Oh mu olsun, vah mı olsun? | Doç. Dr. Salih Yücel

Üstad ‘bu hizmet-i kudsiyenin kerâmeti “üç nevi”dir’ der. Birinci nev’i: O hizmeti ihzar etmek ve hâdimlerini o hizmete sevketmek cihetidir.
bu hizmet-i kudsiyenin kerâmeti ile ilgili görsel sonucu
İkinci nev’i: Mânileri bertaraf etmek ve muzırların şerrini def edip, onları tokatlamaktır.
Üçüncü nev’i şudur ki: Hizmette hâlisen çalışanlara fütur geldiği vakit, şefkatli bir tokat yerler, intibaha gelerek yine o hizmete girerler.
Son dört yıldır Hizmet-i İmaniye ve Kur’aniye mensuplarına zulmedenler zecr tokatı üzerine zecr tokatı yiyorlar. İlk defa FETÖ (tabir icin özür dilerim) tabirini kullanıp bunların hepsini sinek gibi ezeceğim diyen adalet görevlisi trafik kazasında sinek gibi ezildi.
Bir gazeteci ‘FETÖ 2016’ya çıkamayacak kahrından ölecek’ diye yazdı. 2016’nin yılbaşı gecesi kendisi öldü.
FETÖ’nün kafasını koparacağım diyen sanatcının trafik kazasında kafası koptu.
Yaranmak için zulmeden ve zulme göz yumanların çoğu mevki ve makamlarından oldular. Zulm için kullanılıp çöpe atıldılar. Bir kısmı da tutuklanacakları korkusuyla tir tir titriyor. Bunların sayısı yüzlerce, belki de binlercedir. Gelecekte tarihçiler bunları tesbit edecek. Onlarca cilt kitap yazılacak. Sırlar Dünyası gibi dizilere üç yüz sene yetecek malzeme çıkacak. Beş on tanesini moral ve ibret olsun diye yazıyorum.
AVUSTRALYA'DA JURNALCİLİK YAPINLAR BİRBİRİNE DÜŞTÜ
Avusturalya’da işi gücü fitne çıkarıp, jurnalcilik yapmak olanların bazısı ülkeyi terketmek zorunda kaldı. Hatta birisi gitmeden önce suçunu anlayıp dostlardan helallik dilemiş.
Birisi Türkiye’de mevki makam kapmak için yalan, tehdit ve iftira attı, jurnalledi fakat istediğinin tam tersi ile arzu ettiği makama sahip olamadı. Depresyonda imiş.
Jurnalcilik yapan iki dînî kuruluşta yönetim kurulu birbirine düştü. Darmadağın oldular.
Birisi her gün hak yolcularının aleyhine çalışıp ‘cennete gidiyorum’ deyip Türkiye’ye gitti. Servetinin yarısını kaybetti. Buradaki işinden oldu.
Bir başkasının başına öyle belalar geldi ki saray gibi evi kendisine zindan oldu adeta. Yanılmıyorsam Avustralya’da son dört yıldır T.C. üst düzey yetkililerin hiç biri vazifesini tamamlayamadı. Hepsini vazifelerini tamamlamadan geri çektiler. Birisi istifa etmek zorunda kaldı. Şimdi vicdan azabı çekiyor.
İki tane masum insanı ISİD’ci deyip Türkiye’ye gönderen bir ülkenin başbakanı ülkesinde ve dünyada rezil rüsvay oldu, rüşvet yemekten yargılanıyor. Ülke tarihinin en rezil başbakanı oldu. Yine masum bir insanı rüşvet karşılığı veren bir başka ülke başbakanı güçlü konumda iken seçimi keybetti ve şimdi rüşvet yemekten yargılanma ihtimali çok yüksek.
12 Eylül 1980 ihtilalcilerinin zulmünden kaçıp Medine’ye sığınan ve orada yıllarca Efendimize mücavir olan Hüseyin Hoca ve arkadaşlarını hasta olmasına rağmen zalimlere teslim edenler şimdi Suudi Arabistan’da idam ile yargılanıyorlar.
Bir başka Asya ülkesinde rüşvet alarak bir hak yolcusunu zalimlere teslim eden gitti-gidecek.
Peki ya en büyükler?
Belki de yine üstadın tabiri ile ağır suçların görüldüğü mahkeme-i kübra’ya bırakılıyorlar gibi.
Evet endişeniz olmasın.
Mazlumun duasu makbuldür, ahı da çıkar aheste aheste. Herkes çevresine baksa pek çok zecr tokadını müşahade edecektir. Zecr tokatlarını yiyenlere ‘oh oldu’ dememek lazım. Belki ‘vah oldu’ demek gerekir.
Beşinci Hulefa-i Raşidîn olarak kabul edilen Ömer bin Abdülaziz “zalimlerin aleyhine konuşmayın. Konuşmalarınız onların ömrünü uzatır” der.
Hem zaten zalimlerin ismi bir mecliste anılırsa rahmet kesiliyor. 
Evet zulmedenler, zulme alet olanların çoğu bu dünyada cezasını çeker. Hatta Allah “Zulmedenlere meyletmeyiniz; sonra ateş size de dokunur” (Hud: 113) buyurur. Ayette geçen ‘Zalamu’ kelimesinden sonra gelen ‘tamassa’ kelimesinin başına ‘f’ harfi gelmesi, dil bilimcilerine göre ‘hemen cezasını çekerler, yani dünyada iken’ demektir. Fakat dünya imtihan dünyası olduğu için çok defa ne zulm edenler ne de zulmedilenler bunu bilir. Şefkat tokatlarına gelince hepimiz kendimizi hesaba çekelim.
Kerbala – Hizmet ilişkisi
Malum Hz. Hüseyin aile efradı ve yakın arkadaşları ile beraber Muharrem ayında hunharca şehid edildi. Mübarek başını koparıp günlerce sokaklarda halkı korkutmak için dolaştırdılar. Şehit ettikleri Hz Hüseyin ve arkadaşlarının cenaze namazını kılmadılar ve onları defn etmediler.
Hz Hüseyin Medine’den ayrıldıktan sonra Kufe’lilerin ihanet haberi gelir. Ama o yoluna devam eder. Kendisine “geri dön seni öldürürler” diyenlere “Dedemi rüyamda gördüm, gitmem lazım. Ben ölümü saadet olarak, zâlimlerle beraber yaşamayı da cürüm olarak görüyorum,’ der. Büyük âlim el-Isfahani “eğer Hz Hüseyin, Yezid’in işlediği günahlar ve yaptığı zulüm ve haksızlıklar karşında dik durmasaydı, artık İslam tarihinde hiç kimse zalimler karşısında dik duramayacaktı” der. Çünkü Hz Hüseyin zulüm ve haksızlık karşısında durmanın sembolü oldu.
Eğer bugün hizmet mensupları bu kadar, yalan, zulüm, haksızlık karşısında olmayıp biat edip “yaşasın kral” diye bağırsalardı, ülkede ne İslam kalırdı ne de doğruluk!
Resmî rakamlara göre zulüm gören 600 bin kişi geleceğin Türkiye’sinde yıkılan insanlık, doğruluk, merhamet, hak ve adalet kalelerini yeniden dikecektir inşallah. Çünkü imanı olan her mazlum istikameti kaybetmediği müddetce bir velidir. 

KAYNAK: http://zamanaustralia.com/doc-dr-salih-yucel/2018/09/oh-mu-olsun-vah-mi-olsun

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.