Chronicle matbaadan geldiğinde, ilk on tanesi özenle bir yere ayrılır, okurlarına elden ulaştırılırdı. Bu on isim benim “Ayrıcalıklılar” listemdi ve dergiyi mutlaka ben elden götürerek teslim eder, bu müstesna okurlara saygılarımı sunar, kendime bazılarıyla ayaküstü, bazılarıyla uzun uzadıya sohbet etme fırsatı yaratırdım.
Listedeki isimleri, “paşa gönlüm”ün istediği gibi seçmiştim. Bir tanesi “derviş”ti, diğeri “emekli üst düzey yönetici”, bir diğeri “general”di, bir başkası ise “yazar”dı. Bu listenin en aykırı ve benimle yan yana düşünülemez ismi ise Ragıp Zarakolu’ydu.
Zarakolu, Sol’dan gelen bir aydındı. Yayıncı, yazar ve insan hakları savunucusuydu. Türkiye’de insan hakları alanında eğer halâ bugün bir şeyler yapılıyorsa, bu yüzden adını her daim saygıyla anmamız gereken Ayşe Zarakolu’nun kocasıydı. Ben bu ismi, Alev Er’ın gazetem.net’teki bir yazısıyla öğrenmiş, fırsatını bulur bulmaz da tanışmıştım.
HEREDAN’I BELGE YAYINLARI’YLA KEŞFETTİK
Bunun da güzel bir öyküsü vardı. Haberlerden bir ayrıntı yakalayıp, büyütmek amacıyla gazete sayfalarını tararken “Yitik Köyler” adıyla yayınlanan bir kitapla karşılaşmıştım. Yitik Köyler’de Güneydoğu Anadolu’da yaşanan çatışmalarda yokedilen tarihi köylerin hikayeleri yeralıyordu. Kitap Zülküf Kışanak imzasını taşıyordu. Haberin içinde “tarih, arkeoloji” sözleri geçince konuyla ilgilenmemem imkansızdı.
Kitap Belge Yayınları’ndan çıkmıştı, yayıncısı Ragıp Zarakolu’ydu. Haberi okuduğum aynı gün kitabı almak için yayınevinin yolunu tuttum ve orada Zarakolu’yla tanıştım. Kitapla ilgilenmeme sevinen Zarakolu, Yitik Köyleri’n farklı bir okur kitlesine ulaşmasından memnun olacağını söylemişti. Kitap, ilgi çekici pek çok detayı barındırıyordu ve ben daha sonra bir koyundan iki post çıkartacaktım.
Yitik Köyleri, hızlıca haberleştirdim. Ama asıl yazı Yitik Köyler elime geçtikten bir buçuk yıl sonra gelecekti. Ben çalıştığım iş yerinden ayrılmış, Chronicle’ın ilk sayısını hazırlıyordum. Yitik Köyler, daha geniş bir çalışmayı hakettiği için, ileride kullanılmak üzere kitaplığımın müstesna bir yerinde, zamanını bekliyordu.
Daha önce hazırladığım haber vasıtasıyla görüştüğüm Zülküf Kışanak’ı arayıp, bana kitapta adı geçen “Heredan”ı yazıp-yazamayacağını sordum. Kışanak kısa bir süre sonra “Heredan-Berdan Berdan Olan Cennet Parçası” başlığıyla bir yazı hazırlayıp göndermiş, ben de içinde Mığırdıç Margosyan, Sami Hazinses geçen bu muhteşem köyün öyküsünü büyük bir keyifle Chronicle’da yayınlamıştım.
ADALAR KAYMAKAMININ OĞLU
Aynı sayıda “Kejesi Olmayan Bir Eşkiyaydı” başlıklı başka bir yazı daha vardı. Kamuoyunun Orhan Bakır diye tanıdığı Armenak Bakırcıyan’ın hazin öyküsünü de anlatmıştık. Bakır, 12 Eylül 1980 öncesinde adı en çok duyulan isimlerden birisiydi. Türkiye İşçi Köylü Kurtuluş Ordusu’na katılmış ve örgütün dağ kadrosunda yeralırken 1978’de Elazığ-Karakoçan’da öldürülmüştü.
Devletin, PKK’yı Kürtler nezdinde yalnızlaştırmak için kullandığı “Bunlar aslında Kürtçe konuşan Ermeniler” tezinin en önemli örneklerinden birisi Orhan Bakır’dı. Oysa Bakır, tamamen ideolojik bir mücadele veriyordu ve bunun içerisinde milliyetçiliğin zerresi bile yeralmıyordu. Bakır’ın öyküsünü Ragıp Zarakolu’nun başında bulunduğu Belge Yayınları’ndan çıkan bir romandan öğrenmiş, Hırant Dink’le görüşmüş ve yazıyı hazırlamıştım. Chronicle’nın ikinci sayısı Belge Yayınları’nın iki önemli katkısıyla yayınlanmıştı.
Sonrasında da yayınevini büyük bir dikkatle takip ettim. Özellikle Mare Nostrum Dizisi’nde ilgimizi çeken pek çok kitap oluyordu. Chronicle’nın her sayısında, en azından kitap sayfalarında Belge Yayınları’na yer vermeye dikkat ediyordum. Kromnili Temel Garip’i, Aliye Alt’ın içimizi acıtan hikayesini dergi okurlarına Belge Yayınları’nın kitaplarında geçen olayların izini sürerek ulaştırmıştık.
1948 doğumlu Ragıp Zarakolu, uzun yıllar önce İstanbul’un Adalar ilçesinde kaymakamlık görevi yapmış bir babanın oğluydu. Ayşe Zarakolu ise Hatay-Antakya doğumluydu. Her iki isim de çok kültürlü bir Türkiye’de büyümüş, bunun ne kadar önemli olduğunun farkına çok erken yaşlarda varmışlardı.
İNKAR DUVARLARINI YIKTI
Zarakolu 1968’liydi, Sol örgütlenmelerin içinde yeralmış, bu yüzden hapis yatmış, hakkında davalar açılmıştı. Görüp-yaşadıkları ve tecrübelerini dikkate alarak Belge Yayınevi’ni kurmuş ve burada müthiş bir mücadele vermişti. 12 Eylül 1980 Darbesi’nin üzerinden silindir gibi geçtiği Türkiye’de Belge Yayınları ve yine Zarakolu çiftinin kurduğu dağıtım şirketi yayın dünyasına hayat öpücüğü veriyordu.
1984’te başlayan isyan sonrasında Kürtlere yönelik yaşanan yoğun insan hakkı ihlalleri ve inkar politikalarına karşı da Zarakolu çifti birlikte mücadele vermişlerdi. Ayşe Zarakolu, 1986’da kurulan İnsan Hakları Derneği’nin kurucuları arasında yeralmış, yayıncılığı da bu yelpazede genişlemeye başlamıştı.
Daha önce Sol ve Marksist yazarların kitaplarını basan yayınevi, bir müddet sonra Mare Nostrum Dizisi’yle yok sayılan, öteki kabul edilen kimliklerle ilgili de kitapları yayınlamaya başlamıştı. Bu o günlerin Türkiyesi’nde oldukça önemli bir adımdı. Türkiye Pontus Kültürü, Ermeni Soykırımı gibi bilgi ve kavramlarla ilk defa Belge Yayınları’nın kitapları sayesinde tanıştı demek çok abartılı olmayacaktır. Zarakolu çiftinin “soykırım” sözünü telaffuz ettikleri tarihlerde, Türkiye kamuoyu henüz Kürtlerin “Dağ Türkü” oldukları yönündeki “milli tez”i tartışıyordu.
Chronicle çıktıkça, Ragıp Zarakolu’nun Cağaloğlu’nda, zemin katta yeralan yayınevine uğruyor, dergiyi bırakıp, hal hatır soruyor, yeni yayınları alıyordum. Zarakolu, her geçen gün vites büyütüyor, Türkiye’nin inkar tarihinde yeni gedikler açıyordu. Belge Yayınları’nın hiç şüphesiz en önemli eserlerinden bir tanesi “Emvâl-i Metruke” kitabıydı.
VİCDANLARIN REDDETTİĞİ TUTUKLAMA
Bu kitap, Ermeni Soykırımı’ndan arta kalan gayrımenkullerin nasıl yağmalandığını, bunun için hazırlanan hukuki kılıfı bütün çıplaklığıyla ortaya koymuştu. Bu arada bir fırsatını bulup, Ragıp Zarakolu’nun bütün hikayesini Chronicle için hazırlatmıştım. Defne Asal, Zarakolu’la görüşmüş ve dergide geniş bir dosya yayınlamıştık.
Türkiye demokrasiye doğru koşar adım ilerliyor, diye düşünürken bir sabah Ragıp Zarakolu’nun gözaltına alındığını öğrendim. Hastanede, ameliyata girmeye hazırlanırken KCK Operasyonları kapsamında aralarında Büşra Ersanlı’nın da bulunduğu bir grupla birlikte Zarakolu’nun da, sabah evinden alınıp, Terörle Mücadele Şubesi’ne götürüldüğü “Son Dakika” bilgisi olarak televizyon ekranlarında geçiyordu.
“Ne oluyor? Bu işte bir yanlışlık olmalı” diyerek Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’ndan, Erkam Tufan Aytav’ı aradım. Büşra Ersanlı’yı ikimiz de tanıyor ve illegal herhangi bir örgütlenmeyle işi olmayacağını biliyorduk. Aytav’a Zarakolu’ndan da bahsetmiştim. Maalesef bu konuşmadan bir kaç gün sonra Zarakolu ve Ersanlı tutuklanmıştı. Üstüne üstlük bütün bunlar olurken, Zaman Büşra Ersanlı’nın eski eşinin Yahudi olduğunu keşfetmiş, bunu haberleştirmişti. Hem de o eski eşin, Cem Behar’ın, kendi yazarları olduğunu unutarak!
Hapishanedeki Ragıp Zarakolu’na ortak bir arkadaşımız üzerinden selam gönderebilmiş, dergiyi ulaştırmak için adres istemiştim. Zarakolu, adres olarak cezaevini vermişti. Ben derginin son sayısını hazırlarken, Zarakolu’nun da salıverilme haberi gelmişti.
“Ragıp Bey” şimdi Avrupa’da. Başı her zaman olduğu gibi dertte. Hakkında açılmış davalar, çıkarılmış yakalama kararları var. Ancak insanlık için verdiği mücadeleden vazgeçmiş değil ve ülkesine, Halklar Denizi’ne döneceği günü sabırla bekliyor…
KAYNAK: https://kronos7.news/tr/ragip-zarakolu-bir-cicegim-halk-ormaninda/