Siyasetin dine müdahalesi | #AhmetKurucan #TR724
Geçen haftaya damgasını vuran iki hadiseyi birer cümle ile aktarıp tahlilime geçeceğim. Ahmet Maranki 24 Haziran seçimlerinde AKP’nin başarılı olamaması durumunda Belgrad ormanlarında gömülü silahları çıkartacaklarını söylemiş.
İkincisi ise; sosyal medyada “Yok artık!” veya “Yuh artık” başlıkları tepki gören AKP Genel Başkan Yardımcısı Mustafa Ataş’ın bir iftar yemeğinde söylediği şu sözler: “Erdoğan’ı bu ülkede başkan yapmadan bize uyku haramdır. Bize çoluk çocuğumuz, ailemiz haramdır. Eşimiz dostumuz haramdır.”
“Bizim partimize oy vermeyenler patates dinindendir”, “Allah’ın bütün vasıflarını toplamış lider” gibi sözleri yakın geçmişten hatırladığım için hiç şaşırmadım. Daha ötesini de diyebilirler. Söylemlerini eyleme geçirseler, söz gelimi gömülü olduğunu söyledikleri silahları çıkartıp ortalığı ateşe verseler ya da Erdoğan başkan oluncaya kadar uyumasalar, eşleri ile aynı yatağa girmeseler, çoluk-çocukları, anne-babaları, eş ve dostları ile münasebeti kesseler yine şaşırmam. Tabii ne kadar ve nereye kadar onu kestiremem; hukuk ne zaman devreye girer, fıtratla savaşmaya giden bu yolun neresinden geriye dönerler bilemem ama en azından düşüncelerini eyleme dökebilirler. En büyük delilim; yaptıklarıdır. Kendi sloganları ile yaptıkları yapacaklarının en büyük delilidir. Neden?
Can alıcı sorunun cevabına geçmeden önce bu iki örnekte yer alan davranış biçiminin adını koyalım; fanatizm. Fanatizm, “Bir kimseye veya bir şeye aşırı düşkünlük ve tutkuyla bağlılık” diye tarif edilir. Psikologlar kişilik bozukluğu olarak tanımlıyor fanatizmi. Türkçemizde bunu en iyi karşılayan deyim her halde bağnazlık ve taassup olsa gerek. Otoriter toplumların genel özelliği aynı zamanda. İnandığı kişiden başka hiçbir şeyi gözü görmeyen bir insan tipi düşünün; işte bu o. Körü körüne bağlılık. O kişi hakkındaki muhalif her düşünceye tahammülsüzlük. Gerçekten ve hakikatten kopuk sanal bir dünya. Sadece fikri, zihni ve kalbi düzeyde kalan tahammülsüzlük olsa iyi; bunu bir adım daha ileri götürüp muhalifinin başını ezme, gerekirse yok etme gibi eylemlere kadar insanı sürükleyebilecek adeta inanca dönüşmüş bir kabul fanatizm. Yukarıdaki alıntıları isterseniz bu izahları da aklınızda tutarak bir daha okuyun.
Neden?
Bir kişinin, bir kitlenin veya bir toplumun bu hale sürüklenmesinin altında elbette birçok neden vardır. Ben ilgi alanım açısından sadece bir tanesine işaret edeceğim; siyasetin dine müdahalesi. Son dönemlerde İslam dünyasının yetiştirdiği en çaplı entelektüellerden biri olan Muhammed Cabiri’nin bir sözüyle başlayayım. O der ki: “Siyaset, dine inanç düzeyinde müdahale ettiği zaman fanatizm inanç alanında; şeriat/hukuk düzeyinde müdahale ettiğinde ise şeriat/hukuk alanında meydana gelir.” Ne yazık ki Türkiye’de 16 yıllık AKP iktidarı boyunca ikisi de oldu, olmaya da devam ediyor.
Diyanet işleri Başkanlığının almış olduğu pozisyon ortada
İnanç düzleminde oldu. Kemik taban dedikleri kitlede bunun nice tezahürlerini görüyoruz. Havuz medyasında yazılı ve görsel olarak her gün çarşaf çarşaf yayınlanan haberler, yorumlar, programlar bunun göstergesi. Diyanet işleri Başkanlığının almış olduğu pozisyon ortada. İstisnalar tabii ki hariç parti ve devlet müftüleri haline gelen İlahiyat akademisinin yazdıkları ve konuştukları herkesin malumu. Şeriat/hukuk düzeyinde oldu. Doğu Perinçek’in sözüyle “siyasi iktidarın köpeği” haline gelen ve getirilen hukuk ile yüzbinlerce insan işinden, eşinden, asından ve en önemlisi özgürlüğünden oldu ve hala olmaya da devam ediyor.
Bir kez daha neden diyelim sözün burasında. Cevabım yine aynı; zihniyet. Müslüman siyasi aklının oluşumuna bakmak lazım bu tabloyu anlamak için. Cabiri bu açıdan önemli biri isim. ”Çağdaş Arap-İslam Düşüncesinden Yeniden Yapılanma” kitabında bir manada özetini sunduğu dört ayrı eserinde ele aldığı konu bu zihniyet meselesi. Arap İslam aklının, öğelerine ayıracak olursak siyasal, kültürel ve ahlaki aklın oluşumunu incelediği devasa eserlerden bahsediyorum.
Cemel, Sıffin, Harura, Nehrevan, Kerbela’nın etkileri
Evet onun da dediği gibi Harici ,Zahiri, Selefi, Cebriye, Mutezile ve bu ekollerle mukayese edildiğinde daha orta bir çizgide duran Maturidi ve Eş’ari’nin ortaya çıkışında siyasi hayatın rolü en öndedir. Başka bir ifadeyle şimdilerde çokları tarafından sırf kelamî, felsefî hatta tasavvufî tartışmalar, müzakereler gibi görülen düşüncelerin oluşumunda devrin siyasi hadiseleri birince derecede etkendir. “Kur’an mahluktur” veya ”mahluk değildir” sözü ile tarihe mal olan iki zıt düşünce bile aslında kelamî değil siyasi düşüncenin ve tavır alışın üretmiş olduğu bir slogandır. Kaldı ki işte bu siyasi tavır alışlar Mihne dönemindeki hadiselerin de özünü oluşturmuştur ve bu hadiseler inanç alanındaki fanatizmin şeriata yansımasından ibarettir. Emeviler ve hemen peşi sıra Abbasiler döneminde yapılan ve ardı arkası kesilmeyen zulümlerin arkasında bu fanatizm vardır. Maalesef İslam’ın çok erken dönemlerinde yaşanan Cemel, Sıffin, Harura, Nehrevan, Kerbela gibi iç savaş nitelemesini hak kazanan hadiselerin meydana getirdiği toplumsal çaptaki travma sözünü etmeye çalıştığımız ikili fanatizmi doğurmuştur.
Sadece onu mu? Hayır siyasi istibdat, doktrindeki nitelemesi ile hilafetin saltanata dönüşmesi bu sürecin en önemli ürünüdür. Kur’anî temeller ve devlet başkanı olarak Hz. Peygamber(sas) pratiği üzerine kurulması gereken siyaset felsefesinin ve yönetim modelinin oluşmaması, oluşamamasının altından yatan en önemli nedenlerden biri budur. “Hilafet, imamet” tartışmaları ile başlayan iş, öyle ileri safhalara gitmiştir ki “Kim benim üzerime kasten yalan söylerse cehennemdeki yerini hazırlasın” hadisine rağmen hadis uydurmacılığına kadar uzanmıştır. Düşünün, Hz. Peygamberi almış olduğu siyasi pozisyonuna göre konuşturma. Ne kadar korkunç! Ama olmuş ve yaşanmış bu hadiseler. Fanatizm işte böyle bir şey. Dolayısıyla yazının başında vermiş olduğum örnekleri çok görmemek lazım. Bu zihniyet dünyanın her yerinden aynı sonuçları doğurur. Hele bir de alıcısı varsa. Hele bir de teşvik görüyorsa.
Din bunun neresinde?
Şu soruyu sorabilirsiniz; aslında bunların hepsi son tahlilde siyaseti ilgilendiren hadiseler. Din bunun neresinde? Ben de bunu anlatmaya çalışıyorum. Din bunun tam da merkezinde. Özü, mahiyeti ve kapsamı itibariyle siyasi olan bu tartışmalar din şemsiyesi altında yapılıyor ve siyaset dine müdahil oluyor, onu şekillendiriyor. Efendimizin (sas) hem Peygamber hem de devlet başkanı olması arasındaki fark, fark edilmiyor, edilemiyor. Edenler de gücü ve iktidarı kaybetmek istemedikleri için Hz. Peygamber’i daha da kötüsü Kur’an’ı kendi menfaatleri istikametinde konuşturuyor. Sultanların alimi olmayı tercih etmiş ulemanın bu bağlamda oynamış olduğu rol inkâr edilemez.
İdeolojinin teolojiye müdahalesi veya onu şekillendirmesi denebilir mi buna? Elbette. Ötesi de söylenebilir; ideolojinin hukuka müdahalesi. Farklı bir zaviyeden bakarsanız, tersi de doğrudur bunun; teolojinin ideolojiye ve hukuka müdahalesi veya hukukun ideolojiye ve teolojiye müdahalesi. İşin özü, bunlar arasında diyalektik bir ilişki vardır. Nitekim Kur’an’ın nüzulü döneminde vardı bu üçü arasındaki ilişki. Günümüze gelinceye kadar geçen 14 asırda da vardı; şimdi de var ve yarın da var olacak. Bundan kaçış yok. Hatta olması gereken de bu. Bütün zaman, mekân ve insanlara hitap etme başka türlü olmaz ve olamaz zaten. Yeter ki sabiteler yerlerinde sabit kalsın.
Pekâlâ çözüm ne?
Kısa vadede çözümü yok bu işin. Uzun vadeli çalışmalara ihtiyaç var. Onun için başlangıçta şaşırmadım dediğim cinsten hadiseleri, günde on ayrı örnekle yaşasak yine şaşırmam. Nitekim tam da bu yazıyı kaleme aldığım gün sosyal medyaya iki haber daha düştü. İlki camide verilen parti iftarı. İkincisi ise bir TV programında “Her zorlukla beraber bir kolaylık vardır” ayetini iktidarı kaybetme adına düştüğü her sıkıntıdan bir şekilde kurtulan Erdoğan’a haml edip, Kur’an’da ona işaret yorumunu yapma. Nitekim “Erdoğan peygamberdir, Kur’an ona nazil olmuştur” demeye az kaldı başlığı ile verilmiş bu haber ki bunu da deseler inanın yine şaşırmam. Ana akım İslami düşünce içinden çıkmış ve liderlerine haşa peygamber hatta ilah diyen gruplar yok mu tarihte ve günümüzde?
Keşke Merhum Cabiri’nin Arap aklı için yapmış olduğu böylesi kapsamlı bir çalışma Türk aklının oluşumu adına da yapılsa. Bu çalışmada Türklerin İslam ile kesiştiği yerden itibaren birçok ortak noktanın olduğu kendiliğinden açığa çıkacak. Dolayısıyla Cabiri’nin bu devasa eserleri ile zaten yolun yarısı kat edilmiş durumda.
Ne getirecek bu çalışma bize?
Öncelikle dün ve bugün yanı Karahan’lılardan Selçuklu’ya, Osmanlı’dan Cumhuriyet Türkiye’si ve özellikle 16 yıllık AKP iktidarının söylem ve eylemlerini zihni arka plan açısından daha iyi anlama imkanına kavuşacağız. İkincisi; bu zihniyetin doğurmuş olduğu sorunlarını ortadan kaldırmak için inşa edilecek yeni zihniyetin yapı taşlarını Batı demokrasisinin tecrübelerini de ilave ederek kurma imkanına kavuşacağız. Aksi halde “Bu düzen böyle gelmiş böyle gider.” 16 yıl değil 160 yıl da geçse, AKP gitse yerine başkaları da gelse netice itibariyle değişen hiçbir şey olmayacaktır. Halk tabiriyle söyleyeyim; “Ha Ali Veli, ha Veli Ali.” Kehanet değil bu dediklerim. Perşembe’nin gelişini Çarşamba’dan değil Pazartesi’nden haber verme. Tarih boyunca yaşadıklarımız yaşayacaklarımızın delilidir. Tabii ki zihniyet değişmediği sürece.
Kaynak: http://www.tr724.com/siyasetin-dine-mudahalesi/
Bu Yayına Yorum Yapın