Şeyh Nurullah dükkanın açmış… | Tuncay Opçin
En son Cübbbeli Ahmet ile girdiği polemikle gündeme gelen şeyhstarlar zincirin son halkası Uşşaki şeyhi Fatih Nurullah Efendi, şimdi şöhretin tadını çıkarıyor, tarihe nasıl geçeceğini ise zaman gösterecek.
Andy Warhol’a öykünüp, “Herkes 15 dakikalığına şöhret olacak” desek, çok mu iddialı bir cümle kurmuş oluruz? Türkiye’deki duruma baktığımızda pek de haksız olduğumuz söylenemez. Her hafta, hatta bazen her gün içinde çokça “şeyh” ve ”tarikat” geçen bir haberle karşılaşıyoruz.
Biri, havalandıktan kısa bir süre sonra infilak eden Challenger’ı ”civatalarıyla oynayarak” düşürdüklerini iddia ediyor, diğeri başbakan tayin ediyor, cumhurbaşkanı indiriyor. Hasılı ortalık şeyhten, mürşitten geçilmiyor.
Son dönemde sık karşılaşılan bu isimlerin en ünlülerinden biri de Fatih Nurullah Şağban. Sevenlerinin isminin sonuna “Efendi” tabirini yakıştırdıkları Şağban, Uşşaki tarikatının lideri olarak boy gösteriyor, haberlere konu oluyor.
Şağban, epey bir süredir medyanın da gözdesi. Önce gerçekleşmeyen kerametleriyle gündem oldu. Ahmet Davutoğlu’nun başbakanlığının ilk aylarıydı. Şağban, artık Recep Tayyip Erdoğan’ın döneminin bittiğini, yeni bir dönem açıldığını ve bu dönemin başında Davutoğlu olduğunu ileri sürüyordu. Erdoğan’a, “direnme, bırak” diye sesleniyordu. Davutoğlu’na başbakanlık “manevi alem”de verilmişti. Anlatırken bir taraftan da bu görevi kendisinin verdiğini imâ ediyordu.
Ancak Davutoğlu, Saray darbesiyle görevinden ayrılınca, Fatih Nurullah Şağban bu defa Cumhuriyet’i bitirmeye karar verdi. Ona göre Cumhuriyet bitmiş ve yeni bir dönem başlamıştı, Osmanlı geri geliyordu ve yeni kurulacak devletin başında Erdoğan olacaktı. Nurullah Efendi’nin bu konuşmalarının yankısı pek geniş olmayan bir çevreyle sınırlı kaldı.
Nurullah Efendi asıl bombayı ise Cübbeli Ahmet’le polemiğe girerek patlattı.
Kendisini icazetsiz olmakla suçlayan, gerçek tasavvuf ve tarikatla bir işi olmadığını iddia eden Cübbeli Ahmet’e, “Ne istiyorsunuz oğlum, işinize bakın siz. ‘Call center’larda ümmeti yolmaya bakın siz. Benim işim ahireti kazanmak, parayı cukkalamak değil” sözleriyle cevap verdi.
Kendisini icazetsiz olmakla suçlayan, gerçek tasavvuf ve tarikatla bir işi olmadığını iddia eden Cübbeli Ahmet’e, “Ne istiyorsunuz oğlum, işinize bakın siz. ‘Call center’larda ümmeti yolmaya bakın siz. Benim işim ahireti kazanmak, parayı cukkalamak değil” sözleriyle cevap verdi.
Nurullah Efendi’nin bundan bir önceki vukuatı ise elini öpenleri “Cennet’e” sokmaktı.
HİLAFET ALAMAYINCA ŞEYH DEĞİŞTİRDİ
Kamuoyunun Uşşaki şeyhi diye tanıdığı Fatih Nurullah Efendi kimdi? Daha önce adını sanını duymadığımız bu isim bir anda kamuoyunun gündemine nasıl geldi?
İsmiyle kurulan internet sitesinde anlatıldığına göre Fatih Nurullah Şağban, 1962 İstanbul doğumlu. Ailesi Sivas-Divriği’den İstanbul’a göç etmiş. 1979’da Haydarpaşa Endüstri Meslek Lisesi’ni bitirip İstanbul Üniversitesi Spor Akademisi’ne giden Şağban, dört yılın sonunda buradan mezun olmuş.
Akademi yıllarında boş durmamış ve güreşle uğraşmış Şağban. 57 kiloda Türkiye şampiyonluğu ve Balkan üçüncülüğü kazanmış. 1984’de dünyaevine giren Şağban’ın dört çocuğu dünyaya gelmiş.
Şağban, aileden tarikat mensubu. Dedesi Abdülkadir Şağban, Erzurumlu Osman Bedreddin Efendi’nin müridi. Babası ve annesi de bu yüzden aynı şeyhe bağlanmışlar. Tabii, oğulları Fatih Nurullah da babasının izinden gitmiş.
Şağban’ın sitesinde uzun uzadıya hangi şeyhe bağlandığı, kimlerle beraber olduğu ağdalı bir dille anlatılıyor. Buna göre Şağban önce Nakşibendi tarikatine giriyor. Buradan halifelik icazeti alıp, irşada başlayacakken şeyhi vefat ediyor. Arayışları başlayan Şağban’ın yolu bir müddet sonra Uşşakilerle kesişiyor. Zaten Cübbeli Ahmet’in iddialarına konu olan “icazet” tartışması da burada başlıyor.
Uşşaki tarikâtının asitanesi yani “merkez” dergâhı İstanbul-Kasımpaşa’da. Asitanenin başında o tarihlerde, Naci Eren bulunuyor. Şağban biyografisinde Eren’e hizmet ettiği birkaç cümleyle anlatıyor ve daha sonra başka bir Uşşaki şeyhine bağlandığını iddia ediyor.
Tarikat çevreleri Şağban’ın hırslı bir kişi olduğunu ve Eren’den irşad hilafeti istediğini belirtiyorlar. Eren, Şağban’ı yeterli görmemiş olacak ki, hilafet vermeyi reddetmiş. Bunun üzerine Şağban yolunu Çorum’a düşürüp İbrahim İpek’e mürit oluyor. Bir müddet sonra da çok arzu ettiği hilafet “post”una oturuyor. Sonraki işi ise bu hilafetle, Kasımpaşa’ya gidip dergah açmak oluyor.
MERKEZ DERGÂHA MEYDAN OKUYOR
Naci Eren ve bağlıları Pir Seyyid Hasan Hüsameddin Uşşaki Vakfı’nda faaliyet gösteriyor. Şağban ise Nurani.tv ve kurmuş olduğu Gülzar Vakfı üzerinden çalışmalarına devam ediyor. Tarikatlerde zaman zaman şeyhlerin vefatından sonra, halifeler ayrılarak dergahlarını açıyorlar. Ancak hiçbirisi merkez dergâhın karşısında başka bir dergah açıp, tabir caizse rekabete girmiyor.
Fatih Nurullah Şağban’ın çalışmaları Uşşaki Asitanesi’nin bağlı olduğu Uşşaki Vakfı’nı oldukça kızdırmış. Vakıf yetkilileri, isim vermeden Şağban’a çok sert bir dille cevap veriyor ve “münafıklık”la suçluyorlar. Şağban da herhangi bir karışıklığa meydan vermemek için, merkez dergâhtan uzak duruyor ve burada bulunan Hüsamettin Uşşaki’nin türbesini bile ziyaret edemiyor.
Benim Fatih Nurullah Şağban’ı keşfetmemin de oldukça ilgi çekici ve belki yaşanan bu tartışmalara ışık tutan bir hikayesi var. Muharrem ayının başında, Sabahat Akkiraz’dan “Tevhid” dinledikten sonra, başka kimler bu güzel eseri seslendirmiş diye ararken Şağban karşıma çıktı. Müritleriyle Kasımpaşa’daki dergâhında devran açmış, Tevhid mersiyesiyle birlikte zikrediyordu. Ancak mersiyenin sözlerini değiştirmiş ve bir yerine kendi ismini koymuştu:
“Önüme bir çığır geldi/Bir ucu var şar içinde/Arifler dükkanın açmış/ Ne ararsan var içinde”
şeklinde devam eden mersiyede “arifler” yerine “Nurullah”ı yerleştirmişti. Bu kadarı bile karşımdaki ismin hâli hakkında yeterince fikir veriyordu.
Şağban’ın bir diğer marifeti de yüzyıllardır okunan Kaside-i Bürde de benzeri bir değişiklik yapmasıydı. Kendisine arifliği yakıştıran bir isme ne deneceğini bir kenara bırakarak, işin sonunu merak etmeye başlamıştım ki birbiri ardına olaylar patladı. Arada, umre dönüşü havalimanında karşılanma macerasını da unutmamak gerekiyor. Şağban’ın aprondan gelmesini bekleyen müritleri, karşılamak için Hz. Peygamber’in Medine’ye Hicret’inde söylenen “Tale’al Bedru”yu söylüyorlar, Şağban da büyük bir rahatlıkla elini öptürüyordu!
Şeyhstarlar zincirin son halkası, şimdilik Fatih Nurullah Şağban. Şimdi şöhretin tadını çıkarıyor, tarihe nasıl geçeceğini ise zaman gösterecek.
MERAKLISINA NOTLAR
Geçen hafta, burada Gülen cemaatine yakın kurumlarda alınan bir karara, birinci dereceden akrabaların birlikte çalışamayacakları kuralına dikkat çekmiştim. Bu kuralın titizlikle uygulanmasına da Zaman’ın genel yayın yönetmeni Abdülhamit Bilici’yi örnek göstermiştim.
Bilici’nin karısı Ebru Nida Bilici, sırf bu nedenden dolayı Zaman’dan ayrılmak zorunda kalmıştı. Bilici’yle hafta içinde konuyla ilgili yazıştık. Ebru Nida Bilici, doğum iznine ayrılmış ve göreve dönmesine izin verilmemiş. Ancak Zaman yönetimi benzeri olaylarda her zaman aynı sertlikte davranmamış. Çoğu zaman kuralın esnetilmesine göz yummuş.
Konuyla ilgili yorum yapmak istemiyorum. Ancak Zaman’da en uzun süreli yayın yönetmenliği yapmış Ekrem Dumanlı’nın görev yıllarının objektif bir gözle ve ciddiyetle yazılması gerektiğini düşünüyorum. Bilici’nin açıklamasını bu çerçevede değerlendirerek, sizlerle paylaştım.
HOŞSEDA
*Wolfgang Amadeus Mozart-Piano Concerto No. 23 in A Major, K. 488: II. Adagio
*Arvo Part-Spiegel in Spiegel
*Fredekic Chopin-Nocturne, Op. posth, in C-Sharp Minor: Lento
*Yann Tiersen-Comptine d’un autre ete, l’apres-midi
*Ludovico Eunadi-Primavera
Bu Yayına Yorum Yapın