
Eskiden beri söylenir, “Ülkede beyin göçü oluyor” diye… Şimdilerde ise beynin yanında, kalp, ruh, can, sermaye, emek.. her türlü göç yaşanıyor ülkede.
Türkiye’de şu an bütün erklerin başı olan Erdoğan geçenlerde, “O kadar iyi durumdayız ki artık yurtdışına akademisyen gönderecek durumdayız” demişti. Bir bakıma öyle, ama bir farkla; şu an ülkede okuyan, yazan, araştıran kimseler için, akademisyenler için ülke o kadar dayanılmaz durumda ki, insanlar ilk fırsatta ülkeden çıkmaya çalışıyor, herhangi bir başka ülkede sil baştan/ sıfırdan hayat kurma arayışına giriyor.
Türkiye’de akademisyen olmak nasıl bir şey, bu yazıda kısa bir göz atalım derim.
YAŞAMA HAKKINA BARİ MÜSAADE EDİLSE!..
Çıkarılan KHK’larla binlerce eğitim kurumu kapatıldı, binlerce akademisyen işinden oldu.
Onlardan birisi de Prof. Dr. Haluk Savaş.
KHK ile kamudaki görevinden ihraç edilen Psikiyatri Uzmanı Prof. Dr. Haluk Savaş’ın kanser tedavisi için yurt dışına gitme talebi pasaportunun iptal edilmesi gerekçesiyle reddedildi. Savaş’ın Twitter hesabında yaptığı paylaşıma kısa süre içinde çok sayıda destek mesaj geldi ve #HalukSavaşaPasaport etiketi Trend Topic (tt) listesine girdi. Savaş: “Sağ kalırsam önce CİMER’e, başarılı olamazsam AİHM’e başvuracağım… Benim ortalama beklenen ömrüm 39 ay, bunun 30 ayı geçti ‘geri kalan’ 9 ayı devletin çeşitli birimleri ile ‘yazışarak’ geçireceğiz anlaşılan. TR’de ceberut devletle uğraşmak mı daha zor yoksa Azrail ile mi bilemedim?” diyordu…
Kendisi de aynı ceberut idarenin mağdurlarından Veli Saçılık, “Haluk Hocanın başına gelen kötülük AKP-AB-AİHM ortak yapımıdır.” diyordu. Biz buna bir de iç yargıyı temsilen AYM’yi ekleyelim, tam olsun!
İHD Merkezi Hapishaneler Komisyonu geçenlerde, cezaevlerinde 457’si ağır bin 333 hasta tutuklu bulunduğunu açıklamıştı. Beraat etmiş bir profesöre bile hayat hakkını tanımayan bu rejim, içeridekilere karşı çok daha acımasız… Amerika; Nazi Almanya’sını işgâl ettikten sonra; yaralı ve ağır hasta olan Alman sayısının fazlalığını görünce, Amerika’dan 300 doktoru Almanya’ya getirmiş ve mahkumları dâhi tedavi ettirmişti!.. Şu an Türkiye’de yaşananlar, işgalden çok öte bir barbarlık!
Siyasal İslamcılar ile Avrasyacı yapılanmanın ortaklığının/ karışımının insanlık için ne kadar tehlikeli bir durum arz ettiğinin göstergesi.
OLAĞAN ŞÜPHELİ MUAMELİSİ GÖRÜLÜYOR!
Geçenlerde ODTÜ’de Onur Yürüyüşü gerçekleştirilmiş, Polis protestoculara adeta hunharca saldırmıştı. Bu hınçtan nasibini alanlardan birisi de Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Araştırma Görevlisi Mehmet Mutlu idi. Akademisyen Mutlu’nun ensesine bastırılarak, aşağılanarak gözaltına alınışı, gören herkesin vicdanını yaralamıştı. Bu aynı zamanda ülkede akademisyene yaklaşımı göstermesi açısından da ibretlikti.
Fikir veya tepki ortaya koyan bütün akademisyenler hedefte… Türk Silahlı Kuvvetleri’nin Güneydoğu’da terör operasyonlarına tepki olarak 2016’da “Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı bildiriyi yayınlayan “Barış Akademisyenleri” de en başta!
Barış Akademisyenlerinden Tuna Altınel’in Fransa’daki bir konferans gerekçe gösterilerek Balıkesir’de tutuklanması da süreci çok hazin özetliyor. Fransa’da Lyon Üniversitesi Matematik Bölümü öğretim görevlisi Doç. Dr. Altınel, pasaportu üzerindeki tahdite dair bilgi almak için gittiği Balıkesir’de (TMK 7/2 gereği) gözaltına alınarak cezaevine gönderilmişti.
Altınel savunmasında, “Ben Barış Bildirisi’ni yalnızca imzalamadım. Onu düşündüm, hissettim, yaşadım. Her cümlesinin arkasındayım” diyerek, onurlu bir fikir adamı olarak fikir ve eylemlerinin arkasında sonuna kadar durmuştu.
Aynı bildiriye imza atan Galatasaray Üniversitesinde akademisyen olan Prof. Dr. Füsun Üstel de 8 Mayıs’ta Eskişehir’de Kadın Kapalı Cezaevi’ne gönderilmişti. Geçtiğimiz şubat ayında görülen davada 27 akademisyenden 13’ü 22 ay 15 gün, 14 akademisyen ise 27 ay hapis cezasına çarptırılmış, Birleşmiş Milletler (BM) özel raportörleri de bu cezalardan duyduğu kaygılarını Ankara’ya bir mektupla iletmişti.
Türkiye’de barış isteyen bir akademisyenin (Prof. Dr. Füsun Üstel)’in biyografisi şöyle:
– Orta Öğrenimi: Notre Dome de Sion
– Yüksek öğrenimi: Ank.Üni.Siyasal Bilgiler Fakültesi
– Yüksek lisans: Johns Hopkins University
– 1982, İst.Üniv. Araşt. Gör
– 1987, Ank.Üniv. SBF, Doktora
-1990, M.Ü ve HS Üniv.Öğ.Gör
– 1993, Doçent
– 2019, Cezaevi.
Öte yandan, aynanın adeta sırlı tarafında ise akademisyen olarak bir Burhan Kuzu örneği var.
AYM, kedi olalı bir fare yakalamış ve Ayşe öğretmenin, ‘çocuklar ölmesin’ ifadesinin kamu yararı için söylenen söz olduğuna hükmetmişti. “Bir anayasa hukukçusu olarak, Anayasa Mahkemesinin Ayşe Çelik hakkında verdiği kararı doğru bulmuyorum” diyen Kuzu, “Burada doğmamış çocuklar, insanlar,anneler öldürülüyor” diyerek terör örgütünün açık propagandasını yapan bir kişinin bu sözleri ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilemez.” İfadelerini kullanmıştı.
Evet, “Barış İsteyen Akademisyenler”in tam kaşısında bir de Burhan Kuzu tipolojisi var. İşte yeni Türkiye manzarası. Tek marifeti, mevcut iktidara yaranmak olan sözde bazı akademisyenlerin skandal ifadelerle gündeme gelmeleri, sapkın ifadeleri, fetvaları, intihal, hırsızlık, adam kayırma vb örnekleri sıralayarak hayır mübarek Ramazan’da zihinlerinizi bulandırmak istemiyorum. Ama meram anlaşılmıştır sanırım.
Onurlu bir duruş sergilemek, akademisyen olarak vazifesinin hakkını vermek isteyenlerin başına gelenler ortada. İhraç, hapis ya da ülkeyi terk etmek zorunda kalmak… ateşten gömlek giymek demek yani.
Vazifesini hakkıyla yapmak isteyen başka insanların başına gelenler gibi yani; polislerin, askerlerin, öğretmenlerin… Hele yargı mensuplarının!
Yargı, önce kendi meslektaşlarının başına gelenlere sessiz kalmasaydı, yaşanan bu zulümlere ortak olmasaydı, her meslekten insanın başına bunca belalar gelmezdi. Dolayısıyla da şu an yaşanmakta olan her haksızlığın, zulmün vebali yargının günah defterine yazılmakta. Gelinen noktada ise Haluk Savaş hocanın başına gelenlerde olduğu gibi, zulüm öyle pervasız hale geldi ki, mahkeme kararına bile gerek görmüyor. Kaldı ki Yüksek yargı AYM’nin kararları bile tanınmıyor bu düzende…
Mahkemeler de artık adalet anlayışından geçmiş durumda…
“Bu suça ortak olmayacağız” başlıklı barış bildirisini imzaladıkları için “terör örgütü propagandası yapmak” suçlamasıyla haklarında dava açılan 1128 akademisyenden biri olan Yıldız Teknik Üniversitesi’nden emekli Prof. Dr. Haldun Gülalp, İstanbul 37. Ağır Ceza Mahkemesi’nde hâkim karşısına çıktığında son sözü sorulunca “Beraatimi istiyorum. ‘Yaşasın adalet!’ diyorum” demişti.
Mahkeme Başkanı, Gülalp’e “Çok iddialı şeyler söylemeyin” demiş ve ardından kendisine 1 yıl 3 ay hapis cezası vermişti.
Evet, böyle bir düzende adalet beklemeyiniz, yargı bile kendisinden bunu beklemiyor.
“Adaletin olmadığı yerde ahlaktan bahsedilemez.” (MONTAIGNE) Böyle ahlak ve etik tanımayan düzende de ne akademik çalışma olur, ne fikir üretilebilir. Adaletin olmadığı yerde yakın zamanda (mülk) devlet de olmaz, ona göre tedbirimizi alalım derim. Bilginize.
http://www.tr724.com/turkiyede-akademisyen-olmak-ya-da-olumu-zindani-surgunu-goze-almak-1/
Bu Yayına Yorum Yapın