Erol Olçok’a gecikmiş bir veda - Tuncay Opçin

Erol Olçok, hayata zirvede veda etti. Sevenleri için takdire rızadan başka bir yol olmadığını da ölümüyle gösterdi.

Bir yazı böyle başlamaz biliyorum, ama sözü dolandırmak da istemiyorum: Recep Tayyip Erdoğan, 15 Temmuz’da yaşanacakları günler öncesinden biliyordu, hazırlığını da ona göre yapmıştı. Fakat bilmediği Erol Olçok gibi, uzun yıllar birlikte çalıştığı bir arkadaşının kendisi için can verecek olmasıydı.
Olçok, geniş halk yığınlarının hayatının ince ayrıntılarını bilmese bile adından haberdar olduğu bir isimdi. Olçok, AKP efsanesinin doğuşunda büyük pay sahibi olan isimlerdendi. Olçok’u ben de Recep Tayyip Erdoğan’ın ofisinde tanımıştım.
ERDOĞAN’IN OFİSİNDE TANIŞTIM
2001’de Erdoğan, Kırklareli-Pınarhisar Cezaevi’nde cezasını çekmiş, İstanbul’a, Çamlıca-Emniyet mahallesindeki homeofisine dönmüştü. Siyasi yasaklıydı, ama buna rağmen İstanbul’da özellikle zengin işadamları ve gazeteci-yazarlarla yemekli akşam toplantılarına katılıyordu. Aldığı ceza yüzünden seçilme hakkını kaybeden, bu yüzden “Muhtar bile olamaz” denilerek, aşağılanan bir isimdi. Ancak halktaki karşığı hergün büyüyordu ve İstanbul sermayesi bunu farketmişti. Ben de bir gazeteci olarak, Erdoğan’ın yükselen portresini haberleştirmek istiyordum. Öneri o dönem Aktüel’de çalışan kıdemli gazeteci Seda Ercan’dan gelmiş, ancak benim üzerime kalmıştı. Muhtemelen Ercan’ın elinde başka haberler vardı ve onlara öncelik vermek istiyordu. Aktüel’deki editörüm Necdet Açan’la birlikte, Erdoğan’la görüşmeye gitmiştik. Erdoğan samimi bir dille yapmak istediklerini anlatmıştı.
Görüşme bitiminde, ayaküstü sohbet edip, bizi uğurlayan isim ise 1962 doğumlu Erol Olçok’tan başkası değildi. Olçok, kartını vermiş, görüşmek istediğimde günün herhangi bir saatinde arayabileceğimi söylemişti. Aktüel, merkez medyaydı ve Erdoğan ekibinin merkez medyada tanıdık isimlere ihtiyacı vardı. Muhtemelen bundan dolayı yakın davranmıştı.
2001 Krizi’nin olanca ağırlığıyla Türkiye’nin üzerine çöktüğü günlerde, derginin yayın yönetmeni Metin Soysal, Aktüel’e gelen bir telefonu bana yönlendirmişti. Kendisini “Vedat” olarak tanıtan birisi, elinde önemli bir haber olduğunu belirterek, söze başladı. Cübbeli Ahmet Hoca adıyla bilinen Ahmet Ünlü’nün genç, erkek bir sevgilisi vardı ve bu kişi Aktüel’e konuşmak istiyordu.
YENİ FADİME ŞAHİN OLAYI
İlk bakışta haber oldukça sansasyonel ve çarpıcıydı. Ancak bir o kadar da hassas işçilik gerektiyordu. Vedat’ın sözünü ettiği “Burak” adındaki gençle bir kaç gün sonra tanışmış, üç yada dört defa bir araya gelmiştim. Anlattıkları olayın içinde tutarsızlıklar vardı ve verdiği bilgileri teyit edemiyordum. Süleymancılardan Milli Eğitim Bakanlık’ına, otel kayıtlarına kadar herşeyi araştırdım. Ancak sonuç olumsuzdu.
Fakat Vedat’ın da, Burak’ın da durmaya niyeti yoktu. Ben de bunun üzerine, yaşananları Cübbeli Ahmet Hoca’ya duyurmaya karar verdim. Çevremde Çarşamba Cemaati’nden hiç kimse yoktu. Böyle bir bilgiyi de damdan düşer gibi, randevu alarak gidip anlatmak inandırıcı olmayacaktı. Bunun için birilerini bulmam ve oradan Cübbeli Ahmet Hoca’ya ulaşmam gerekiyordu.
O zaman aklıma Erol Olçok geldi ve randevu alarak yanına gittim. Ofisinin üst katında, sade döşenmiş bir odada olan biteni olduğu gibi Olçok’a anlattım. Olçok, anlattıklarımı dikkatle dinledi ve sonra, “Bunun karşılığında bizden ne istiyorsun?” dedi. Ben de, “Ben dindar birisiyim. Hiçbir Müslümanın başına böyle bir şey gelsin istemem. Kaldı ki bu konunun altından başka kokular geliyor. Yeni bir Müslüm Gündüz-Fadime Şahin Olayı tertipleniyor olabilir” dedim.
Olçok, benim İslami hassasiyetimi öğrenince şaşırmıştı. Ancak samimiyetime de inandı. “Ben Cübbeli Ahmet Hoca’ya ulaşacak birisini bulacağım ve seninle görüştüreceğim” dedi. Gerçekten de bir kaç gün sonra, Hoca’nın bir yakınıyla Taksim’de, Marmara Oteli’nin altındaki kafede oturup, konuyu konuştuk.
Cübbeli Ahmet Hoca, yaşananları öğrenince boş durmamış, şeker hastalığı yüzünden “iktidarsız” olduğuyla ilgili bir rapor almıştı. Bu olaydan kısa bir süre sonra Olçok’la tekrar buluştum. Muhtemelen Olçok aramıştı ve ofisine gitti. Olçok, konuyu Recep Tayyip Erdoğan’a da açtığını, Erdoğan’ın “Cübbeli Ahmet’e bu kadın-kız meselelerinde kefil olamayız” dediğini söyledi.
Sonrasında da Olçok’la sohbet edip, basından, basının geleceğinden konuştuk. Olçok, o gün söz oraya geldiği için özel hayatıyla ilgili epey bir ayrıntıyı anlattı. Olçok’la üçüncü ya da dördüncü görüşmemizdi. Bu kadar açık ve rahat konuşmasını reklamcılık ve halkla ilişkiler konusundaki tecrübesine vermiş, yakınlığı ve güveni için teşekkür etmiştim.
NABİ AVCI’YI ARAMAK İSTEMİŞTİ
Sonrasında Sabah Grubu’nun yaşadığı sıkıntılar sırasında Gerçek Hayat’a geçmemi önermişti. Ancak tam o sırada benim için yeni bir fırsat doğmuş ve ABD’ye gelme şansı bulmuştum. Olçok’la ABD’de bulunduğum iki yıla yakın hiçbir görüşme şansım olmadı. O arada Adalet ve Kalkınma Partisi kurulmuş, seçim kazanılmıştı. Ben Türkiye’ye döndükten sonra, tekrar Aktüel’de başlamıştım.
2003 zor bir yıldı. AKP henüz yeni iktidar olmuş, ne yapacağını bilmez bir haldeydi. Askeri cenah ise kıpır kıpırdı. AKP’nin tek şansı, genelkurmay başkanlığında Hilmi Özkök gibi demokrasiyi özümsemiş bir ismin bulunmasıydı. Ben, o arada haber kaynaklarımı yoklamaya başlamış ve Türk Silahlı Kuvvetleri’nin nabzını tutmaya çalışıyordum. Bir ayağım da Recep Tayyip Erdoğan’ın Emniyet Mahallesi’ndeki evindeydi.
Erdoğan’ın ailesini teslim ettiği, Mustafa Gündoğan’la görüşüyor, olan-biten hakkında bilgi alıyordum. Olçok o sıralarda, daha çok yeni aldığı işlerle konuşuluyordu. Ben fırsat bulup, Olçok’la görüşememiştim. 2003’ün sonlarına doğru, yaptığım haberlerden dolayı işten atıldım. Daha öncesinde de benimle ilgili Sabah Grubu’nun o dönemdeki sahibi Turgay Ciner’e baskılar yapılmıştı. Ciner, dergi grubunun alım işleri tamamlanınca ilk iş olarak beni kapının önüne koymuştu.
Ben o tarihlerde mağdur edebiyatı yapmak yerine, ikinci kitabımın hazırlıklarıyla uğraşmaya başlamıştım. İşte tam o günlerde, Erol Olçok’la karşılaştım. Kuzguncuk’tan Özbekler Tekkesi’nin olduğu Sultantepe’ye çıkıyordum. Olçok da arabasıyla karşıdan geliyordu. Beni görünce arabasından indi ve tokalaştık. Halimi, hatırımı sordu, işsiz olduğumu öğrenince, “Hemen Nabi Avcı’yı arayayım ve sana uygun bir iş bulalım” dedi. Ben, Olçok’un bu teklifini kibarca reddettim. AKP’nin nereye evrileceği konusunda, daha o günlerde kuşkularım vardı. Ancak Olçok, büyük bir vefa örneği göstermiş, yapabileceği bir şey olursa mutlaka aramamı söylemişti.
TEKKEDEN VEDA ETTİ
Olçok, 15 Temmuz’da Boğaziçin Köprüsü’nde oğlu Abdullah Tayyip Olçok’la birlikte hayatını kaybetti. Ölüm haberini kaleme alanlar, cenazenin önce Karagümrük’teki Cerrahi Asitanesi’ne götürüldüğü detayına yer vermişlerdi. Bu Olçok ve oğlunun, Cerrahi Dergâhı’na bağlı olduğunun bir işaretiydi. Cenaze bir gece dergâhta, Hz. Nurettin El-Cerrahi’nin ayak ucunda bekletilmiş, ertesi gün Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Camii’nden kaldırılmıştı.
Olçok’la, siyasi konularda iki karşı kampta bulunsak da birbirimiz hakkında hiç kötü konuşmadık. Olçok benim İslami hassasiyetlerimi gayet net olarak biliyor ve samimiyetime sonuna kadar inanıyordu. El altından bazı arkadaşlarıma da yardım ettiğini, sonradan öğrendim.
Erol Olçok, hayata zirvede veda etti. Sevenleri için takdire rızadan başka bir yol olmadığını da ölümüyle gösterdi. Makamı Cennet, mekanı pirinin yanı olsun…
KAYNAK: KRONOS - https://kronos7.news/tr/erol-olcoka-gecikmis-bir-veda/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.