Hicrî yıl ve muhacir-i zülcenaheynler - Doç. Dr. Salih Yücel

Yeni Hicri Yıl ve hicret üzerinde biraz düşündüm. Hicret ile alakalı bazı ayetlerin farklı tefsirlerine baktım. Peygamberlerin, peygamberimizin ve ashabının hicreti üzerinde tefekkür ettim. Hicret ile sosyal değişimler ve başarılar arasında çok sıkı bir ilişki olduğunu anladım.

İsterseniz Ulul Azm addedilen Nuh (as), İbrahim (as) Musa (as). İsa (as), Hz Muhammed (sav) ve ashabının hayatını inceleyin. Onları ve sahabelerini yücelten en önemli şeylerden biri de hicretleridir.
Ne kadar çok hicret etmişlerse muvaffakiyet de o kadar büyük olmuştur. Peygamberimizin ashabının yüzde doksanı hem de Mekke ve Medine gibi maneviyatın merkezini terkederek değişik kıtalara hicret etmişler.
İslam tarihine bakıyorum. Hicret devam ettikce, İslam medeniyeti büyümüş, gelişmiş, huzur ve saadet olmuş. Ne zaman ki rahat ve rehavetten dolayı hicret azalmış hatta terkedilmiş, işte o zaman çöküş başlamış ve neticede yıkılmış. Bu, batılı ülkelerin kurduğu medeniyet için de geçerli. 18. ve 19. asırlarda misyonerler dünyada gitmedik ülke ve hatta ada bile bırakmamışlar. Neticede son bir asırdır bunun meyvesini topluyorlar.

İNGİLİZ TARİHÇİ: 27 MEDENİYET MUHACİRLER TARAFINDAN KURULDU
Meşhur İngiliz tarihçisi Anrold Toynbee, insanlık tarihinde 27 medeniyetin muhacirler tarafından kurulduğunu yazar.
İslam dünyasında Hizmet hareketi her konuda olduğu gibi, hicret konusunda da bir model oldu. Hoca Efendi’nin manevi önderliğinde İslam dünyasında unutulan bu sosyal sünnet belki de bazı durumlarda farz-ı kifaye olan hicret tekrar ihya edildi. Ama tam hakkını veremiyorduk. Sahabenin yüzde doksanı hicret etmişken onların izdüşümü olan Hizmet Hareketi’nde bu oran çok düşüktü. Sahabe hariç, tarihte hiç görülmeyen bu çapta bir zulüm ile karşılaşınca on binlercesi hicret etmek zorunda kaldı. İstikamet korunursa bu hicret büyük mükafatın bir mukaddemesi olacaktır İnşallah, tıpkı İslam tarihinde hep olduğu gibi.
Dinleri için cebrî hicret edenler muhacir-i zülcenaheyndir. Çift kanatlı bir kuş gibi. Büyük müfessir Fahrettin Razi’nin ifadesi ile “kısa zamanda hem madden hem de manen çok büyük mesafeler kat ederler.” Ancak bunun bir şartı vardır ki o da istikameti korumaktır.
Allahu Teala Kur’an’da “Her kim Allah yolunda hicret ederse yer yüzünde gidecek çok yer de bulur, genişlik de bulur ve her kim Allah’a ve Peygambere hicret kastıyla evinden çıkar da sonra kendisine ölüm yetişirse muhakkak ki onun ecri Allah’a düşer, Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir.” (Nisa: 100).
Ayetin Arapçasında geçen “murağama” kelimesinin kökü ‘rağame’dir. Müfessirler bu kelimeden “onlara zulmeden düşmanlarının da burnu yerden sürünür” manasını çıkarıyorlar. 
Nitekim hep böyle olmuştur. Üstada zulmedip sürgüne gönderenlere Anadolu insanının tabiri ile “bir avuç toprak dahi nasip olmamıştır.”
Ehl-i keşf bir zat bana “Onu Cehennem’de kömür gibi yanarken gördüm.” dedi. Daha nice ehl-i keşf onun bu haline ayan olmuşlardır. Üstad ise gönüllerin tacıdır. Eserleri kırk küsur dile tercüme edilerek Kur’an ve hadisten sonra dünyada en çok okunan olmuştur.
Evet bu cebrî hicretin manevi mukâfatını tam anlayabilseydik, belki uçak ve gemilerle değil, sürüne sürüne dünyaya dağılırdık. Hak yolunda hicret etmek zorunda kalıp istikametini koruyan bu muhacilerin manevi yönlerini keşfedebilseydik, Medine’deki Ensar’ın muhacir kardeşlerine yaptığının aynısını yapmaya çalışırdık. Ne mutlu hicret edip istikameti koruyanlara, ne mutlu muhacir kardeşlerine karşı ensarlaşmaya çalışanlara. Bu vesile ile 1440. hicri yılınız mübarek olsun.
KEŞKE BİLSEYDİK, KEŞKE BİLSELERDİ
İki hafta önce üniversitemin üç gün devam eden bilimsel araştırma forumundaydım. Avusturalya’nın en önemli araştırma uzmanları yaptıkları konuşmalarda akademisyenlerin makale yazmaktan daha çok sivil kuruluşların desteğini alarak toplumu etkileyecek projelere öncelik vermesini istediler. Batıdaki üniversitelerin hepsinin yayından çok bu tür projelere yöneldiğini belirttiler. ‘Fesübhanallah’ dedim. Hayalen geçmişe gittim. Fedakâr Anadolu insanının Türkiye ve dünyada açtıkları  eğitim müesselerini düşündüm. Hizmet müesseseleri kırk küsur yıldır, Hizmet üniversiteleri de son on beş yıldır bunu yapıyorlardı. Demek ki başarılarının nedenlerinden birisi de bu imiş.
Daha önce Hasan el-Banna’nın torunu Tarık Ramazan’ın kitabında meşhur ekonomist Albertini’nin “Halka dayanan eğitim müesseseleri devletinkinden daha çok başarılı olur” dediğini okumuştum.
‘Evet ne büyük nimet içindeymişiz, fakat kıymetini tam bilememişiz, keşke bilseydik’ diye içimden geçirdim. Bu müesseseleri kapatan ehl-i dalalet ve ehl-i hased rüesasının ne büyük bir sosyal ve eğitim cinayeti işlediklerini katıldığım bu forumda bir kere daha katiyen anladım.
Yasin Sûresi’nde Habibun Neccar, inandığı için kendisini öldürmek amacıyla taşlayanlar hakkında “keşke bunlar Rabbimin bana verdiği nimeti (iman) bilselerdi” (Yasin: 26) der. Ben de kendi kendime “Hizmet erlerine bu zulmü yapanlar keşke bu sosyal ve eğitim cinayetini işlerken ülkeye ve insanlığa nasıl bir darbe vurduklarını bilselerdi” dedim. yucelsalih@yahoo.com

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.