Teslim olmamak-2 | Levent Kenez
İçinden geçtiğimiz karanlık bu tünelde yol alırken manevi destek şart olmakla beraber hayatın gerçeklerinden kaçmak mümkün değil. Bu gerçeklerin en başında geçim ve hayata devam edebilmek geliyor. Bu yazıda Türkiye’de sosyal ölüme terk edilmiş, iş bulması neredeyse imkansız ya da niteliklerinin çok altında işlerde emeği suistimal edilecek mağdurlardan yurtdışına çıkmayı düşünenlere seslenmek istiyorum.
Yaklaşık iki yıldır yurtdışında yaşamak zorunda kalan birisi olarak Türkiye’den birçok arkadaşla konuştum. Ciddi olarak çıkmayı düşünen, yurtdışına çıkmasında risk olanlardan bu riski göze alabileceğini söyleyen ve imkanı olan bütün mağdurlara bir an evvel çıkmasını tavsiye ettim, ediyorum.
Bunun en temel sebebi Türkiye’de kalıp bir sabah kapının polis tarafından çalınıp çalınmayacağı endişesi ile yaşamaktansa en azından yurtdışında özgür bir ortamda yaşama tutunmaya çalışmanın daha iyi bir fikir olması. Ülkede kalıp atıl olarak yaşamak zorunda kalmaktansa bir hareketin, bir denemenin daha iyi bir seçenek olduğunu düşünüyorum.
Hakkında herhangi bir soruşturma olmayan ya da bu sürecin kendisine dokunmayacağı belli insanlara da benzer tavsiyede bulundum. Türkiye’nin yakın geleceğinde daha iyi bir ülke olacağına dair bir emare yok. Can ve mal güvenliğini düşünen herkesin alacağı tedbirlerden bir tanesinin mekan ve ortam değiştirmek.
Kendim kaçak yollarla yurtdışına çıktım. Ve bundan hiç pişman değilim. Adaletten falan da kaçmadım. Bilakis ülkede adalet olmadığı için kaçtım. Business Class’ta portakal suyu içerek yurtdışına çıkmıyor insanlar. Yakalanma riskinden tutun, sevdikleri ile beraber can güvenliklerini riske ederek çıkıyor. Buna mecbur bırakıldıkları için. Bu zulmü yaşatanlar bu dünyada da öbür dünyada da iki yakasını doğrultamasın. Bu uğurda hayatını kaybeden canların yürekleri parçalayan hikayelerine şahit olduk. Ne trajik çıkış hikayelerini de belki süreç sonunda anlatacak insanlar. ‘İnsan sevdiklerini riske atar mı?’ diye yalancı empati kasan edebiyatçı görünümlü İslamcı iki yüzlülerin ya da 12 Eylül’de sürgün günlerini destanlaştıran bugünlerde bir ay daha maaş almak için köpekleşen eski solcu militanların, terbiye edilmiş gazetecilerin tacizlerini boşverin. Hapishanede olan herkesin yurtdışına çıkanlarla ilgili duygusal ya da rasyonel her sözüne eyvallah. Onlar farklı. Ben de hapiste olsam aynı şeyleri düşünürdüm, düşünebilirdim. Ancak kimse adaletten kaçmadı, kimse de bir diğeri kaçtığı için içeride değil. ‘Şu olsaydı beni almazlardı’ diyen varsa gerçekten çok yanlış düşünüyor. Hele hele 15 Temmuz’dan çok önce çıkmak zorunda kalan insanlara yapılan suizanlar üzücü.
Hep beraber yatsaydık. Olur. Zaten elin ecnebisi de cemaat mağdurlarının haklarını savunmak için hazır kıta bekliyordu. Devletin bütün imkanlarına, dağıttığı milyar dolarlık ihalelere, çantalar dolusu rüşvete rağmen hala yurtdışında bugün, 15 temmuz resmi söylemine kimseyi inandıramamasının ve hizmet ile ilgili havanın kabusa dönüşmemiş olmasının en temel sebebi yurtdışına çıkmış insanlardır. Onları kanlı canlı görüp bunlar terörist olamaz denmesidir. Hala ülkedeki mağduriyetler öyle ya da böyle, olması gerektiğinin altında olmakla beraber bir şekilde gündem olabiliyorsa da sebebi budur. Neyse uzun hikaye, bu meseleye başka zaman yeniden döneriz. Yurtdışına çıkış tercihinizde bunlar belirleyici olmasın diye söylüyorum.
Yurt dışı cennet mi? Elbette değil
Kimse kollarını açmış bizleri beklemiyor. Ancak medeni ve sosyal devletlere gelmiş insanlar için hayata tutunmak biraz daha mümkün. Bulunulan ülkeye entegrasyon adına dil eğitimine öncelik veriliyor. Bu esnada geçim ile ilgili bir destek var. Eğer dil olayını ciddiye alırsanız, mesleğinizi yapmak için önünüzde imkanlar çıkıyor. Bu bağlamda özellikle öğretmenlerin, akademisyenlerin, mühendislerin, doktorların, esnafların ve bireysel yetenekleri ile iş yapan kişilerin şansı biraz daha fazla. Diğer meslek dallarındaki insanlar da sisteme dahil olmak için değişik işler yapabiliyor. Oturum alabilmenin önemli bir şartı mağduriyeti belgeleyebilmek. Salt ekonomik sebeplerle gelenlere pek sıcak bakılmıyor. Eğer ailenizle çıkmayacaksanız, aile birleşimi için daha avantajlı ülkeleri önceleyin.
Yurtdışını tavsiye etmemin bir diğer sebebi de çocuklar. Onların daha iyi bir eğitim almalarının yolunu açabilirsiniz. Bir çok dili iyi derecede bilmeleri, dünya vatandaşı olmaları, Türkiye’deki her türlü endoktrinasyondan etkilenmemeleri ve çocukluklarını yaşamaları onlar için de önemli bir yatırım. Ya dejenere olurlarsa? İnanın Türkiye’de halı altına süpürülüp devam eden ikiyüzlü ortamdaki riskten ne fazla ne de az.
Türkiye’de duramayıp nefessiz kaldığını hissedip “Yurtdışına çıkalım tamam da biz orada ne yaparız, ne yer içeriz, nasıl tutunuruz?” diye düşünmek tabii ki çok doğal. Git-gel yaşamamak mümkün değil…Türkiye’deki ortamdan dolayı denemekten bir şey kaybedilmeyeceği gibi, Türkiye’ye istenirse bugün olmasa bile yarın dönmek her zaman mümkün. Hem atıl olarak geçecek zamana bir yurtdışı deneyimi ekleyerek. Bu konuda duygusal düşünenler, TR724’teki Bülent Keneş’in bununla ilgili dünkü harika yazısınımutlaka okumalı.
Ülkedeki kötücüllüğe teslim olmama adına yeni bir hayat kurma girişimini de direnmenin bir parçası olarak görüyorum. Aman çıkalım da Türkiye’dekilere ne olursa olsun bencilliği değil. Can ve mal güvenliği esastır bu tehlikede olduğu sürece hicret etmek elzemdir. Çıkamayanlar da başka bir kahramanlığa imza atmaktadır. Süreç ne zaman biterse bitsin bütün bu hizmetlerin anavatanı, motor gücü, medar-ı iftiharı yine Türkiye olacaktır. Sosyal medya gazıyla artistlik yapıp sonra kuyruğu kıstırıp kediye dönenlere inat ülkemizin her yerinde yine göğsümüzü gere gere dolaşacağımız günler gelecek. Bundan zerre şüpheniz olmasın. Bu esnada yurtdışında ne kadar çok insan olursa olsun kazançtır. İlerideki Türkiye için, temsil için, asla bitiremeyecekleri güzelliklerin yayılması için.
Kaynak: http://www.tr724.com/teslim-olmamak-2/
Bu Yayına Yorum Yapın