BAKALIM BU AĞIR YÜK DAHA NE KADAR TAŞINABİLECEK? Bülent Keneş
‘Son yıllarda dünyada en fazla değer kaybeden şey nedir?’ diye soracak olsam eminim ki çoğunuz “Türk Lirası” cevabını vereceksiniz. Ama, bu cevap doğru olmayacak. Çünkü, kazın ayağı öyle değil. Türk Lirası’nın önlenemeyen korkunç değer kaybının da en önemli sebebi olan Türkiye’ye ait öyle bir unsur var ki, ondaki değer ve itibar kaybı TL’ninkinden çok daha feci durumda.
Geniş kalabalıkların soyutlama, soyut düşünebilme, mevcut göstergelere ve verilere bakarak gidişata dair tahminlerde, öngörülerde bulunabilme becerisinin kısıtlılığı malum olsa da, yıllardır geliyorum diyen TL’deki kaçınılmaz çöküş artık kapıya dayandı, somutlaştı ve herkes tarafından istemeye istemeye de olsa farkedilir hale geldi. TL’nin pula dönmesi doğrudan herkesin cebine dokunduğu için çuvala sığmaz, fark edilmesi ötelenemez hale epeydir gelmişti zaten. Herkese dokunan acı gerçeklik, yani Türk Lirası’nın yabancı paralar karşısındaki hal-ü pür melali, tersi yönde yapılan tüm güçlü propagandayı da çöpe çevirdi. Sanal güven telkinine yönelik palavradan sözleri hak ettikleri gibi değersiz, anlamsız kıldı.
Başında bulunduğu ülkenin itibarıyla birlikte TL’yi de batıran asıl unsur ise, tedavüldeki değeri TL cinsinden bile 5 para etmese de artık, iç kamuoyundaki itibar kuyruğunu hala dik tutmayı başarabiliyor. Tekelleştirdiği medya, yalan söyleme kapasitesi, aldatma kabiliyeti ve yüksek propaganda gücü sayesinde dünyadaki berbat imajını geniş kitlelerden hala saklayabiliyor. Saklamak ne kelime, tam tersine bir imaj bile verebiliyor. Kendisini dünyada sanki hala çok büyük bir itibarı varmış gibi gösterebiliyor.
BUGÜN YAŞANANLAR BİLE YAKIN GELECEKTE MUMLA ARANACAK
Kimden bahsettiğimi anlamışsınızdır. 2011’den beri artan bir hızda ilerlediği yolda ulusalcısından kafatasçısına, Ergenekoncusundan adi çetelere varıncaya kadar faşizmin her rengiyle, her tonuyla ittifak yaparak dört başı mamur bir İslamofaşist dikta rejimi inşa eden Recep Tayyip Erdoğan’dan tabii ki. İşte bu Erdoğan, ülke için artık taşınması çok zor bir yüke dönüşmüş durumda. Öyle ki, Türk Lirası’ndaki çöküşte somutlaştığı gibi, ülkenin topyekün itibarı ile birlikte bütün değerlerinde korkunç bir çürümeye yol açan Erdoğan’dan zinhar kurtulunulamaması durumunda, bugüne kadar yaşanan sosyo-politik, ahlaki ve ekonomik sorunlar bile çok yakın bir gelecekte mumla aranır hale gelebilir.
Türkiye’deki ağır propaganda bombardımanından azıcık başını kaldırıp dışarıya şöyle bir bakabilenler, Erdoğan’ın ülkenin ve topyekün milletin onurunu nasıl paçavraya çevirip iki paralık ettiğini çıplak gözle kolayca görebilir. Erken seçim ilan edilir edilmez, bu karara dair ilk açıklamaların neredeyse muhalefet partilerinden bile önce Hollanda, Avusturya, Almanya ve benzeri ülkelerden gelmesi bile Erdoğan’ın itibarı hakkında çok şeyler söylüyor. Kendisiyle birlikte çirkef bataklığına çektiği çevresindekilerin dünyadaki feci şöhretini ele veriyor.
Kısaca hatırlayacak olursak, erken seçim ilanı üzerine bu ülkeler, en yetkili ağızlardan apar topar açıklamalar yapmış, Erdoğan ve avanelerinin ülkelerini ziyaret etmelerini istemediklerini açıktan ilan etmişlerdi. Bu acelecilikte haklıydılar çünkü bu konuda Erdoğan ve adamlarının nasıl şirretleşebilecekleri konusunda oldukça tecrübeliydiler. Malumunuz, 16 Nisan 2017 referandumu öncesi de de benzer durumlar yaşanmıştı. Hollanda, bazı başka Avrupa ülkelerinin yaptığı gibi, Erdoğan’ı ve Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu’nu kendi ülkelerinde görmek istemediklerini duyurmuştu. Bu tahkir edici durumu anlamazdan gelip istenmediği ülkeye gitmekte ısrar eden Çavuşoğlu, o ülkeye gitmeye kalkışması durumunda uçağının fiili müdahaleyle engelleneceği uyarısını almıştı.
YAŞANAN KEPAZİLİĞİ ALIP HER YERE SIVAMAK…
Peki, şirretliği karakter haline getiren Erdoğan ne yapmıştı bu durumda. Tabii ki, geri adım atmamış, yaşanan kepazeliği almış adeta her yere sıvamıştı. Hollanda’ya karayoluyla gönderdiği bir kadın bakanın başkalarının ülkesinde şirretleştikçe kepazelik artmıştı. Erdoğan bu seçimlerde de geleneğini bozmadı ve geçen yıl o kadın bakanı zorladığı şirretliğe benze bir şekilde, Almanya ve diğer ülkelerde yapma hevesi kursağında bırakılan mitinglerden en azından birini Bosna’nın başkenti Saraybosna’da yaptı.
BOSNA’NIN DA HUZURUNU KAÇIRDI
Gittiği her yerde, dokunduğu her şeyde tamiri imkansız sorunlar oluşturan Erdoğan, bu adetini zaten son derece kritik dengeler üzerinde oturan Bosna’da da devam ettirdi. 24 Haziran’da alacağı üç beş fazla oy uğruna Bosna’nın huzurunu kaçırdı. Boşnaklar’ın Bosna’nın yönetimini paylaştıkları Hırvatlar ve Sırplar’la arasına yeni bir gerilimin ve nifak tohumu attı. Saraybosna Üniversitesi öğretim üyelerinden siyaset bilimci Eşref Kenan Raşidagiç, Financial Times gazetesine yaptığı değerlendirmede, Erdoğan’ın bu tavrına “züccaciye dükkanındaki fil” benzetmesi yaptı. Erdoğan’ın gerisinde ise, potansiyel olarak, sadece üzgün insanların ve Bosna’da hassas dengeler üzerine oturan yapının bozulmasının kaldığını söyledi.
Gerçek şu ki, medeni demokratik ülkelerin politik liderleri ve sosyal aktörleri Erdoğan ve çevresindekilerle bir araya gelmeyi artık zul sayıyor. Erdoğan’ın muhataplarına türlü imtiyazlar bahşederek, çeşitli vaatlerde bulunarak ve ülke çıkarları üzerinden yaptığı pazarlıklar üzerinde veya uluslararası toplantılarda mecburi protokol gereği girebildiği bazı kareler kimseyi aldatmasın. Özellikle Batı dünyasında Erdoğan’la sahih ve samimi bir şekilde bir arada görünmekten mutlu olabilecek veya bundan gurur duyabilecek tek bir isim bulunmuyor.
Durumu o kadar vahim ki, Gazze’de yaşanan katliamının en kritik anlarında bile güya Filistin Davası’nın yegane savunuculuğuna soyunan ve cirminden fazla bağıran çabalarına rağmen, konuyla ilgili telefon diplomasisi yürüten BM Genel Sekreteri Antonio Guterres ne hikmetse(!) bir türlü Erdoğan telefonuna çıkmaya tenezzül etmiyor. Guterres, küresel bir gündem haline gelen Gazze sınırındaki olaylar ancak sona erdikten sonra, Erdoğan’ın yana yakıla görüşme talebini kabul lütfunda bulunuyor. Erdoğan’a ise, acınası bir Küçük Emrah eziklenmesi eşliğinde, “Şu anda BM Genel Sekreteri’ne hukukumuz ileri derecede olmasına rağmen ulaşamıyoruz.” evzinmesi düşüyor.
BREXIT’TE DÜŞENİN YILANA SARILMASI SİZİ ALDATMASIN
Öte yandan, yapılan referandumda garip bir akıl tutulmasıyla alınan Brexit kararından sonra AB’siz ne yapacağını şaşıran ve adeta denize düşenin yılana sarılması gibi ne bulsa sarılma psikolojisinde olan İngiliz yetkililerin Erdoğan’la sırnaşması da sizi aldatmasın. Çaresizlikten olsa gerek Erdoğan’la bile iş tutmaya kendilerini mahkum gören ve bu mahkumiyetlerini Erdoğan’ın hezeyanlarını dünyaya pazarlama acentalığına soyunacak kadar ileri götüren İngiliz yönetiminin, Erdoğan’a yaklaştıkça içeride nasıl hırpalandığını görmek nedense kimseyi şaşırtmıyor.
Brexit sonrası reel politiğin asgari şartlarını yerine getirmek zorunda kaldıkları için olsa da Erdoğan’a yaklaşmanın lanetinden İngiliz yetkililer de kendilerini kurtaramıyor. İşin daha kötüsü İngiliz Yönetimi, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un yaptığı gibi, içinde bulundukları feci durumdan yakınamıyor bile. Hatırlayacak olursanız, geçen yıl Le Point dergisine bir söyleşi veren Macron, bir soru üzerine bir küresel lider olarak hayatının sanıldığı kadar havalı olmadığını söylemiş ve durumunun vehametini anlatmak için çok kerih bir şeyden bahseder bir tonlamayla “Her hafta Erdoğan’la konuşmak zorunda olan benim,” deyivermişti.
Bir önceki hafta sonu üstlendikleri resmi rol gereği medya önünde Erdoğan’la mutlu mesut pozlar veren Theresa May ve Kraliçe 2. Elizabeth’in de Macron’dan farklı bir hissiyat içerisinde olduğunu hiç sanmıyorum. Bu tür şeyleri belki Macron’un yaptığı gibi kamusal alanda açıktan hiçbir zaman paylaşmazlar belki ama, ulaşabildikleri herkese eminim ki Erdoğan gibi biriyle aynı kareye girmekle, aynı masada bulunmakla ülkeleri uğruna ne büyük büyük bir fedakarlıkta bulunduklarını anlatıp duruyorlardır. Buna rağmen, ticaretlerinin peşindeki İngiliz yetkililer Erdoğan’a yaklaştıkları her adımda İngiliz medyasının ve sivil toplumunun hışmına uğramaktan kendilerini kurtaramıyor. Hatta çok ciddi aşağılamalara bile muhatap oluyorlar.
ERDOĞAN’IN BERBAT İMAJI AZ KALSIN ÖZİL VE GÜNDOĞAN’I BİTİRİYORDU
İlginçtir ki, protestolarla başlayan Erdoğan’ın Londra gezisi, sadece Türkiye’dekiler için değil dünyadaki tüm Türkler için de artık taşınması ne kadar ağır bir yüke dönüştüğünü gösteren enteresan bir olaya da sahne oldu. İngiliz Premier Ligi’nde oynayan Cenk Tosun, Mesut Özil ve İlkay Gündoğan’ın Erdoğan’la buluşup birlikte fotoğraf çektirmeleri büyük olay oldu. Bu futbol yıldızlarının üstüne bir de formalarını Erdoğan’a hediye ederek kendisinden “Cumhurbaşkanım” diye bahsetmeleri yaşananlara tüy dikti. Alman spor çevreleri, medya, siyaset dünyası ve toplum küplere bindi. Erdoğan’la buluştukları için Özil ve Gündoğan’a herkes ateş püskürdü. Alman Futbol Federasyonu’nun Özil ve Gündoğan’ı milli takıma almaması bile talep edildi.
Dünya kamuoyunda olduğu gibi Alman kamuoyunda da çok ciddi bir Erdoğan antipatisi olduğunu hesaba katmayan genç futbolcular, basit ve masum(!) gibi görünen bir buluşmayla korkunç bir öfkenin hedefi haline geldiler. Erdoğan’ın berbat imajının yolaçtığı sorunu çözmek ve genç futbolcuların kariyerini kurtarmak ise, Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’e düştü. Buluşmanın üzerinden 1 hafta geçmesine rağmen, Özil ve Gündoğan’a olan öfke ve tepkilerin önü alınamayınca Steinmeier, kendileriyle hemen görüşmek ve birlikte çektirdikleri fotoğrafları şahsi sosyal medya hesabından servis etmek durumunda kaldı.
Özil ve Gündoğan, Erdoğan gibi itibarı yerlerde sürünen berbat bir figürle basit bir görüşmenin yol açtığı ağır maliyet, kendileri için tam bir felakete dönüşmeden, şimdilik kurtulmuş gibi gözüküyorlar. Bu iki futbolcunun karşılaştıkları tepki fırtınası kendileri için çok acı bir tecrübe olmanın ötesinde Erdoğan’a yakın olmanın bedelinin hangi boyutlara ulaşabileceğini de gösteren önemli bir örnek oldu.
Öte yanda, her geçen gün artan benzer hadiselere rağmen, gerek Türkiye’deki gerekse yurtdışındaki Türkler, Erdoğan’ın medeni dünya için ne anlama geldiğini tam anlamış gözükmüyorlar hala. Ama pek yakında Saddam Hüseyin, Muammer Kaddafi, Osama bin Ladin, Ebubekir el-Bağdadi, Ebu Musab el-Zarkavi neyi çağrıştıyorsa Erdoğan’ın da benzer şeyleri çağrıştırdığını çok iyi anlayacaklar. Ancak, iş işten geçmiş olacağı için bunun yol açacağı bugünkünden çok daha ağır bedelleri hep birlikte ödemek zorunda kalacaklar.
ERDOĞAN’IN YOL AÇTIĞI MALİYETİ YAŞAYAN DA GÖRECEK, ÖLEN DE…
Erdoğan’ın temsil ettiği ne varsa şimdiden aralarında mesafe koymaya başlayanlar, şahsen muhatap olma ihtimali bulunan bedellerden kendilerini belki koruyabilecekler. Ancak, isimleri Erdoğan, AKP, UETD, DİTİB, Maarif Vakfı, türlü dini görünümlü Erdoğanist vakıflar ve oluşumlar birlikte anılmaya devam edenler, tıpkı TL’nin pula dönmesindeki gibi, ülke ve millet için oluşacak genel maliyeti ödemek zorunda kalmalarının yanısıra ciddi bireysel bedeller de ödemek zorunda kalacaklar.
Ondan bundan, senden benden ve kendilerinden çaldıklarının bir kısmını aralarında dağıtarak sahte bir Cennet vaat eden Erdoğan’ın peşine takılanların işleri bu dünyada artık oldukça zor. Ne kadar zor olduğunu yaşayan görecek. Bu dünyada günahlarına ortak oldukları Erdoğan’ın insanlık dışı zulümlerinin öteki dünyadaki hesabı ise çok daha çetin olacak. Hesaplarının ne kadar çetin geçeceğini ölen görecek. Allah-u alem.
Bu Yayına Yorum Yapın