Gazeteciler neden hedef olur? (2) - Yüksel Nizamoğlu
Silahçı Tahsin’den Ali Kemal’e…
İttihatçılar sonraki yıllarda da gazetecilere dönük susturma politikalarına devam ettiler. Önce Silahçı Tahsin daha sonra da Ermeni iki gazeteci fedailer tarafından ortadan kaldırıldı.
Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması sonrasında da yeni dönem yine bir gazeteci cinayetiyle başladı. Ankara hükümetine muhalif olan Ali Kemal, İstanbul’da yakalandıktan sonra İzmit’te 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa’nın bir tertibiyle linç edildi.
Muhalif Olamazsın
İttihatçıların menfaatleri tehlikeye düştüğünde kendi adamlarını bile öldürtmekten çekinmeyeceklerini gösteren olaylardan birisi de “İttihatçı gazeteci” Silahçı Tahsin cinayeti oldu.
Asıl adı Hasan Tahsin olan “Silahçı Tahsin”, İttihatçıların Makedonya günlerinde “fedai”kadrosunda yer almış, gözü pek bir kişiydi. Selanik’te “Silah” gazetesini yayınladığından dolayı da “Silahçı Tahsin” olarak tanınmaktaydı.
Gazete, “mesleği ittihad, hedefi terakkidir” sloganını kullanıyor ve adının etrafında “hazır ol cenge eğer ister isen sulh-ı salah” yazıyordu.
Hasan Tahsin, Balkan Harbi’nde Selanik’in kaybına kadar bu gazeteyi çıkardı. Ancak yazılarında çok sert bir üslup benimsemişti.
İstanbul’a geldikten sonra İttihat ve Terakki içinde kendine yer bulamadı. Gazetesini çıkarmasına da müsaade edilmeyerek buna karşılık İttihat ve Terakki’den kendisine aylık bir miktar para verildi. Bu süreç Tahsin’in muhalif bir hizbe dâhil olmasına yol açtı.
İttihatçılar kontrol edemedikleri eski dostları Tahsin’i öldürmeye karar verdiler. Tahsin iddiaya göre bir toplantıya davet edilerek içinde uyuşturucu bulunan bir kahve ikram edildikten sonra “Çerkez Eşref” tarafından boğuldu ve cesedi bir çuvala konarak Edirnekapı’da bir mezarlığa bırakıldı.
Bu hadise de tarihimize faili meçhul olarak geçti. Silahçı Tahsin’in sırlarını açığa vurmasından korkan İttihatçılar, kalemini kırmışlar ve tetikçileri vasıtasıyla boğdurmuşlardı.
Bir başka iddiaya göre Tahsin, Teşkilat-ı Mahsusa üyesiydi ve İttihat ve Terakki’nin verdiği görevi yerine getirmediği için katledilmişti.
İki Ermeni Gazetecinin Katli
Tehcir Kanunu 27 Mayıs 1915’de çıkarılsa da bundan bir ay önce Ermeni yazar ve gazeteciler sürgüne gönderilmişlerdi. Bunlar içinde yer alan Ermeni gazeteci Krikor Zohrab 24 Nisan 1915’de Diyarbakır’a gitmek üzere yola çıkarıldı ve Urfa yakınlarında İttihatçıların tetikçilerinden Çerkez Ahmet tarafından öldürüldü.
Yine Ermeni gazetecilerden Sabah gazetesi başyazarı Diran Kelegyan da 13 Ağustos 1915’de Çorum’da öldürüldü.
Dönemin önemli tarihçisi Ahmet Refik (Altınay) “fedai-katil” Çerkez Ahmet’le konuşmuş ve Zohrab’ın öldürülmesini bizzat failden dinleyerek “İki Komite İki Kıtal” adlı eserinde anlatmıştır. Buna göre Çerkez Ahmet Zohrab’ı kafasını taşla ezerek öldürdüğünü itiraf etmiştir.
Osman Nevres (Hasan Tahsin)
Türkiye’de gazetecilerin öldürülmesi olaylarına farklı bir örnek de Hasan Tahsin’in İzmir’in işgali sırasında Yunanlılar tarafından katledilmesidir.
Asıl adı “Osman Nevres” olan Hasan Tahsin de Teşkilat-ı Mahsusa’nın adamıydı. Kendisine Osmanlı karşıtı milliyetçiliği körükleyen iki İngiliz kardeşi öldürme görevi verildiğinde gazeteci pasaportuna ihtiyaç olduğundan “Silahçı” Hasan Tahsin adına düzenlenmiş bir pasaport verildi. Osman Nevres bundan sonra Hasan Tahsin’in adını kullandı.
Romanya’da iki İngiliz gazeteciye suikast düzenleyen Hasan Tahsin, bir süre hapiste kaldıktan sonra İstanbul’a döndü. Ancak Hasan Tahsin’in bu dönemde “İttihatçı karşıtı” fikirleri benimsediği görülmektedir.
Bunun İttihat ve Terakki’nin bilinçli bir tercihi olduğu da düşünülebilir. Hasan Tahsin’i İzmir’e Talat Paşa’nın göndermiş olması da bu ihtimali güçlendirmektedir.
Hasan Tahsin İzmir’in işgaline karşı organize bir tepki gelmeyeceğini anlayınca 15 Mayıs 1919’da İzmir’de ilk kurşunu atan kişi oldu ve Yunanlılar tarafından kurşun yağmuruna tutularak şehit edildi. Ancak ölümü, milli hisleri galeyana getiren önemli bir hadise olarak tarihe geçti.
Ali Kemal: İttihatçılıktan Muhalifliğe
Meşrutiyet döneminde bunlar yaşanırken Cumhuriyete giden sürecin başında da gazeteci Ali Kemal, İzmit’te linç edildi.
Asıl adı Ali Rıza olan Ali Kemal’in bu adı Namık Kemal’den esinlenerek aldığı tahmin edilmektedir. Ali Kemal Avrupa’da bulunduğu dönemde Jön Türklere katılmıştı.
1908’de Meşrutiyetin ilanıyla İstanbul’a döndüğünde Abdülhamit’le görüşmüş ve Padişah tarafından kendisine bir miktar para verilmişti. Bu durum İttihatçıların tepkisine neden olunca Ali Kemal’in ölümüne kadar sürecek İttihat ve Terakki düşmanlığı başlamıştı.
Bu dönemde İkdam’ın başyazarlığını üstlenen Ali Kemal, Mekteb-i Mülkiye’de “Siyasi Tarih”, Darülfünun’da da “Osmanlı Tarihi” dersleri okuttu.
Ahrar Fırkası üyesi olarak İkdam’da İttihatçıların yanlışlarını cesaretle ortaya koyan yazılar yazdı. Bu durum İttihatçıların yayın organları olan Tanin ve Şura-yı Ümmet gazeteleriyle uzun süreli polemiklere girmesine yol açtı.
31 Mart Olayında Avrupa’ya kaçmak zorunda kaldı. Ahmet Muhtar Paşa hükümetinin kurulmasıyla İstanbul’a dönse de İttihatçıların Babıali Baskınıyla yönetimi ele geçirmeleri üzerine bu sefer de Viyana’ya sürüldü.
Mütareke döneminde yeniden yazı hayatına başlayan Ali Kemal, Hürriyet ve İtilaf Fırkası genel sekreteri olarak doğrudan siyasete girdi, Damat Ferit Paşa hükümetlerinde Maarif ve Dâhiliye Nazırlıkları yaptı. Bakanlığı sırasında Kuva-yı Milliye aleyhine ve M. Kemal Paşa’nın azli için genelgeler gönderdi.
Bu dönemde önce Peyam’ı çıkardı, daha sonra da gazetesini Mihran Efendi’nin Sabah gazetesi ile birleştirerek Peyam-ı Sabah’ı yayınladı. Ali Kemal’in yazılarında Padişaha bağlılık öne çıkıyor, İttihatçılara olan düşmanlığının etkisiyle Kuva-yı Milliye ve Milli Mücadele aleyhinde çok sert yazılar yazıyordu.
Ona göre ülkenin kurtuluşunun silahlı mücadeleyle gerçekleşmesi mümkün değildi. Kurtuluş ancak siyasetle ve büyük devletlerin desteğini alarak gerçekleşebilirdi.
İngiliz mandasını savunan İngiliz Muhipler Cemiyeti üyeleri arasında da yer alan Ali Kemal Milli Mücadele’yi macera olarak görüyor ve Birinci Dünya Savaşı felaketini hazırlayan İttihatçıların aynı faciayı Anadolu hareketi ile tekrarlayacaklarını savunuyordu. Prof. Dr. Osman Özsoy, Ali Kemal hakkındaki doktora tezinde Ali Kemal’in bu yaklaşımının nedenlerini ayrıntılı bir şekilde açıklamaktadır.
Ali Kemal Milli Mücadele’ye karşı tavrını “İdam… İdam… İdam… Mustafa Kemal cezasını bulacak.”, “Mustafa Kemal’in maskaralıkları”, “Büyük Millet Meclisi küçük heriflerin eseridir” gibi yazılarında açıkça ifade etti.
Ali Kemal kendisinin “özbeöz Türk” olduğunu vurguluyor, İttihatçı liderlerinse Türk kökenli olmadıklarını iddia ediyordu. Ona göre M. Kemal, Talat Paşa’nın adamıydı ve liderliği de daha sonra İttihatçı liderlere bırakacaktı.
Başta M. Kemal olmak üzere Milli Mücadele liderleri Ali Kemal’e çok büyük tepki gösterdiler ve ona “Artin Kemal” dediler. Darülfünun öğrencileri de Ali Kemal’in üniversiteden istifasını istediler ve üniversite senatosunun kararıyla Ali Kemal üniversiteden uzaklaştırıldı.
Ali Kemal’in Linç Edilmesi
Milli Mücadele’nin başarıya ulaşması üzerine Ali Kemal 9 Eylül 1922’de “Türkün zaferi”başlıklı bir yazı kaleme aldı. Ertesi gün yazdığı yazıda da mahcup tavırla “Gayeler bir idi ve birdir” cümlesi vardı.
Ali Kemal’in Milli Mücadele’ye dair tezleri doğru çıkmamıştı. O ise “içtihat ettiğini” ve yanıldığını ifade ediyordu.
Bu sırada Ankara’dan verilen ve hala kimin verdiği tartışılan bir emir üzerine İstanbul Emniyeti, Ali Kemal’i yakalayıp Ankara’ya getirmek için harekete geçti.
Ali Kemal bir berber koltuğunda yakalanarak İzmit’e gönderildi. Burada 6 Kasım 1922’de feci bir şekilde linç edildi.
Bazı kaynaklarda Ali Kemal’in halk tarafından linç edildiği belirtilse de olayın bizzat şahidi olan Rahmi Apak’ın 1988’de yayınlanan anıları linç hadisesinin bizzat 1. Ordu Komutanı Nurettin Paşa’nın tertibiyle gerçekleştiğini göstermektedir.
Şahitlere göre Ali Kemal’i linç edenler parmağındaki yüzüğü, altın saati ve ceplerinde ne varsa hepsini de aldıktan sonra can çekişirken ayaklarına ip bağlayarak onu yokuş aşağı çekerek öldürmüşlerdi.
Günah Keçisi
Gazeteci cinayetlerinin çoğunun failinin tartışmalı olması bir yana fail olarak ismi geçenlerin de “tetikçi” olmaları düşündürücüdür. Bunlardan Çerkez Ahmet, İttihat ve Terakki’nin sırlarını açığa vuracağı endişesiyle ama Ermeni gazetecileri öldürdüğü öne çıkarılarak 4. Ordu kumandanı Cemal Paşa tarafından idam edilmiştir.
Milli Mücadele’ye muhalif olan başta Rıza Tevfik, Refik Halit, Refi’ Cevat gibi kişilere bir şey olmazken Ali Kemal’in hiç yargılanmadan İzmit’te linç ettirilmesi, onun “günah keçisi” olarak seçildiğinin kanıtı gibidir.
Adı geçen isimler Yüzelliliklere dâhil edilip yurt dışına sürgüne gönderilmişler, Ali Kemal’in ortaklık yaptığı Sabah gazetesi sahibi Mihran Efendi de her şeyini satarak yurt dışına çıkabilmiştir. Ali Kemal’se linç edilmiş ve böylece muhalif gazetecilerin başlarına neler gelebileceği bu şekilde gösterilmiştir.
1923’den günümüze kadar Türkiye Gazeteciler Cemiyeti’nin tespitlerine göre elli altı gazetecinin öldürülmüş olması, gazetecilerin hala “kurşunla susturma” siyasetinin hedefi olmaya devam ettiklerini göstermektedir.
Kaynaklar: M. Baydar, “Öldürülen Gazeteciler”, Cumhuriyet, 27 Temmuz 1967; A. Kabacalı, Türkiye’de Siyasal Cinayetler, İstanbul, 1993; “Politika 11 Gazetecinin Ölümüne Neden Oldu”, Milliyet Yakın Tarihimiz, S. 3, 1982; A. Hür, “Bir Örgüt: İTC… Bir Gazeteci: Ahmet Samim… Bir Tetikçi: Çerkez Ahmet…”, Radikal, 4. 10. 2015; G. Güneş, “İlk Kurşun ve Hasan Tahsin”, İzmir Kent Ansiklopedisi, İzmir, 2013, C.1; M. Uzun, “Ali Kemal”, TDV İA, C. 20; F. Çakmak, “Kuva-yi Milliye Hareketine Farklı Bir Bakış: Ali Kemal”, “İzmir ve Batı Anadolu Sempozyumu, İzmir, 2009; O. Özsoy, “Ali Kemal”, İstanbul, 2009.
http://www.tr724.com/gazeteciler-neden-hedef-olur-2/
Bu Yayına Yorum Yapın