‘Gerçeği kurtaracak’ gazetecilik - Rüya Karlıova
Neden gazetelere hâlâ ihtiyacımız var? Vermekten bıkılmayan cevabı tekrarlayalım: Çünkü demokrasiler gazeteciler olmadan ayakta kalamaz. Peki ama hangi gazeteciler?
Önceki gün Türk basınının halini özetleyen bir olay yaşandı. Evrensel Gazetesi’nin haberine göre, Birleşmiş Milletler Raportörü Nils Melzer, Sabancı Üniversitesi’nde BM İstanbul Protokolü’nün yıldönümünde yapılan “21. Yüzyılda İnsan Hakları ve Kötü Muamele” adlı konferansta, “Hükümeti tebrik ederim çünkü OHAL’i mümkün olan en kısa zamanda kaldırmayı başardı,” dedi. Habere göre Melzer bununla da yetinmeyip sözlerini şöyle sürdürdü: “Türkiye’yi 2 yıl önce ziyaret etmiştim. 2016 Aralık ayı Türkiye için travma dönemiydi. O dönem yetkililerle görüşmüştüm. 15 Temmuz’a ilişkin herkes travma yaşıyordu. İnsan hakları tartışmaya açık değil ama böyle kötü kriz dönemlerinde insan hakları ihlal edilebilir.”
Melzer sosyal medyada gelen tepkiler üzerine sözlerinin bağlamından koparıldığını ve yanlış alıntılandığını savunan bir dizi mesaj paylaştı. Ancak konuşma metninin İngilizce dökümünü talep eden ve bu metni yayımlamak isteyen gazetecilere henüz yanıt vermedi. Olayın diğer ucundaki Evrensel Gazetesi ise haber metnine Melzer’in itirazını ekledi ancak haberin mutfaktaki süreci hakkında bilgi vermedi. Oysa konferansı haberleştiren muhabirin notlarını, kayıt cihazından çıkardığı dökümü paylaşması, haberin redaktörünün ve editörünün süreçteki rolünün açıklanması beklenirdi. Bu beklentinin öncelikli sebebi sosyal medyada özellikle de işkence konusunda uzman bir BM raportörünün bu sözleri edemeyeceği, bunun muhtemelen yanlış çeviri ya da haberleştirmeden kaynaklandığı görüşüydü. Evrensel hâlâ bu itham altında kalmış görünüyor. Sonuçta olan şu: Gerçeği şimdilik tam olarak ne olayın öznesi ne de haberleştireni açığa kavuşturdu. Daha da önemlisi, konu böylece kapanmış görünüyor ve biz hâlâ konuşmanın içeriğine vakıf değiliz.
Şimdi sorgulayalım: Malumun ilamını uzun uzun yapmaya gerek yok ama gazeteciliğin Türkiye’de artık en basit tanımı olan “bilgi toplama, bu bilgileri değerlendirme, haber içeriği yaratma ve yayımlama”ya karşılık gelmediğini biliyoruz. Bunu hükümet yanlıları da biliyor ve geçtiğimiz günlerde basına yansıdığı gibi, onlar da haberleri kalan kısık sesli muhalif medyadan almaya çalıştıklarını itiraf ediyorlar. Malum ama hatırlatalım, havuz medyası için katiplikten öteye geçmiyor gazetecilik, gittikçe azalan muhalif medya içinse gazeteciliğin saydığımız bu en temel eylemlerini yapmak için mücadele etmek, çoğunlukla baskı ve caydırma ortamında, üstüne fırlatılan mahkeme celplerine ve ekonomik imkansızlıklara direnmek gerekiyor. Bir de arada kalmış ‘kararsızlar’ var, başlarına gelenlere geçtiğimiz günlerde şahit olduk.
Melzer vakası şunu gösterdi, artık bu tür belirsizliklerde dönüp işletebileceğimiz bir kontrol mekanizması da yok. On yıl önce bu haberi Anadolu Ajansı da takip etmiş olur ve ajansın haber metni bir sağlama yapılmasını sağlardı. Sadece AA değil, başka ajanslar da BM raportörünün konuşmasını takip ederdi. Ancak geçtiğimiz ay kapanan ANKA, el değiştiren DHA ve zaten el konulup kapatılan Cihan Haber Ajansı gerçeğin peşine düşerken başvuracağımız bu kontrol mekanizmasında artık değil.
Gazeteciliğin basit tanımını bir yana koyar ve işlevlerine bakarsak daha da büyük bir hayal kırıklığına uğruyoruz. Gerçeğin ortaya çıkarılmasında ve demokrasinin işleyişindeki rolünü ve bu işlevi yerine getirmeye çalışan kurumların Türkiye’de yasaklı olduğunu biliyoruz.
GAZETECİLİĞİN ALTIN ÇAĞI BUGÜN MÜ?
Öte yanda dünyada gazetecilik ahvaliyle ters orantılı bir önem artışı yaşıyor. Bu önem son dönemde post-truth (gerçek sonrası) olarak ifade edilmeye başlanan çağda daha da belirgin. Ancak gerçeğe saldıran da gerçeği kurtarmaya çalışan da aynı meslek üyeleri olarak beliriyor: gazeteciler. O halde gazetecilere düşen gazetecilere rağmen gerçeği kurtarmak. Gerçeğin her gün yeniden tanımlanmak zorunda olduğu bir ülkeye dönüşen ABD’de de bu mücadele veriliyor. Buna ilişkin iki kitaptan bahsedeceğim.
Patt Morrison’ın Truth, Justice and the American Newspaper (Gerçek, Adalet ve Amerikan Gazetesi) alt başlığıyla yayımlanan Don’t Stop the Presses (Gazeteleri Durdurmayın) adlı kitabında ABD’de üç yüzyılı aşkın basın tarihine bakarak gördüğü şu: Donald Trump’ın başkan seçilmesiyle gerçeğe olan ihtiyaç ve internet gazeteciliği nedeniyle gazetelerin gelirlerinin sarsıldığı bir dönemde gazetelere olan ihtiyaç yine de arttı.
Gerçeğin hâlâ kurtarılabilir olduğuna dair umudu pekiştiren birkaç gelişmeyi hatırlatmakla yetineyim: Basın ve ifade özgürlüğünün Anayasa’nın birinci maddesiyle korunduğu Amerika’da bu yıl New York Times’ın abone sayısı 4 milyona çıktı, gazete henüz bu ayın başında kazancının yüzde 8.2 arttığını açıkladı. Washington Post’un Alabama eyaletinden Senato için yarışan cumhuriyetçi Roy Moore hakkındaki cinsel istismar haberleri Moore’u koltuğundan, yine Post’un Michael Flynn hakkındaki haberleri de onu Beyaz Saray’dan etti. Her ne kadar internet medyası ve sosyal medya haberlerin dağıtımında en etkili araç gibi görünüyorsa da, unutmamalı ki haberi takip edenler ve dolayısıyla haber içeriği oluşturan, haber veren, haber atlatanlar gazetelerin mutfağındaki gerçek muhabirlerden başkası değil. Bu haberleri yazanlar da muhabirlerdi.
Morrison kitabında soruyor: Neden gazetelere hâlâ ihtiyacımız var? Vermekten bıkılmayan cevabı tekrarlayalım: Çünkü demokrasiler gazeteciler olmadan ayakta kalamaz. Peki ama hangi gazeteciler?
GERÇEĞİN KURTARICISI MI, KÖTÜCÜLÜN KAYNAĞI MI?
Columbia Üniversitesi’nde profesör olan Michael Schudson da Why Journalism Still Matters (Neden Gazetecilik Hâlâ Önemli) adlı kitabında, yukarıda bahsettiğim ikileme, gazeteciliğin gerçeğin kurtarıcısı mı yoksa kötülüğün kaynağı mı olduğu sorusuna yanıt arıyor. Bu sorunun basit bir cevabı yok, bunu yazının başındaki vakada da gördük. Ancak Schudson da Patterson’la aynı görüşte: Demokratik teoriye bakarsak liberal demokrasiler için gazeteciler olmazsa olmaz. Ancak açıklık da getirmek gerekiyor, hangi gazeteciler? Yazarın cevabı şu: Doğrulama konusunda yüksek standardı olan, araştırmacı, eleştirel gazeteciler.
Schudson’ın “artık gazetecilik yok, gazetecilikler var” saptaması, sorusunun cevabını anlamada ve Türkiye özelinde de neyin eksik ya da fazla olduğunu tespit etmede önemli olabilir. Schudson’a göre bugün önemli olan tek gazetecilik “profesyonel gazetecilik”. Profesyonel gazeteciyi de şöyle tanımlıyor Schudson: “Mesleğin normlarına siyasi görüşlerinden daha bağlı olan” gazeteci. Diğer bir deyişle gazeteciyle, sosyal medya kullanıcısının, gazeteciyle izleyicinin, gazeteciyle reklamcının (son Ayşe Arman vakasını hatırlayalım), gazeteciyle pazarlamacının arasındaki çizgilerin belirsizleşmediği gazetecilik türü profesyonel gazetecilik. Bu noktada yine gerçeğe bağlılık öne çıkıyor, gerçeğe giden yol da 5N 1K’nın cevabını arayan muhabirin emeğinden geçiyor. Gazetecinin sadakatinin daha çok siyasi görüşüne, ideolojisine ya da patronuna olduğu bir pazarda profesyonel gazetecilikten bahsetmek zor görünüyor.
Ve biz hâlâ Nils Melzer bütün olarak ne dedi öğrenebilmiş değiliz.
O halde gazetecilik ve dolayısıyla demokrasi için “kurtarıcılık” işlevini yerine getirebileceği tek yol görünüyor, bu konuda en çok atıf yapılan isimlerden Amerikalı gazeteci Walter Lippmann gibi söylersek: “Gerçek için savaşırsak, kendi teorilerimiz için savaşmaktan daha çok şey başaracağımıza inanıyorum. Bu daha iyi bir sadakattir. Daha mütevazıdır ama çok daha karşı konulmazdır.”
* İki okuma önerisi:
Henüz geçtiğimiz günlerde Kadri Gürsel’in gazetecilik konulu kitabı üzerine tekrar gazeteciliğin pratiği hakkında bir tartışma başladı. Kitabın ve Gürsel’in kitap hakkındaki yorumunun analizini P24’ten Sarphan Uzunoğlu ayrıntılı olarak şu makalede yaptı: http://platform24.org/yazarlar/3458/profesyonel-gazetecilik-tartismasi-ve-odadaki-fil
İrfan Aktan da Duvar Gazetesi’ndeki yazılarında gazetecilik pratikleri üzerine kafa yoruyor: https://www.gazeteduvar.com.tr/yazarlar/2018/11/26/kara-kuru-gazetecilik-tarifi/
Kaynak: https://kronos7.news/tr/gercegi-kurtaracak-gazetecilik/
Bu Yayına Yorum Yapın