BUĞULU PENCEREMDEN- 2 Pırlanta Eserlere İlk Bakış | Gültekin Bibar
Evet ilk yazıda da belirttiğim gibi haddimden efsun bir işe giriştim, artık geri adım atamıyorum. Hele benim gibi çok yazı tecrübesi olmayan birisi için yazmak çok zor.
Dahası konsantrasyona giremeden yazamıyorum.
Yazdığım birkaç yazı 5, 10 gün düşünüp sonra bir oturup yarım saatte vücud buldu.
Bilim adamları düşünceleri okuyan bir cihaz geliştirirse ilk müşterilerinden olacağım.
Siz buna tembellik de diyebilirsiniz.
Sadede döneyim…
Hocaefendi’nin düşünce dünyasını tanıyıp anlamanın kolay olmadığını söylemeliyim.
Bizim cemaatin bana göre en eksik diyebileceğim yanlarından birisi, bu engin fikir galaksisinden yeteri kadar haberdar olamayışıdır. Bizim arkadaşlarımız genellikle Hocaefendi’yi dinler ama okumaz.
Zira bizde “risale okunur, Hocaefendi dinlenir”. Hocaefendi duygu ve hislerimizin canlı olmasını sağlayan bir figürden öteye geçmez, her ne kadar bu bile çok önemli olsa bile… Hatırlayın “Hey gidi günler” vaazında Hocaefendi “yalancı his insanı” tabirini kullanmıştı, yani günlük hisleriyle hareket edip fikir, düşünce, akıl, tefekkür, derinleşme ve tahkikten uzak bir insan türü…
Klasik hizmet tecrübesi böyle bir algıya sebep vermiştir. Gerçi son yıllarda bu hususta bir hayli mesafe alındığını da belirtmeliyim. Ama kesinlikle yeterli olmadığını da vurgulamalıyım.
Okuma derken, yüzünden bir kitabı baştan sona hatim etmeyi kastetmiyorum. Yazarın ruh dünyasına girerek, nerede neyi niçin nasıl anlattığını kıyaslamalar yaparak okumayı kastediyorum. Bu kıyaslamalar gerek yazarın diğer eserleri gerekse başka yazarlar ile kesiştiği ve farklılaştığı alanları göstermesi ve de yazarın konumunun daha iyi anlaşılması açısından ciddi önem arz etmektedir. Başka yazarlar ile kıyas yapılarak okunan yazarlar idolleştirilmez, hiç değilse dışarıdan öyle bir algı oluşmasının önüne geçilmiş olur.
Bir diğer husus yazarın kendine has kullandığı terminolojinin tespit edilmesidir, bunun için bir Hocaefendi sözlüğü hazırlanması gerektiğini Ali Çolak bey çok önceleri seslendirmişti.
Eserlerin daha iyi anlaşılabilmesi için metinlerde geçen referanslara da eğilmek çok faydalı olacaktır.
İşte Hocaefendinin eserlerinin cemaat müntesipleri tarafından bu şekilde okunduğu kanaatinde değilim, çok az istisnalar dışında..
Yıllar önce kendisine “Hocam, Üstad hazretleri risaleleri hep nazara veriyor, hatta nazara verdiği bir yerde de güzel bir cevaptır[1] diyor. Halbuki siz eserlerinizi hiç nazara vermiyorsunuz” (yani biraz eserleri nazara verseniz iyi olur) dedim. Cevaben “Gültekin hoca! Benim karakterim bu, değiştiremem” dedi.
Sonraları bu cevabı uzun uzun düşündüm, evet Hocaefendi çok ama çok mütevazi idi, o yüzden nazara vermez, ancak yazık değil miydi o pırlantalara, gereği gibi tanınıp bilinmemesi ne hazin idi..
Sonraları şöyle düşündüm, Üstad hazretlerinin etrafında halelenen talebeleri arasında ilmiye sınıfından diyebileceğimiz birkaç kişi olmuş. Dolayısıyla da Üstad risalelerin iyi anlaşılabilmesi için nazara verme işini kendisi deruhte etmek zorunda kalmış.
Ama Hocaefendi bu konuda Üstad kadar şanssız değil, bizzat rahle-i tedrisinden geçmiş onlarca profesör var, henüz akademik ünvanı olmasa da yüzlerce talebesi var. Sadece ilahiyatçıları kastetmiyorum. Bu işi deruhte etmesi gerekenler zaten varken, Hocaefendi gibi bir tevazu yarım kelime ile dahi olsa eserlerini nazara vermiyor.
İşte ben kendi adıma düşeni yapmaya çalışacağım inşallah karınca kararınca.
Eğer Hocaefendi’yi anlama kitabı yazsaydım ilk cümlem şu olurdu:
“Yaşamadığı hiçbir şeyi ne yazdı ne söyledi”
O yüzden eserleri mütalaaya alırken hiç unutulmaması gerektir. Yazılanlar ve söylenenler haldir, halin sözlere dökümüdür. Eğer o cümleleri sadece epistemolojik anlamlar ile izaha kalkışırsanız meseleyi kavrayamazsınız.
Hocaefendi yıllarca etrafına hep bunu salıkladı.
Saat kaç diye sorduğunda 3’e 2 i varsa “saat 3” cevabını bile yalan saydı. Hatta telefondaki muhatabına “bi saniye” deyip te 4 5 saniye sonra geri dönen kişiye 3 saniye yalan oldu diye itabda bulundu.
Bu kadar hassas yaşayan bir Arif-i Billah’ın yazdığı eserlerde yaşamadığı hissetmediği hakikatleri insanlara anlatması imkan dışıdır.
O yüzden diyorum ki, eğer Hocaefendi özellikle tasavvufun derin konularını ele alıp yazdı ise o hakikatlerin kahramanı olmadan yapmadı.
Mesele tasavvufa kaymışken hatırlatmada fayda görüyorum ki, Kalbin Zümrüt Tepeleri 2.ciltte bulunan “İnsan-ı Kâmil” makalesi Hocaefendi’yi tanıma adına önemli bir penceredir. Yazı 2000 yılı Mayıs ayında yayınlandı. O yazı yayınlanınca kendimce “işte şimdi kendini ele verdi” demiştim. Hocaefendi’nin konumunu anlama adına demiştim bunu. Yoksa başka sofilerde olduğu gibi kendi ruhi tecrübelerini teker teker yazıp dökme Hocaefendi’nin yapacağı bir şey değildi. Ama insan-ı kâmili anlattığı yazı pekala kendisinden haber veriyordu. O yüzden 5.ci kata talebe olarak seçilen arkadaşlara ilk tavsiyem oydu ki, bu makaleyi iyi okuyup anlasınlar ki, kiminle muhatap olduklarının farkında olsunlar..
Söz buradayken bir hatıramı anlatayım; sene 2005 – ben Rumi Forumda görevli iken-Georgetown Üniversitesinde aylık toplanan bir “Discussion Group” a birkaç defa katılmıştım. Prof. John Borelli’nin ev sahipliğini üstlendiği toplantıya çok yakın dostumuz Prof. Sidney H. Griffith ve diğer sahasında kıymetli bilim adamları katılıyordu. Her ayki toplantı bir kitabın tanıtımı üzerine yoğunlaşıyordu. Hayatını Hz. İsa’nın ruhaniyetini anlamaya adamış Prof. John C. Haughey, S.J, e bir toplantı da Kalbin Zümrüt Tepeleri’nin İngilizceye tercümesi Sufism kitabını özetlemesini istirham etti arkadaşlarımız. O da kabul etti. Gelecek ay heyecanla diyeceklerini duymak için yerimizi aldık.
Hazret bir ay boyunca defalarca kitabı okuduğunu ifade etti, ancak özetlemeye muvaffak olamamıştı.
Zira her cümlesi kitap gibiydi o yüzden yapamadım dedi. İnanılmaz bir şaheser bu demişti.
Program sonunda bana şu soruyu sordu: “ Neden Hocaefendi diğer sofiler gibi kendi tecrübelerini yazmayı tercih etmedi, kitapta sadece kavramlar anlatılmış, yaşanmış keşifler, müşahedeler yok?”
Evet o anda “yaşamadığı hiçbir şeyi yazmaz ama tevazusu buna engel” deyiverdim, ancak muhatabımı ikna edemediğim de aşikardı. O yüzden “İnşallah gelip kendiniz sorarsınız” deyip işin içinden sıyrılıverdim.
Aslında ne iyi olurdu değil mi? Hocaefendi gördüğü bazı müşahedeleri yazsa idi.. ne gezer.. gerçi Kırık Mızrap’ta Müşahede başlıklı bir şiir var, ancak sembolism urbası giymiş.
Burada Üstad’ın risalelerde müşahedelerini (hepsini değil) yazdığını hatırlatalım.
Geriye dönelim biraz
Hocaefendinin engin fikir haritasının görülmesi için dikkatli okumalar, müzakerelere ihtiyaç var. Bu müzakerelerde mukayeseler yapabilmek için de farklı eserleri de bilmenin gerekli olduğunu düşünüyorum. Gelecek yazılarda Hocaefendinin eserlerini kategorize ederek kaynaklarına temas etmek istiyorum inşallah..
[1] 28. Mektup 7.ci risale olan 7.ci mesele (Mahrem Bir Suale Cevaptır)
KAYNAK: http://thecrcl.ca/misafir-yazar-gultekin-bibar-bugulu-penceremden-2-pirlanta-eserlere-ilk-bakis/
Bu Yayına Yorum Yapın