Kosova… silahların gölgesinde | Selahattin Sevi, Kronos

17 Şubat 2008'de Priştine'de kırmızı üzerine Arnavut kartalı bayrak dalgalanırken Zaman tüm dünyaya yeni Kosova milli sembolünü duyuruyordu. Dünya basınına haber atlatmış, Kosova'nın yeni bayrağının fotoğrafını yayımlamıştık.


Üsküp’ü Kosova’ya bağlayan Blatze sınır kapısını geçince, hoş bir ilkyaz günü, sevimli bir yol arkadaşı bulmuştum. Adı ‘zafer’ anlamına gelen Fitore’ydi. 10 yaşındaki küçük Arnavut kız koşar adımlarla ailesine yetişmeye çalışıyordu. O ve kalabalık ailesi 1999’un başlarında şiddeti artan Kosova’nın Sırbistan’a bağlanması operasyonunda kendilerini ülke dışında bulmuştu. “Evimiz hemen yakında,” dedi Kaçanik yol ayrımında Fitore. Üsküp’ten savaşçı babası için aldığı çikolata kutusunu kimselere vermiyordu.
Köylerine vardığımızda babaannesi ve dedesi özlemle karşıladı torunlarını. Sonra Fitore’nin komutan babası geldi. Sarkık bıyıkları ve kirli sakalıyla aylardır ayrı kaldığı kızına sarılan komutan gözyaşlarını tutamıyordu.
Bir saatten biraz fazla sürede ulaştığımız başkent Priştine ise hayalet şehri andırıyordu. Şehir savaşta büyük hasar görmüştü. Dönebilenler hayata yeniden başlıyordu.
Hemen ertesi gün savaş boyunca dağları mesken tutan Arnavut gerillalar NATO tanklarının seyrettiği ana yollara inmeye başladılar. Kızlı erkekli genç savaşçılar hayli geç gelen ulusulararası güçlerin askeri konvoylarına zafer işareti yapıyordu. Aynı gün Kosova Kurtuluş Ordusu UÇK’nin gerilla komutanı Haşim Taçi, silahların gölgesinde cipin üzerine çıkarak küçük bir zafer konuşması yaptı.
17 Şubat 2008’de Priştine’de kırmızı üzerine Arnavut kartalı bayrak dalgalanırken Zaman bütün dünyaya yeni Kosova milli sembolünü duyuruyordu. Zaman Dış Haberler editörü Celil Sağır’la dondurucu kış soğuğunun ödülü olarak bütün dünya basınına haber atlatmış, Kosova’nın yeni bayrağının fotoğrafını yayımlamıştık.
Fakat akşam olduğunda kalacak yer yoktu. Bütün oteller dünyanın dört bir yanından gelen gazeteci ve gözlemcilerle dolmuştu. “Belki burada bir Türk okulu vardır” diye yaptığımız kısa araştırmadan sonra kendimizi Mehmet Akif Koleji’nin sıcak misafirhanesinde bulduk.
Hayatımda ilk defa iş için gittiğim bir yerde otelde değil, bir okulun misafirhanesinde kalıyordum. Sabah olunca “iyi ki otel bulamamışız” dedik.
Sabah zilin çalmasıyla okul bahçesi bayram yeri gibiydi. Arnavut ve Türk öğrencilerle birlikte Sırplar da çocuklarını Türk okuluna emanet etmişti. Arada göze çarpan çekik gözlü ve siyahi çocuklar ise yabancı misyonlarda çalışan ailelerindi. Savaşın üzerinden 10 yıl bile geçmeden Mehmet Akif Koleji bütün Arnavutluk’ta barışı ve birlikte yaşamayı temsil ediyodu, bölgenin ve dünyanın geleceği adına umut vaat ediyordu.
Okul etnik milliyetçiliğin, radikal selefiliğin önünde set olmuştu. Dil ve Kültür Festivallerinde Kosova Mehmet Akif Koleji öğrencileri en güzel şarkıları söylüyor, en güzel oyunları sahneliyordu.
Bugün ajanslara Kosova’da Türk Okulu’na operasyon yapıldığını, öğretmenlerin gözaltına alındığını ve -iddialar doğruıysa- Türkiye’ye iade edildiğini öğrenince içim burkuldu. Emekle, özveriyle kurulan ve modern eğitim yapan yeni yüzyılın okullarının kara listelerde olması ne kadar acı.
 
Yıllar öncesine, 1999 yılına gidiyorum da ne çok şey sığmıştı o yıla! Nisan ayında ilk uçak Çorlu havalimanına indiğinde fotoğraf kareme giren bir aileyle Kırklareli kampında dost olmuştuk. Ailenin küçük Anita’sına bakıp Fettah Baba’yla, Zümrüt Abla’yla, Antigona Kosova’yı ve uzakta kalan evlerini, farklı bir uçakla İsrail’e mülteci olarak giden babalarını konuşuyorduk.
Bir gün Zümrüt Abla’nın ilk gençliğinin ilk günlerini Kırklareli’nde bir mülteci kampında geçiren oğlu Liridon “Abi bana Mahsun Kırmızıgül’ün bir kasetini alır mısın?” dedi. “Tamam Liridon, ama teybin var mı?” diye sorduğumda olmadığını anlamıştım. Zaman haber merkezinde olayı anlatınca herkesin eli cebine gitmiş ve masada toplanan paralarla Liridon’a Mahsun’un ve sevdiği Türk şarkıcıların kasetlerini götürmüştüm. Yıllar sonra bağımsızlık gününde buluştuğumuzda akıcı Türkçesine şaşırınca, “Bana Türkçeyi Mahsun öğretti Selahattin Abi” demişti.
Ailenin büyüğü rahmetli Fettah Baba ve eşini evimde ağırlamıştım. Çanakkele’de yitirdiği büyüklerinden bahsetmiş, göz yaşlarını tutamamıştı. Hep gitmek istediği Çanakkele’yi ziyaret edip Kosova’ya döndüğünde aileden bir büyük olarak her fırsatta ziyaret ettim kendisini. Artık Kosova’da benim için Fettah Baba’nın bahçesinde bin bir çiçek ve ağacın olduğu sevimli evi vardı.
Şimdi Zümrüt Abla iyi şükür. Antigona eşine çoktan kavuşutu ve güzel kızlarını yetiştiriyor. Priştine mamur, Bursa’nın Rumeli’ndeki minyatürü Prizren ve Taşköprü her zaman güzel. Fakat, bir şeyler eksik Kosova’da. Tıpkı güngörmüş Fettah Baba gibi, Mehmet Akif Koleji’nin cıvıl cıvıl bahçesi gibi…
Örgütlü kötülük Afrika’dan Balkanlara kol geziyor çünkü.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.