Sevinç “Keşke”leri… [Beklenmedik Yolculuk-9] | Veysel Ayhan




“Bunun üzerine ‘Sema’dan bir münadî; Benim kulum doğru söylemiştir, ona cennetten bir döşek yayınız ve ona cennetten bir kapı açınız’ der. Bunun üzerine cennetin hoş ve güzel kokuları ona gelir ve gözünün alabildiği kadar bir mesafe kabrinde ona genişlik verilir. Güzel yüzlü, güzel elbiseli, hoş kokulu bir adam ona gelir. Bu adam ona: Seni sevindirecek şeylerin müjdesini sana veriyorum. İşte bugün sana vadolunan gündür, der. Ona: Sen kimsin? Yüzün hayır ile gelen kimsenin yüzüne benziyor, diye sorar. Ona, ben senin salih amelinim der. Bu sefer o kişi: Rabbim kıyameti kopart ki ben de aile halkımın yanına ve malıma geri döneyim, diye yakarır.” (Ebû Davûd, 4753)
“Herkes gibi ben dahi muhakkak gireceğim, diye mezarıma hayalen girdim. Ve kabirde yalnız, kimsesiz, karanlık, soğuk, dar bir haps-i münferitte, bir tecrid-i mutlak içindeki tevahhuş ve meyusiyetten tedehhüş ederken, birden Münker ve Nekir taifesinden iki mübarek arkadaş çıkıp geldiler. Benimle münazaraya başladılar…” Bediüzzaman Said Nursi, Lem’alar

Soru faslı hızlı ve problemsiz geçti. Yasin suresinden sonra “salih amelleri” de ona arkadaşlık etmeye gelmişti. İçini hakim olamadığı ve tarifsiz bir heyecan ve sevinç kaplamıştı.
Melekler ayrılmadan önce şimdiden sonra yaşayacakları hakkında ona bilgiler vereceklerdi. Önce kabri kendisine tanıttılar. Mavi elbiseli melek konuştu:
– Burada kıyamet kopana kadar istirahat edeceksin. Bazen uyanıp, gideceğin makamları göreceksin, ziyaretçilerini fark edeceksin. Kadir geceleri bazen Cuma geceleri yakınlarını, arzu ettiğin insanları ziyaret edebileceksin.
– Peki, “Kabir amel sandığıdır” diye öğrenmiştik. Bu ne demek?
– Anlatacağız. “Bazıları çeyiz sandığı elinde şeb-i arusa geliyor gibi buraya gelir. Kimisi de elleri boş bir müflis gibi…” Sen amellerini şimdiden görmek ister misin?
– Evet, görmek isterim.
Melek bir perde açtı, art arda kapıları görünen pek çok salon açıldı.
– Ameller, ya nur veya zulmet halindedir. Zihnin halen dünya ölçüleriyle çalıştığından amellerini görebileceğin şekle dönüştüreceğiz. Nur, nurani eşyaya; zulmet, zulmetli eşyaya kalboldu.
O küçücük kabir peşipeşine salonlara açılmıştı. Her salon depo ve ambar gibiydi. Tıpkı bir süper market veya bir kargo deposu. Bazı raflar parıl parıl, bazı yerler perişandı. Demek ki dünyada ne yaptıysa evrilip çevrilip buraya istifleniyormuş diye düşündü.
Melek “en önemli amellerin şurada” diyerek onu salonlardan birine yönlendirdi:
– Bu kısımda namazların var.
Devasa bir bölümdü. Bir yanda parıl parıl ışıldayan paketler, bir başka yanda pejmürde kutular vardı. Bazılarının kutusu yırtılmış, bazıları kararmıştı. Melek uzandı en üstten bir paket alıp eline verdi.
Atlastan bir ambalajla paketlenmişti. Işık saçıyordu. Kutudan yıllarca koklasa doymayacağı aklı başından alan bir koku yayılıyordu. Çok alımlı kurdelelerle, inci ve elmaslarla süslüydü. “Dışı böyleyse içi nasıldır” diye düşündü. Melek anladı:
– İçine burada bakamayız. Haşirde ortaya çıkacak.
Dayanamadı sordu:
– Niye bu kadar farklı farklı paket var.
– Hayatta iken çok farklı buudda namaz kılmışsın. Mesela bu eline verdiğim namaz çok özenerek kıldığın bir öğle namazı. Tadil erkana riayet etmişsin. Rabbimize güzel teveccüh etmişsin. Kılarken bir yerlere, bir işe yetişeyim endişesi taşımamışsın. Sonra itminan içinde sükunetle uzun bir tesbihat yapmışsın. Dua ile bitirmişsin.
Kafasını kaldırdı “bu tür ne kadar namazım var” diye yukarı baktı. Az sayılmazdı. Şükretti.
– Peki şu ortadakiler?
– Onlar bir yerlere yetişme endişesiyle alelacele kıldıkların, selam verip apar topar koştukların.
Ambalajları yoktu.
“İçi de böyleyse” diye üzüldü. Oysa onlara da diğerleriyle aynı süreyi ayırabilirdi. Acelele etmeyip özenebilirdi. Sonuçta Allah’a sunduğu paketlerdi. İlkleriyle iftihar edebilirdi. Ama bunları Allah’a sunmak utandırırdı.
– Bu en dipteki yırtılmış paketler?
– Onlar nadir de olsa kaçırdığın, aceleyle geciktirdiğin, geçiştirdiğin ve o yüzden de kabul edilmeyenler.
Bu bölüm moralini bozmuştu. Namazdan daha önemli ne işi olabilirdi ki! İşte sonuç ortada. Tüm paketleri ilki gibi olabilirdi. Buna bir engel yoktu.
Melek devam etti:
– Şu raflarda ise kabirde yaşadığın şu aydınlığın, bizimle arkadaşlığının sebebi olan namaz var: “Teheccüt”. Kendini zorlayarak, iterek, sıcak yatağı terk ettiğin namaz. Sadakatle Rabbine yöneldiğin bihemta namazlar. Hem kabirde hem haşirde sana arkadaşlık edecek.
***
“O gün insana yaptığı her türlü iyilik ve fenalık ile;
yapmadığı her türlü iyilik ve fenalık tek tek bildirilir.
Ona göre karşılığını alır.” (Kıyâme Suresi: 13)
– Şimdi sırada herkesin sıkıntılar yaşayacağı bir salon var.
Kütüphane gibi bir yerdi. Ama raflarda kitap yoktu. Dosya ve klasörler vardı. Melek devam etti:
– Bu bölümde kul hakları var. Şuradan başlayalım. Şu bölüm senin gıybet dosyaların…
İrkildi. Yüzlerce dosya vardı, gözlerine inanamıyordu:
– Nasıl yani… Ben bu kadar çok gıybet mi yapmışım?
– Evet maalesef. Birini çıkardı:
– Dosyaların içini açamayız ama kapağını sana okuyabiliriz:
– Ne yazıyor?
– Bu dosya 2011’de Ocak ayının 20.sinde bir toplantıdan. Toplantıda, toplantıya katılmayan biri hakkında uygunsuz bir söz etmişsin.
– Ne demişim?
– Sen bir “kelime” demişsin. Bir dosya onun için. Bir de eki var. İtiraz edip başka gıybet edenleri susturmadığın için bir dosya daha açılmış.
Alt raftan bir dosya daha çıkardı:
– Bu dosya 1998’de Mayıs ayının 18’inde. Bazı arkadaşlarınla beraber hiç tanımadığın bir insan hakkında uygunsuz bir “kelime” demişsin.
– Peki dediğimde haksız mıymışım, yalan mı söylemişim?
– Dosyanın içine bakamayız. Fakat haklı veya haksız olmak önemli değil. Gerçi haksız olsaydın bunun bir de iftira ek dosyası olurdu. Demek ki haklıymışsın.
– Yani tek bir söz için bir dosya mı tutulmuş?
– Rabbimiz, âdil-i mutlaktır. Kimse hakkında gıyabında tek kelime bile konuşamazsın. Keşke bulup helallik alsaydın.
Mühendis “helallik aldıklarım olmuştu.” deyince melek kenarda üzerine kırmızı çizgi çekilmiş dosyaların olduğu rafı gösterdi:
– İşte onlar burada. Hesap dışı tutulmuşlar. Bir de helalleşme amelinin sevabını almışsın.
SÜRPRİZ HARAMLAR
Diğer melek:
– Hayatının son kısmında gıybet, hümeze-lümeze yok. Hastalığın rahmet olmuş seni arındırmış. Güzel. Eğer bu itiyatları devam ettirseydin günahların affı yetmezdi. Azabla arınman gerekirdi. Yoksa insanlar kötü hasletleri cennete taşır. Kibirle, gıybet itiyatlarıyla cennete girilmez.
İçi daralmaya başlamıştı. Yüzlerce dosya gözünü korkutmuştu. Başka bölümler de vardı: “Adaletsizlikler”, “Haram”, “Yalan”, “Harama Nazar”, “Alacaklılar”, “Hümeze-lümeze”, “Kalp Kırma”, “Eşe zulmetme”… diye… “Haram” dosyasına gözü takılmıştı:
– Haram bölümü neyin nesi? Ben haram mı yemişim?
Melek oradan bir kağıt aldı. Okudu:
– Yediklerinle ilgili. Mesela hayatın boyunca yekûn alındığında 1425 dirhem hınzır eti yemişsin. 723 dirhem laşe var. Diğer tablolar da var. Bu habisâtı yediğin zamanlar aylarca bünyende kalmış. Amellerine tesir etmiş. Basiretini bağlamış.
Şoke olmuştu. Güya çok dikkatli yaşıyordu. Güya her yediğine dikkat ediyordu. Kendinden iğrendi.
Diğer bir bölüme geldiler. Küçük bir salondu ve yine raf raf dosyalar vardı.
– Burada alacakların var. Senin hakkında konuşanların ettikleri gıybetler, iftiralar, su-i zanlar. Ve diğer alacaklı oldukların. Bunların sahiplerinden varsa sevap olarak tazmin edeceğiz. Yoksa senin günahlarını yüklenecekler.
– Şu kısım “İsraf” bölümü. Senin için iki kısım açılmış. Şahsi israfların. Bunlar küçük dosyalar. Ama şunlar tehlikeli.
– Onların farkı ne?
– Onlar senin üzerinde emanet olan paralardan yaptığın israf ve savurganlıklar. Yöneticilerinden biri olduğun hayır kurumununa vakfedilen paralar olmuş. Verenlerin beklediği gayeler tahakkuk etmemiş. Zaruri olmayan harcamalar yapmışsınız sen de üyü olarak onaylamışsın.
İlk sevinç ve huzuru gitmiş, içini bir kötümserlik kaplamıştı. “Niye dikkatli yaşamadım, niye lüks ve debdebeye harcanan paralara itiraz etmedim.” diye kahroldu. Kendini levmetti.
AFFEDİLENLER
Melek, onun çok üzüldüğünü görünce yolu değiştirdi. “Affedilenler” bölümüne yöneldi. Büyük bir kapıdan girdiler. Neredeyse yerden göğe dosyalar ve kutular dizilmişti. Melek korktuğunu görünce:
– Korkma, burası sevinme yeri. Bunlar senin günahların. Ama hepsinin üstü kırmızı ile çizilmiş. Yani Rabbimiz senin tevbe ve bazı salih amellerinle bunları affetmiş.
Derin bir oh çekti. Bunlar iyiydi de aklı az öncekilerde kalmıştı.
Oradan çıktılar. “Sevap” bölümüne geldiler. Burası sanki bir altın ve mücevher deposuydu. Dev bir kuyumcu dükkanı gibiydi. Yerden göğe külçe külçe altınlar, ne olduğunu çıkaramadığı mücevherler vardı. Atlastan kutularda, ipeklere sarılmış halde dizilmişlerdi.
İçi sevinçle aydınlandı:
– Bu kadar çok sevabı ben mi işlemişim?
– Hayır, sadece şu küçük bölüm senin.
– Diğer büyük kısım?
“İŞTİRÂK-İ Â’MAL-İ UHREVİYE”
– Diğer kısmı sen ve tüm arkadaşlarının beraber yaptığınız salih amellerden gelmiş. Emr-i bil maruf, nehy-i an’il münker, kurban, iaşe yardımı… Sen bunları bizzat yapmadığın halde hisse almışsın.
– Nasıl anlamadım.
– “Müşterek ameller” nuraniyet kazanınca her yapana aynı miktarda sevap getirmiş. Siz ona  “İştirâk-i â’mal-i uhreviye” düsturu diyorsunuz.
Melek oradan bir külçe aldı. Üstündekini okudu:
– Mesela bu. Susuzluk çeken insanlar için su kuyusu açmışsın.
– Ama ben hiç su kuyusu parası vermedim? Kuyu da açtırmadım.
– Evet. “Allâh’ın rahmet ve kudret eli cemaat üzerinedir.” (Tirmizî) “Allah’ın eli, hepsinin ellerinin üstündedir.” (Fetih: 10) Beraber yaptığınız, içde olduğun cemaatin yaptığı her her salih amel Allah’ın lütfuyla hepinize ayrı ayrı kaydedilmiş.
– Yani tüm arkadaşlarımın, bütün hizmet gönüllülerinin yaptığı iyiliklerden ben yapmış gibi hisse mi almışım?
– Evet. Yoksa sadece kendi amellerinle o kadar günahla baş edemezdin.
Sonra sabır bölümüne geldiler. Sabra büyük bir yer ayrılmıştı. Buradaki altın ve mücevherler öncekilerden daha alımlıydı. Bölüm bölüm, raf raf ayrılmıştı. Eşe sabır, evlatlara sabır, arkadaşlara sabır… Çok bölüm vardı. Musibetlere sabır, Rabbimizin emirlerine sabır… diye devam ediyordu.
Melek konuştu:
– Dünyada sabrettiğin her şey, burada birer birer temsil ediliyor.
Bir elmas parçası aldı etiketini okudu:
– Bir arkadaşın sana ağır bir söz söylemiş. Cevap verebileceğin halde Allah rızası için, kardeşliğiniz bozulmasın diye susmuşsun. Bu amelin bir elmasa dönüşmüş.
Bir başka bölüme geldiler.
– Burası senin bağış, sadaka ve yardımların.
– Ben basit bir mühendisim. Fazla bir yardım yapamazdım ki?
– Az da olsa vermişsin. Hem ihtiyaç sahiplerinin en zor döneminde onlara ulaştığı için çok değer kazanmış.
Birini bir eden Rabbine hamdetti.
– Herkes Rabbimizin kendisine ihsan ettiğinden ne oranda verdiyse o kadar yazılır. Verilenin miktarı değil “oran” önemli.
Bir başka bölüme geldiler. Kapısı kapalıydı. Melek etiketine baktı:
– Bu bölümde karşılığı Rabbimize ait amellerin saklı. Biz o kapıyı açamayız. Rabbimize hizmetinden dolayı gasbedilen malların ve elinden alınan mesleğin burada. Hastalanmadan önce 11 ay zindanda işkence görmüştün. Sana ziyet etmişlerdi. Onlar var. Eş ve çocuklarından ayrılmış, hicran ve hasretle yanmıştın. Onlar var. Bunların karşılığını biz takdir edemeyiz.
– Ama şunu diyebilirim ki amellerinde böyle bir bölüm bulunanlar, insanların en talihlileri. Hiç bir sevap bölümü burası ile kıyas edilmez.
Gözleri sevinçle yaşarmıştı. Bir kere daha “Keşke daha fazla gayret etseydim, keşke daha fazla koştursaydım da bu lütuflara layık olsaydım” diye burnunun kemiği sızlayarak iç geçirdi.
“DUA EN BÜYÜK TEMİNATTIR”
Büyük bir kapının önüne geldiler: Kapıda büyük harflerle “DUA EN BÜYÜK TEMİNATTIR” yazıyordu.
Melek:
– Burası en kıymetli kısım. “Dua”ların toplanmış. Bir insanın amellerinde bu bölüm yoksa bu alemde hiç bir değeri olmaz.
İçeri girdiler. Daha önce görmediği ışıltılı, rüya gibi bir alemdi. Enva-i çeşit renkler, akıl almaz parlaklıklar, efsunlu kokular… Dualar tasnif edilmişti. Gözü kamaştı. Melek konuştu:
– En güzel duaların şu bölümde: Izdırap içinde ettiğin dualar. Rabbimize naz değil niyaz içinde ettiklerin. Sitem ve itiraz taşımayan dualar. Kimselerin görmediği yerlerde ızdrapla inleyerek yaptığın, göz yaşıyla seccadene yıkıldığın dualar. Çaresizlikle bir muztar olarak ettiğin dualar.
Diğer melek:
– Ki o dualarını yaptığında binlerce melek seninle saf tutuyor arkandan “amin” diyordu. Sen göz yaşlarını silip duanı bitirdiğinde binlerce melek senin dualarını göklere taşımak için birbirleriyle yarışıyordu. Bazen böyle bir dua on yıllık salih ömre bedel olur.
Bunları duyunca gözleri yine yaşardı. Birbirinden değerli bu duaları etmesine vesile olan o ağır musibetler için Rabbine hamdetti, teşekkür etti.
Geldikleri yere dönmüşlerdi. Melekler “şimdi de sana Cehennemi göstereceğiz” dediler. Melek eliyle bir perde açtı. Gördüğü manzara öyle korkunçtu ki ister istemez kendini geriye attı. Gördüğü şeyleri anlatacak söz yoktu. Bakmaya dayanamadı.
Meleğe döndüğünde elinde billurdan, kristal bir şişe vardı. Işıldıyordu. Kendisine uzattı:
-Bu şişede senin ızdırap ve tevbe gözyaşların var. Bu elinde olduğu sürece cehennem seni kabul etmez, ateş seni yakmaz.
Kendine o ağır imtihanları ve ızdırapları lutfeden Rabbine teşekkür etti. Gözleri yaşardı. Korku ve sevinç göz yaşları birbirine karışmıştı.
Melek devam etti:
– Korkma, endişe etme. “İyi bilesiniz ki Allah’ın velîlerine korku yoktur, onlar üzüntüye de uğramazlar.” (Yunus: 62)
Melek perdeyi kapatıp ona döndü:
– Bu korkunçluğu Sizin ve Bizim Efendimiz aleyhisalat-u vesselem size haber vermişti: “Eğer ölülerinizi defnetmeme endişesi taşımasaydım, kabir azabını sizlere işittirmesi için Allah’a dua ederdim.” (Müslim, Cennet 17)
Sevincini ve Cehennem’in korkunçluğunu ailesine anlatmayı ne kadar çok isterdi ama göründüğü kadarıyla mümkün değildi.
Mavi elbiseli melek ayrılmadan Asr suresini okudu:
“Yemin olsun asra. Gerçekten insan, hüsrandadır, ziyandadır. Ancak şunlar müstesna: İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, bir de birbirlerine hakkı ve sabrı tavsiye edenler.”
Meleklerden işiteceği son sözler bir hadis metninde kayıtlıydı:
“Allah seni Kıyâmet günü şu merkad’inden ba’s edinceye/uykundan uyandırıncaya kadar rahat uyu; ailesinin en sevdiği ferdi tarafından uyandırılacak gelin-güvey gibi uykuya yatarak huzurla uyu.” (İ. Mace, Zühd 32, Tirmizî, Cenaiz 71)
Melekler ayrıldığınca çoktan huzur ve itminanla uykuya dalmıştı.
***
Ey okur, bu uğursuz sözleri duyunca ne olduğumu düşünebilirsin, oradan hiç dönemeyeceğimi sandım inan ki.
Cehennem VIII. Kanto
Dizelerim, öteki kayaların üzerine bindiği
bu korkunç deliğin gerektirdiği gibi
sert ve acı olabilseydi,
daha eksiksiz dile gelirdi
düşüncemin özü; ama böyle dizelerden yoksunum
ve çekine çekine konuşuyorum.
Cehennem XXXII. Kanto

Kaynak: http://www.tr724.com/sevinc-keskeleri-beklenmedik-yolculuk-9/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.