Bireysellik ve Toplumsallık | Halit Emre Yaman


İnsan fıtratında birbirini dengeleyen bireysel ve toplumsal yönler vardır. Kişide bu denge sağlandıysa topluma faydalı biri olur. Bu denge sağlanamadıysa ortaya anormal bir durum çıkar.
Toplumsal yönü ağır basan kişilerin bir kısmında şahsiyetsizlik söz konusu olabilir. Oturmuş bir fikri yapısı olmadığından her sesin arkasından koşar, her ortama girer çıkar, şartlar gereği bugün ak dediğine yarın kara diyebilir. Hele bir de donanımlı değilse sadece kemiyetine bakılan biri olur. Böyle zavallılar olsa olsa ancak diktatörlerin elinde kukla veya diktatörlüğün devamı için yardakçı olur. Tarihin her döneminde diktatörü diktatör yapan köle ruhlu insanlar vardır. Bu yazının konusu bireyselliği ön plana çıkanlar olduğundan bu kadarlıkla yetinelim.
Bireyselliği daha baskın kişi içine kapanık ve asosyal biri olur veya tam tersi düşmanca tavırlara sahip bir egoist olur. Her iki durumda da anormallik söz konusudur.
İçine kapanan, her şeyden el etek çeken, toplumla alakasını kesen ve sosyal hayatta pek varlık göstermeyen kişilerin bireysel yanları gelişmiş olsa da toplumsal yanları kaybolmuştur. Bu tip insanların topluma zararları olmaz. Hatta yaptıkları çalışmalarla yer yer topluma faydalı oldukları söylenebilir. Birçok bilim adamı, sanatçı ve yazarı bu kategoride değerlendirebiliriz.
Günümüzde iletişim mecralarının artması, bilgiye kolayca ulaşılabilmesi, alışverişlerin internet üzerinden yapılması vb. durumlardan dolayı insanlar toplum hayatından kopmaktadır. Doğrudan doğruya hayatın içinde olmayan ve insanlarla münasebet kurmaktan hoşlanmayan kişilerin ilişkileri de sınırlıdır. Daha çok kendisini anlayabilen insanlarla birlikte olmayı tercih ederler. Genel olarak topluma zararı olmayan bu kişiler belki yakınlarını ihmal ettiklerinden dolayı suçlanabilirler.
Şimdi asıl konumuza gelelim… Esas tehlikeli durum egoistlerdedir. Bu tipler kendilerinden başka kimsenin varlığını kabul etmezler. Çünkü başkalarını kabul ettiklerinde kendilerinin yok olacağı vehmine kapılırlar. Bu yüzden de hiç kimseyi sevmez, onları kıskanır hatta nefret ederler.
Oysa karakterindeki bireysellik ve toplumsallığı dengeleyen kişide şahsiyet gelişmiştir, toplumu sever ve insanlarla iç içe olur. Fıtratına yerleştirilmiş diğer özellikler sayesinde içinde, bulunduğu toplum onu lider yapar. Bu konuma yükseltilmiş lider gücünü toplumdan alır ve icraatlarında topluma güvenir, dayanır. Bu davranışıyla toplumun gelişmesini sağlar. Toplum da böyle bir lideri sever ve ondan istifade eder. Karşılıklı güvene dayanan bu anlayışta liderin herhangi bir dikta yoluna başvurmasına gerek yoktur.
Ruhi bir hastalığın tezahürü olan diktatörlükte böyle bir dayanışma ve iletişim söz konusu değildir. Çünkü diktatör kendisinden başkasına tahammül edemez. Kimde bir güç olduğunu tespit ederse onu sindirmek, beceremezse yok etmek ister. Bunun için her yolu dener. Onun için önemli olan topluma değil, kendisine faydalı olmaktır. Egoizmin temelinde zaten kendi menfaatini gözetmek vardır.
İnsanın, Allah’ın verdiği bazı kabiliyetleri yerinde kullanmayarak diğer insanlara karşı üstünlük taslaması, onun ruh dünyası adına ciddi bir hastalık emaresidir. Böyle insanlar, her ne kadar akıllı, başarılı, becerikli görünseler de, psikolojik bir hastalık içindedirler ve mutlaka tedavi olmaları gerekir.
Maalesef günümüzde egoizm öldürücü ve bulaşıcı yaygın bir hastalık hâline gelmiştir. Öyle ki dindar olanlar bile azıcık bir teveccüh karşısında hemen kendilerini belli makamlara layık görmeye başlıyorlar. Oysaki kişi Allah’ın bahşettiği bu kabiliyet ve lütuflar karşısında iki büklüm olmalıdır. Her insanın benliğinde bulunan görünme ve takdir edilme duygusu ile ilgili olarak Bediüzzaman “İnsanda büyüklüğün mikyası küçüklüktür, yani tevazudur. Küçüklüğün mizanı büyüklüktür, yani tekebbürdür” demek suretiyle bir ölçü koymuştur.
İnsan kendisinin egoist olup olmadığına dair basit bir test yapabilir. Mesela bir dostunuzun size: “Kendine dikkat et, yanlış yapıyorsun!” veya “Sen böyle değildin!” gibi bir ifade kullandığını düşünün… Bu durumda “Haklısın” veya “İhtar ettiğin için Allah razı olsun” diyebilecek olgunluğu gösteren kişi egoizmden uzak demektir. Bu yaklaşım belki tasavvufi oldu ama en azından “Bunda gerçeklik payı olabilir mi?” diye düşünen kişi henüz egoist değil demektir. Böyle bir ihtara maruz kalan diktatörlerin yapacağı şeyin ne olduğunu tahmin edersiniz sanırım: arkadaşlığı kesmek, görevden almak, mağdur etmek hatta hayatına kastetmek…
Egoizm öyle kendi kendine oluşan bir hastalık değildir. İnsan yaptığı işten dolayı elde ettiği başarıyla kendini farklı görüp farklı hissetmeye başlar. Bir süre sonra da farkına varmadan “bulunduğum konum bunu gerektiriyor” veya “sizin bilmediğiniz şeyler var” gibi cümlelerle diğer insanlara tepeden bakar ve kimsenin sözüne itibar etmeyerek bir egoist haline gelir. Bu kişi devlet başkanı ise ona kısaca diktatör diyoruz.
Büyük İskender’i bilirsiniz… Aristo’nun öğrencisi idi ve zeki biriydi ama bir tutkusu vardı: Dünyaya hakim olmak… Zira o bunun için yetiştirilmiş egosu okşanarak bunu yapabileceğine inandırılmıştı. Otuz üç yaşında hedefine ulaştı; bilinen dünyayı fethetti ama ülkesine bir “Fatih” olarak dönemedi ve Atina’ya bir günlük mesafede öldü. Ölümünü erteleyememişti.
İnsan başbakan olabilir fakat Muhammed Ali’nin önünde aşağılık kompleksine kapılabilir. Çünkü onda fiziki kuvvet yoktur. Muhammed Ali onun burnuna okkalı bir yumruk atabilir ve o yere sırt üstü yapışır. Aynı şekilde insan cumhurbaşkanı olabilir ama Albert Einstein ile karşılaştığında bir pigme gibidir, bir cumhurbaşkanı değil bir pigme. Bu yüzden egoist devlet adamları hele diktatör vasıflı olanlar böyle başarılı insanlarla bir araya gelmek istemezler. Çünkü onlar fiziki veya zihni çalışmalarla o konumu elde etmişlerdir; ayak oyunlarıyla, süslü sözlerle, birilerinin algı operasyonlarıyla, gizli saklı yapılan pazarlıklarla değil.
Evet, egoizm insanın hastalığıdır ve menfaat grupları böyle bir hastalığa müptela devlet adamlarının iyileşmesini, sağlıklı ve sağlam olmasını istemez. Sürekli onun paranoyalarını besleyerek kendi refahını ve gücünü devam ettirirler. “Sen Allah’ın seçilmiş kulusun, senin dünyayı yönetmen lazım” ve bunun gibi pek çok sözle onun kim olduğuyla ilgili sahte bir hava oluşturup ona “Führer, Dünya Lideri…” gibi isimler verirler. İşlem tamamdır, artık bu isim etrafında menfaatler, ihaleler, gizli kapaklı işler yapılır durur. Bunun bir de dindar versiyonu vardır ki çoğu zaman hüsnü zan ve saflığın tezahürüdür: “Efendi hazretleri, Muhterem hocam, Mübarek abi…”
Hangi şekilde olursa olsun bu tür sözlerin muhatapları er veya geç kendilerinde bir kudsiyet ve büyüklük olduğu düşüncesiyle diktatörlüğe doğru yol alacaklardır. Reçeteyi yıllar boyunca işinin ehli olan insanlar yazmıştır. Her biri ayrı bir kitap konusu olanlardan bazıları: Allah korkusu, kul hakkı, istişare, tevazu, okumak-öğrenmek, …
Her insan az-çok egoisttir, hatta bunun ifrat ve tefrite bulaşmamış halinin faydalı olduğu söylenebilir. Karanlık gibidir egoizm. Işığın varlığı karanlığı yok eder ama ışık yok olursa karanlığın hükümranlığı tekrara devreye girer. Nasıl ki karanlığı doğrudan yok etmek mümkün değilse egoizm duygusunu insanın içinden atmak mümkün değildir. İnsanı eşref-i mahlukat yapan özellikler uykuya dalarsa meydanı boş bulan başka süfli duygular gibi egoizm de hortlar ve bastırılmış düşünceler hayata geçirilmeye başlar.
Bu yazıyı okuyanlar birilerini tarif ettiğimi düşünebilirler, mahzuru yok. Bana düşen bir gerçeği ortaya koymak. Varsın bu gerçek kiminle örtüşüyorsa örtüşsün…
KAYNAK: http://www.yenihamle.com/2018/08/05/bireysellik-ve-toplumsallik/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.