GELENEĞİ ANLAMAK VE YENİ ŞEYLER SÖYLEMEK -1 [Ahmet Kurucan]
Başka bir yazı dizisine başlıyoruz. Bu dizide teknik terimlerin daha ağırlıklı olacağı bir dil kullanacağımı baştan söyleyeyim. Konunun mahiyeti beni buna zorluyor. Buralarda konu ile yakından alakalı okumaları olmayan insanların zorlanmaları normal ama hayatın içinden vermeyi tercih ettiğim ve bugün de güncel hayatta karşılığı olan örneklerde aynı zorlanmayı yaşamayacaklarından eminim.
Sözünü ettiğim şey 14 asrı aşan bir ilim geleneğinde kendine yer bulmuş epistemolojik kavramlar. Aradan geçen bunca zamana rağmen bu ilim mirasının varisleri olarak bizler ise bir mirasyedi gibi o kavramları hala daha tüketiyoruz. O usulü, o kavramları kullanarak yeni bilgilere ulaşmaya çalışıyoruz. Ne genel manada usulü fıkhın yerine koyabileceğimiz bir bilgi nazariyesi oluşturabilmişiz ne de o nazariyenin kavramlarını inşa edebilmişiz. Mirasyedi işte bu manada tam da yerine oturan bir kavram.
“Gerek var mı? O nazariye ve kavramları yetiyorsa yenilik arayışı içine girme fantezi sayılmaz mı? Her eski eski değildir, öyle eskiler vardır ki nice yenilere taş çıkartır.” diyerek itiraz edebilirsiniz bu düşünceye. Amenna der, saygıyla karşılaşırım bu itirazı. Ama şu soruyu sormak isterim, asırlar öncesinde tarım toplumu şartlarının hakim olduğu bir coğrafi, tarihi, siyasi, askeri, ekonomik zemininde hakim olan zihniyet ile karşılaşılan problemleri çözmek için üretilmiş olan metodoloji bugünün çok ama çok farklı olan zemininde yüzleştiğimiz problemleri çözmek için yeter mi? Ben yetmeyeceği hatta yetmediği kanaatindeyim. Nitekim bu yetmezlik çok erken dönemlerde başlamış ve usulü fıkıh adı altında topladığımız üretilmiş bilgiye ulaşma metotları da zaten bunun için üretilmiş.
Son tahlilde Allah’ın muradını, maksadını, amacını, gayesini yakalamayı ve bunu dünya hayatının merkezine koyarak O’nun rızasına ulaşmaktan bahsediyoruz. Bunun adına yeni zihniyetlerden, metotlardan ve hükümlerden söz ediyoruz. Bunu yapabilmek için heva ve hissin, bu asırda hakim olan zihniyetin ezici baskılarından kurtulabilmek için geleneğin bilinmesinin çok önemli olduğuna inanıyorum. Allah hepsinden razı olsun, usul ve fürü’u ile ulemanın bu konudaki yaklaşımları bizim için yol haritası, yolunu kaybetmemek için köşe taşları hüviyetindedir. İşte maslahat bu bağlamda geleneği anlamak ve eğer yeni bir şeyler söylenecekse bu bilgilerin de nazara alındığını göstermesi açısından kaleme alınmıştır.
“Bir şeyin maksada uygun özellikte olması, fesadın zıddı, iyi, uygun, elverişli, yararlı, iyi olana ulaştıran” manasına gelen salah kelimesinin türevi olan maslahat -çoğulu mesalih- illet, hikmet, makasıd kavramlarında olduğu gibi hükümlerin amacını anlamaya ve anlamlandırmaya yönelik faaliyetin merkezini oluşturan bir anlam çerçevesine sahiptir. Kurucu imamlar döneminden itibaren kullanılan ıstıslah/maslahat aslında kıyas ve istihsan prensipleri ile paralellik arz etmekle birlikte onlardan ayrıldığı noktalar vardır. Bu bağlamda istihsan’a daha yakın duran maslahat kavramı, kıyasın yeni meseleler karşısında yetmediği ya da kıyasla elde edilen sonucun ihtiyacı karşılamadığı durumlarda müracaat edilen metot olmuştur. Daha açık bir ifadeyle maslahat tedvin dönemi ve sonrasında sistemleşen usulü fıkıhta bir taraftan mevcut hükümleri anlama ve anlamlandırma diğer taraftan yeni hükümlerin istinbatı (çıkarım) adına bir metot olarak kendine yer bulmuştur.
TARIM TOPLUMU ŞARTLARININ HAKİM OLDUĞU ZİHNİYET İLE KARŞILAŞILAN PROBLEMLERİ ÇÖZMEK İÇİN ÜRETİLMİŞ METODOLOJİ, BUGÜNÜN ÇOK AMA ÇOK FARKLI OLAN ZEMİNİNDE YÜZLEŞTİĞİMİZ PROBLEMLERİ ÇÖZMEK İÇİN YETER Mİ? BEN YETMEYECEĞİ HATTA YETMEDİĞİ KANAATİNDEYİM.
Zaman zaman menfaatle eş anlamlı olarak kullanılan maslahatın karşıtı mefsedet, menfaatin ise mazarrattır. Dil bilimciler maslahattan farklı olarak mefsedet’te haz alma ve hazzı koruma manasının da bulunduğunu söylemişlerdir. Bununla beraber hakim kanaat ve uygulama bir usul terimi olarak maslahatın menfaat’den ayrı olarak kullanıldığını göstermektedir.
Anlama, anlamlandırma ve yeni hükümler çıkarma diye çerçevesini belirlediğimiz maslahat, klasik usul kitaplarımızda farklı bakış açılarına göre farklı şekillerde tasnife tutulmuştur. Birincisi, bakış açısının Şâri (yasa/kanun koyucu) olan Allah’ın söz konusu maslahatlara itibarının hangi ölçüde olduğu ile alakalıdır. Fukaha bu noktada maslahatı muteber, mülga ve mürsel diye üçe ayırır. Muteber maslahat, Allah’ın kesinlikle itibar ettiği maslahatlardır. İçki yasağında aklın korunması bunun en net örneğidir. Mülga, Allah’ın kesinlikle itibar etmediği şeylerdir. Geçim sıkıntısı veya ağrıya dayanaksızlık nedeniyle intihar etme buna örnek olarak verilebilir. Mürsel maslahat, Allah’ın muteber veya mülga sayıp saymadığını bilinmeyen maslahatlardır ki ilk döneme ait verilen örnekler Kur’an’ın bir kitap olarak toplanması, Hz. Ebu Bekir’in Hz. Ömer’i veliaht tayin etmesi, Hz. Ömer’in para basması, hapishaneler yaptırması vs. olarak sıralanabilir.
Maslahat ile alakalı yapılan ikinci tasnif ise usulde kullanılan tabirlerle zaruriyat, hâciyat ve tekmiliyat/tahsiniyat şekilde ifade edilen, fert ve toplum adına gözetilen maslahatların kuvvetlilik ve zayıflık derecesi ile alakalıdır. Mesela, can, mal, din, akıl ve neslin korunması eksenindeki hükümler zaruriyata girer. İçki, zina, hırsızlık yasağı ve bunlara verilen hükümler bu kategoride değerlendirilir. Hâciyat hayatı daha yaşanılır kılan hükümler için söylenir ki evlilikte denklik, şu yokluğunda teyemmüm edilmesi, yolculuk esnasında namazların kısaltılması bunun örnekleri arasındadır. Namazda güzel elbise giyme, kökü sürünme, malın en iyisi ve en güzelini infak etme tamamlayıcı, güzelleştirici manasındaki tekmiliyat/tahsiyinat için verilen örnektir.
FUKAHA NEDEN MASLAHA GİBİ BİR METODOLOJİYE İHTİYAÇ DUYDU? SORUNUN CEVABINA SORUNUN YANLIŞ OLDUĞUNU BELİRTEREK BAŞLAYAYIM. YANLIŞ OKUMADINIZ, SORUDA DİLE GETİRİLEN DÜŞÜNCE YANLIŞ; ÇÜNKÜ MASLAHATI BİR METODOLOJİ OLARAK FUKAHA VAZ’ ETMEDİ. KUR’AN VAZ’ ETTİ.
Bu genel bilgilerden sonra bir hususun altını çizelim; fukaha neden maslaha gibi bir metodolojiye ihtiyaç duydu. Sorunun cevabına sorunun yanlış olduğunu belirterek başlayayım. Yanlış okumadınız, soruda dile getirilen düşünce yanlış; çünkü maslahatı bir metodoloji olarak fukaha vaz’ etmedi. Kur’an vaz’ etti, Hz Peygamberin bütün hadisleri maslahatı temel aldı; sahabe-i kiram maslahat kuralına göre içtihatlar yaptı, fukaha var olan bu örnekleri sadece sistemleştirdi, metodolojik alanda bir yere koydu, karşılaştıkları hükmü bilinmeyen yeni meselelere tatbik etti.
Daha önceden çeşitli vesilelerle ifade ettiğim gibi İslam’ın bütün emir ve yasakları “makasıdı şeria ve maslahatu’n nas” üzerine kuruludur. Şu ayetlere bu görüşün delilleri olarak bakılabilir: 2/185, 2/205; 5/2; 7/56; 16/90. “Zarar vermek ve zarara zararla mukabele etmek (karşılık vermek) yoktur.” hadisi de maslahatın esas, mefsedetin ret edildiğini gösteren en cami hadislerden biridir. (İ.Mace, Ahkam, 17) Kaldı ki bu gözle bakılacak olduğunda Allah’ın din, kitap ve peygamber göndermesinin yegane amacı, Hz. Peygamberin her bir sözü ve her bir uygulaması insanların maslahatı ve menfaatini amaçlamaktadır.
Ayet, hadis ve sahabe tatbikatından herkesin bildiğini zannettiğim üç örnek vererek meseleyi somutlaştırayım. İçki yasağı örneğinde gördüğümüz tedricilik yani 4 ayrı fasılda içkinin haram kılınması Allah’ın insanların maslahatını gözettiğinin göstergelerinden biridir. Hz. Aişe validemize atfedilen “Eğer içki yasağı Mekke’de gelseydi insanlar ebediyyen içkiyi bırakmazlardı.” tespit bu düşüncenin delili olarak bir yere konabilir. Yukarıda dediğimiz gibi maslahatı sadece bu tikel örnek üzerinden okumamalı.
Peygamber Efendimizin uygulamasından bir örnek: Kabe’nin kapısının eşiğinin yere sıfır yapılması ve hatim/hicr denilen yarım ay şeklindeki alanın Kabe’nin içine katılması Peygamber Efendimizin arzularından biridir. Gerekçe olarak da Kabe’nin Hz. İbrahim’in temelleri üzerine inşa edilmesidir. Ama Hz. Peygamber bunu hayata geçir/e/memiştir ve nedeni olarak da Hz. Aişe validemize şunu söyler: “Eğer senin kavminin İslam’ı kabulü üzerinden biraz fazla bir zaman geçmiş olsaydı, Kabe’yi yıkar ve onu İbrahim’in yaptığı temeller üzerinde yeni baştan inşa ederdim.” (İbn Sa’d,Tabakatü’l Kübra, 1/147) Neden? Çünkü mevcut Kabe binası Hz. Peygamberin gençliğinde Kureyş’in inşa ettiği ve kendisinin de Hacerü’l Esved’i yerine koyduğu binadır. İşte o inşa esnasında gerek malzeme yetersizliği gerekse bilmediğimiz başka sebeplerle Kabe binasının Kuzey-batı bölgesindeki temellerde oynama yapılmış, binanın duvarı 6-7 zira (ortalama 3-4 metre) içeri çekilerek, eski temel üzerine yarım ay şeklindeki alacak bir duvar inşa edilmiştir. Bir de muhtemel sel esnasında suyun Kabe’nin içine girmesini engellemek ya da Kabe’nin içine girişi kontrol altından tutmak için giriş kapısının eşiği bir adam boyu yükseğe çekilmiştir. (Muhammed Hamidullah, İslam Peygamberi, 1/75)
Yazının ilerleyen kısımlarında daha birçok örneğini vereceğimiz sahabe-i kiram’ın maslahatı gözetmesi ile alakalı olarak da şu örneği paylaşayım. Hz. Peygamber ticari piyasada malların satış fiyatına sınırlama getirilmesi (narh) koyma teklifini kabul etmemiştir. Fiyatların pahalanmasını bahane göstererek yapılan bu teklife Hz. Peygamberin verdiği cevap şudur: “Şüphe yok ki, fiyat tayin eden, darlık ve bolluk veren, rızıklandıran ancak Allah’tır. Ben sizden hiç kimsenin mal ve canına yapmış olduğum bir haksızlık sebebiyle hakkını benden ister olduğu halde, Rabbime kavuşmak istemem” (Ebû Davud,Büyû’, 49; Tirmizî, Büyû;73) Neden? Şârihlerin görüşü şudur; Efendimizin narh koyarak piyasaya müdahale etmemesi insanların maslahatına en uygun olan şeyin fiyatların serbest piyasa ekonomisi içinde kendiliğinden oluşması istemesidir.
HAYATI İNSANÎ VE AHLAKÎ İLKELER DOĞRULTUSUNDA DAHA DA YAŞANABİLİR KILACAK, MUHATAPLARIN TAMAMI İÇİN ADALETİ, KOLAYLIĞI GÖZETEN BİR TERCİH SÖZ KONUSUDUR VE İŞTE BUNUN ADI MASLAHATTIR.
Bu hadise ve bu örnekliğe rağmen Hz Ömer kendi devrinde zahiri düzlemde bunun tam aksi istikamette bir karar imza atmıştır. Rivayete göre Hz. Ömer pazarda kuru üzüm satan birisinin satış fiyatına müdahalede bulunuyor yani literatürdeki tabirle narh koyuyor ve ardından bu davranışını şu cümlelerle gerekçelendiriyor: “Ben bununla halkımızın menfaatini korumak istedim.” (Beyhaki, Sünen-i Kübra, 6/29)
Kur’an sünnet ve sahabe deyip sıraladığımız bütün bu örneklerde karşımıza çıkan şey şudur; hayatı insanî ve ahlakî ilkeler doğrultusunda daha da yaşanabilir kılacak, muhatapların tamamı için adaleti, kolaylığı gözeten bir tercih söz konusudur ve işte bunun adı maslahattır. Bunu gerçekleştirmek için gerektiğinde tedriciliğe müracat edilir, gerektiğinde amaç-araç arasındaki ya da lafız, hüküm ve maksad/amaç arasındaki dengeyi bozmadan gâî yorumlar yapılarak nassların zahirine muhalif görüşler ortaya konabilir. Narh meselesinde olduğu gibi, büyük bir ihtimalle iman-amel veya iman-ahlak arasındaki zorunlu ilişkinin kurulduğu ve korunduğu, satıcıların üç kuruşluk dünya menfaati uğruna müşterilerini aldatmadığı bir zaman diliminde narh koyma insanların maslahatı olan serbest piyasa ekonomisinin oluşmasını engelleyecekti ve bu amaçla Peygamber Efendimiz narh koyma isteğini geri çevirdi. Fakat Hz. Ömer döneminde ihtimal satıcılardaki bu duyarlılık kaybolduğu için yine insanların maslahatı için satış fiyatlarının gelişi güzel yükselmesini önlemek ve karaborsacılığa giden kapıları kapatmak için narh koyma gerekti. Hz. Ömer de nassın zahiri anlamına muhalif olsa da bunu yapmaktan çekinmedi.
Devam edeceğiz inşallah.
Kaynak: http://www.tr724.com/gelenegi-anlamak-ve-yeni-seyler-soylemek-lazim-maslahat-1/
Bu Yayına Yorum Yapın