Dert - Mehmet Ali Şengül
Dert, hâdiseleri insanlara farklı okutturur. Onun için,
onulmaz dertlere derman olacak Allah‘dır (cc). İnsanın daraldığı,
bunaldığı ve içine bir sıkıntı geldiği zaman, davası adına önüne
aşılması zor engeller çıktığı zaman; Allah’a sığınmalıdır. Derdini
sıkıntılarını O’na (cc) dökmeli, derdine çâreyi Hz.Yâkub (as) gibi O’nda
aramalıdır. “Ben’ dedi, ‘sıkıntımı, keder ve hüznümü sadece Allah’a
arzediyorum...” (Yusuf sûresi, 86)
İtminâna
ulaşmış bir kalbin iki kanadı vardır: Bir kanadı itibariyle Râdiye’dir.
O, Allah’dan hoşnuttur. Celâl ve Cemâl tecellîlerini rızâ ile karşılar.
Diğer kanadı ise, Mardiyye‘dir. Allah’ın rızâsına mazhardır.
Bu
makamdakileri Kur‘an-ı Kerim; “…Allah onlardan râzı olmuştur, onlar da
O’ndan (cc) hoşnut…“ diye anlatıyor. (Beyyine 8; Maide 119)
“İslâm’da
birinci dereceyi kazanan Muhacirler ve Ensar ile onlara güzelce tâbi
olanlar yok mu? Allah onlardan razı, onlar da Allah’tan râzı oldular.
Allah onlara içlerinden ırmaklar akan cennetler hazırladı. Onlar oralara
devamlı kalmak üzere gireceklerdir. İşte en büyük mutluluk, en büyük
başarı!” (Tevbe sûresi, 100)
Bâzen
bir muhâlif rüzgar esebilir, bazı şeyleri savurmuş gibi görünebilir.
Merhametsiz, mürüvvetsiz gibi görünen insanlar bulunabilir. Fakat sen,
Allah’a ve kullarına karşı sana yakışır bir tavırla muâmelede
bulunmalısın.
Hz.Nuh ve
Hz.Mûsa’da CELÂL ismi, Hz.İbrahim ve Hz.Îsâ’da CEMÂL isminin tecellileri
daha ziyâde görülmüştür. İnsanlığın iftihar tablosu Hz.Muhammed (sav),
kendisinin Halîlullah ve Rûhullah’a benzediğini ifâde etmiş; “Ben,
ahlak açısından İbrahim ve Îsa gibiyim“ (Bamteli, 23.09.2018)
buyurmuştur.
''İyilikle kötülük
bir olmaz. O halde sen kötülüğü en güzel tarzda uzaklaştırmaya bak. Bir
de bakarsın ki, seninle kendisi arasında düşmanlık olan kişi candan,
sıcak bir dost oluvermiştir.“ (Fussilet sûresi, 34)
Yaratılış
gayesine uygun hareket eden Hakk’ın temsilcileri, bugün öyle bir
imtihandan geçiyorlar ki, âdeta mahşer imtihânı gibi. Allah’ın sonsuz
rahmetinden ümit ediyoruz ki, bu imtihanı oradaki imtihânın yerine
tutsun.
Hâbil, Kâbil’e;
„Sen beni öldürmek için elini uzatsan da, ben Seni öldürmek için elimi
uzatacak değilim. Hiç şüphesiz ben, âlemlerin Rabbi Allah’dan korkarım.“
(Maide sûresi, 28) dediği gibi, gönül erleri de îmanda veya insan
olmada kardeşleri olanlara el kaldıracak değildirler.
Dünyâda
eşi az görülen böylesine bir zulüm karşısında bugüne kadar hizmete
gönül vermiş hiçbir kimse el kaldırmadı, zulme zulümle cevap vermedi.
Kendilerine yapılan haksızlık ve zulümler karşısında meşrû müdâfâ,
adâlet ve hukuk çerçevesinde haklarını aramanın dışında mukâbele-i
bilmisilde bulunmadılar.
Yusuf
sûresinde Hz.Yusuf‘a (as) zulmeden kardeşlerine karşı bir peygambere
yakışan tavır ve davranışla muâmelesi şöyle anlatılmaktadır:
8-9
– Hani onlar, (aralarında şöyle konuşmuşlardı): “Yusuf ile öz kardeşi,
babamıza daha sevimli geliyor. Oysa biz daha güçlü bir grubuz. Pek belli
ki babamız bu işte yanılıyor. Yusuf’u öldürün yahut onu uzak bir yere
atın ki babanızın sevgi ve teveccühü yalnız size kalsın. Ondan sonra da
tövbe ederek sâlih kimseler olursunuz.”
10 –
İçlerinden biri: “Yusuf’u öldürmeyin de bir kuyu dibine bırakın. Yolcu
kâfilelerinden biri onu yitik olarak alıp götürsün. Eğer yapacaksanız
böyle yapın!” dedi.
Hz.Yusuf
(as) kuyuya atılıp, kervancıların kuyudan alıp köle olarak Mısır’da
satılması, kaderin sevkiyle Vezir tarafından satın alınıp saraya
girmesi, sarayda bir iftirâ neticesinde hapse girmesi, bilâhare
Mısır’a maliye bakanı olarak iktidar verilmesi ve kardeşleri tarafından
kuyuya atma tuzağı kurulduğu an Cenâb-ı hak Yusuf’a (as) şöyle
vahyediyor. “...Biz de Yusuf’a şöyle vahyettik: ‘Zamanı gelecek, onların
hiç hatırlarına gelmediği ve seni hiç tanımadıkları bir sırada,
kendilerine yaptıkları bu işi hatırlatacaksın.”
89 –
“Artık zamanı geldiğini düşünerek Yusuf: ‘Siz’ dedi, ‘cahilliğiniz
döneminde Yusuf ile kardeşine yaptığınız muâmeleyi elbette
biliyorsunuzdur değil mi?” deyince;
90 – “Aa! Sen, yoksa sen Yusuf musun?” dediler.
O
da: ‘Evet ben Yusuf’um, bu da kardeşim!’ Gerçekten Allah bizi lütfuna
mazhar etti. Şu kesindir ki kim Allah’ı sayıp haramlardan sakınır,
itaatlara devam ve imtihanlara sabrederse, Allah da böyle güzel hareket
edenlerin mükâfatını aslâ zâyî etmez.”
91 – “Kardeşleri de şöyle dediler: ‘Vallahi de, tallahi de Allah seni bize üstün kılmıştır. Doğrusu bizler suçlu idik!”
92
– “Yusuf şöyle cevap verdi: “Bugün sizi kınayacak, serzenişte bulunacak
değilim! Ben hakkımı helâl ettim, Allah da sizi affetsin. Çünkü
merhamet edenlerin en merhametlisi O’dur.”
93 – “Şu
gömleğimi alın babamın yanına varıp onun yüzüne sürüverin, o zaman gözü
açılacaktır. Sonra da bütün çoluk çocuğunuzla buyurun, yanıma gelin.”
Görüldüğü
gibi, eline fırsat geçtiği zaman kötülüğe kötülükle mukabelede
bulunmadığını görmekteyiz. İnsanlığın iftihar tablosu Efendimiz (sav);
kendisine ve mü’minlere yıllarca kötülük yapan Kureyş ve Mekke’de
bulunan kabilelere, -mutlak inkâr edenler hariç- Mekke fethinde hiçbir
kötülük de bulunmayıp (Ebu Süfyan ve Hint dâhil) onları affettiğini
görmekteyiz.
Sürekli
kötülük telkin eden nefs-i emmâre’den kaçma, günah işledikten sonra
kendini kınayan nefs-i levvâme’den sıyrılma, haramdan kurtulup helâle
râzı olan nefs-i mutmainne’ye ulaşma; Allah’ı çok zikir, fikir ve
tedebbür, hayâtın sonunu düşünmekle olur. “İyi bilin ki, gönüller ancak
Allah’ı anmakla huzur bulur“ (Ra’d sûresi, 28)
Bir
kuşun kanadını, bir karıncanın ayağını kırılmış görseniz, zihninizi
meşgul eder. Bugün insanlar olup biten öyle şeylerle karşılaşıyorlar ki;
îmanınız, tevekkül ve teslimiyetiniz olsa da bir insan olarak hiç acı
duymamanız, teessür altında kalmamanız mümkün değildir.
Buna
rağmen, “Hepsi Allah’tan“ demeli, “Sana gelen iyilik, güzellik
Allah’tan; fenâlık da nefsinden, senin sebebiyet vermendendir.“ (Nisâ,
79) ilâhi beyâna kulak verip, kusur ve hatâlarımızdan dolayı Rabbimizden
özür ve af dilemeliyiz.
Enbiyâyı
İzâm’ın, Asfiyâyı Kirâm’ın mâruz kaldığı şeylere mâruz kalmanız; sizin
doğru yolda yâni, peygamber ve Sahâbe Efendilerimiz‘in (r.anhüm) yolunda
yürüdüğünüzü gösteriyor. Evet, bu yol enbiyâ ve asfiyâ yoludur.
Bu
yüce ve kutsî mefkûreyi, uğrunda can ve mallarını verenler emânet edip
gittiler. Bizler de, gelecek nesle bu emâneti devrederek bu dünyâyı terk
edeceğiz. Dolayısıyla, barış, huzur ve güven dolu bir dünya
bırakabilirsek rahmetle anarlar; enkaz bırakırsak arkamızdan bedduâ
ederler.
Mü‘minler,
yeryüzünde emniyet ve güvenin temsilcisidirler. Öyleyse, ehl-i îman,
emânette emîn olmalıdırlar. Bugün mü‘minlerin çektiklerini gelecek
nesillerin çekmemesi için, herkes elinden geleni yapacak ve başa
gelenlere katlanacaklardır.
Bizden
evvelkiler katlandılar, ümit verdiler. Hz.Üstad, “Ümitvâr olunuz; şu
istikbal inkilâbâtı içinde en yüksek ve gür sadâ, İslam‘ın sadâsı
olacaktır.“ (T.Hayat) dedi. O zat ve talebeleri, hilâf-ı vâki ve
mübâlağa sayılacak beyânda bulunmadılar.
Bugün
Cenâb-ı Hak, bu emâneti bu çağda bize yüklemiş. Rahatsız, huzursuz
olsak da, çile ve ızdırap çeksek de, her türlü mihnet ve sıkıntıya
katlanacak; ‘Aman bu emânete zarar gelmesin‘ diyecek, sabredip kendi
işimize bakacağız.
Mehmet Ali Şengül
masengul@samanyoluhaber.com
Bu Yayına Yorum Yapın