HARUN ODABAŞI: “Cemaat itibarını yeniden kazanmaya odaklanmalı…”


Engin Sezen, The Circle

1970 Ordu, Ünye doğumlu Harun Odabaşı, Marmara Üniversitesi İktisadi ve İdari Bölümler Fakültesi İşletme mezunu. Gazeteciliğe 22 yaşındayken Zaman’da başlamış.  Benim çok da sevdiğim bir kitabı var Harun Bey’in: Her Okuldan Adam Çıkmaz.

Zaman’ın gerek eski, gerek yeni binasında, tanıdığım birkaç dostumu ziyarete gittiğimde uzaktan bir görmüşlüğüm vardır Harun Bey’i. Tanışmıyoruz. Ama işine odaklanmış, köşesinde sessizce çalışan bir adam resmi kalmış hafızamda kendisiyle ilgili. Bugün gurbette…  Adını bile vermek istemediği ‘yad ellerde’!

Harun Bey’le hoş bir sohbet yaptık The Circle için. Gerek kendisiyle gerek çevresiyle ilgili keskin gözlemleri olan ‘farkında’ bir gazeteci. Burda Hizmet’i konuştuk, kendi gurbetliğini, hataları-savapları, Afrin’i, Meriç’i, 15 Temmuz’u… ve illa ki Türkiye’yi.

….

Hani derler ya, inşası ve ibdası yıllar alan ‘itibar’ı,  bitirmek ise sadece an meselesidir. Hizmet Hareketi’nin de en büyük sermayelerinden biridir itibar. Kapılar o itibara açıldı, zihinler ve kalpler o itibara ram oldu. Yıllar be yıllar boyu emekle semekle inşa edilen bir itibar… İnsanlar, o itibarın etrafında halelendi. Gerek kişi, gerek kurum için ‘itibar yönetimi’ bugünün dünyasında daha da önemli bir hale geldi.

Gazeteci yazar Harun Odabaşı, Cemaat’in itibarından söz ediyor. Bir itibar restorasyonundan… Bu Hareket’in önündeki en büyük meselelerden biridir bu bugün. Uzun bir zamana, soğukkanlı bir stratejiye, yorgunluk bilmeyecek bir gayrete vabeste bu ‘tamirat ve ta’dilat” çalışmaları….

Allah be baki heves.

Gazetecilik hayatınız ne zaman başladı.

Gazeteciliğe 1992 yılında Zaman Gazete´sinin istihbarat servisinde başladım. 6 ay sonra ekonomi servisine geçtim. 7 yıl Aksiyon Dergisi’nde Ekonomi Editörlüğü yaptım. Müthiş keyifli bir dönemdi. Kadro inanılmazdı. Mehmet Kamış ile çalıştım, O’nun dergicilik tarafı çok iyidir. Kendisini iyi gözlemleme şansım oldu. Tabir yerinde ise iyi bir orkestra şefidir. İnsan keşfetmeyi, kabiliyet avcılığı yapmayı severdi. Abdülhamit Bilici, Aydoğan Vatandaş, Adem Yavuz Arslan, Mehmet Baransu, Ufuk Şanlı, Mustafa Ünal ve süreçten dolayı ismini anarsam rahatsız edebileceğimi düşündüğüm, bunun yanında anmaya değer bulmadığım diğerleri. Çok iyi işler çıkıyordu. Galiba Zaman Gazetesi’nden daha özgürdük. Yaptığımız işler bazen rahatsız etse de pek karışanımız yoktu.

Bu özgürlük ortamı sizi sıkmış olmalı ki daha sonra Zaman’a geçtiniz sanırımJ

Dediğiniz gibi, Aksiyon’dan sonra Zaman’a geçtim. Orda 4-5 yıl Zaman Gazetesi 1. sayfa editörlüğü yaptım. O da oldukça hareketli bir döneme geldi. Şemdinli olayı, AKP’ye açılan kapatma davası, Danıştay Saldırısı ve Hrant Dink cinayeti.

En son kısa süren bir Yarına Bakış Gazetesi maceramız da var.

Şu aralar?

Şimdilerde kendi kendime şöyle düşünüyorum; aslında kalıp kaderimde varsa, hapse girmeyi tercih edecek bir tutumum vardı. İstanbul’dan vazgeçmeyi istemeyecek kadar başka ülkeleri de biliyordum. Ama yakın dostlarının ısrarı ve eşimin psikolojisi bende gitme fikrini güçlendirdi. Evde her kapı çalınışı “acaba geldiler mi?” seansına dönüşmüştü. Camilerden yapılan propaganda dayanılmazdı. 15 Temmuz’un üzerinden 1,5 yıl geçti ama eşim hâlâ ezan ve selâ dinleyemiyor diyeyim, gerisini siz tahmin edin isterseniz.

Şu anda neredesiniz?

Ülke ismi vermek istemiyorum.  Yaşadığımız bir ülkede entegrasyon süreci yaşıyoruz. Çocuklarım bu süreci daha iyi geçirdi. Eşim ve ben henüz dil kursu aşamasındayız.

Anlıyorum. Ya kitaplar! Sanırım kitap okumaya da bolca zamanınız olmalı.

Evet, kitap okumaya gayret ediyorum. Son okuduğum kitaplar, Hasan İzzettin Dinamo’nun ‘Savaş ve Açlar’ romanı ve Thomas Friedman’ın ‘Geç kaldığınız için teşekkür ederim’ kitabıdır. Yeni şeylerle karşılaşmak güzel oluyor. 60 yaşından sonra roman yazmaya başlayan Hasan İzzettin Dinamo’yu geç tanıdım ama i yiki tanıdım diyorum

Kısaca kendinizden söz ettikten sonra, gelelim bu mülakatların ortak temasına: Hizmet Haraketi’ne. Cemaat’in hal-i hazırdaki durumunu nasıl görüyorsunuz?

Eğer işkence ve gözaltılar olmasa Meriç, Kerbela’ya dönmese, zulüm sadece okulları ve kurumları kapatmakla kalsa idi, sürecin cemaati özgürleştirdiğini ve tam anlamı ile küreselleştirdiğini söyleyebilirdim. Hapis ve tecrit dönemi bittiğinde fotoğrafı daha net okumak mümkün olacak. Belki Türkiye için söyleyemeyiz ama yurt dışı için Fethullah Gülen’in 20 yıldır talep ettiği bir dağılım ortaya çıkacak. Hocaefendi’nin ısrarla şu anda cebri hicret edenlerin bile çok çok üstünde Hizmet insanının yurt dışına çıkmasını istediğini biliyoruz. Sel çekildiğinde yaşayanları çok muhteşem günler bekliyor.

Süreç’ten çıkarılan dersler?

Kaçınılmaz olarak pek çok ders çıkarılıyor. Başlangıçta belki bir şaşkınlık hali sözkonusuydu, anlama, idrak etme daha yavaştı. Ama şimdilerde tabiri caiz ise çok ciddi bir öze dönüş yaşanıyor. Bina ile müessese ile kemmiyet ile övünme sürecinden çıkarak insan merkezli bir inşa çalışması var. Dua’nın keşfi apayrı bir mevzunun konusu. Bediüzzaman’ın talebelerini eğiten ve vakıf insan haline dönüştüren çile sürecinin bir benzeri yaşanıyor.

Elde edilen tecrübeler paha biçilmez. Cemaatin her hatasını Fethullah Gülen’e kesmek doğru değil. Bunu işleyişi bilmeyenler anlamayabilir. Neticede Hocaefendi’de elindeki insan malzemesine ve imkanlara göre adımlarını şekillendirme durumunda. Fethullah Gülen pek çok tehlikeyi önceden yüzlerce defa anlatmasına rağmen bazı şeyler yaşanmadan anlaşılamıyor.

Bediüzzaman çapında bir isim bile “şeytandan ve siyasetten Allah’a sığınırım” sözünü 50 yaşın üzerinde çok ciddi bir tecrübenin ardından söyledi. Sosyal hadiselerde teorinin pratikten beslenmesi gerekiyor çoğu zaman. Hizmet mensupları da pek çok konuda deneyim sahibi artık. Erdoğan zulmü sayesinde dünyanın gözü üzerlerinde. Örneğin sivil toplum kuruluşu görüntüsüne halel getirecek her durumdan uzak durulmalı. Bir daha herhangi bir siyasi partinin gölgesine bile basmamalı. Bu birikim, doğru değerlendirilmesi şartıyla hizmete 50 yıl kazandırdı.  Ayrıca süreç, cemaati daha da özgürleştirdi.

Fethullah Gülen’den söz açılmışken, süreç’te bütü bu yaşananlar hengamesinde hareketin lideri olarak Gülen’in tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Bir hakkı teslim etmek adına söyleyeceğim: Ben Hizmet Hareketi’nde en büyük eleştirmenin, Fethullah Gülen olduğunu düşünüyorum. Hatta şu anda eleştirdiği için tepki çeken akademisyenlerden daha radikal tespitleri var. Eğer Gülen’in sohbetlerini dinlememek yerine bu gözle kritiğe tabi tutarlarsa bunu görebilirler. Tabi sayın Gülen bu eleştirilerini bir denge çizgisinde yaptığı için acelecileri ve müdakkik olmayan gözleri tatmin edemiyor olabilir. Daha sürecin en başında “gayri meşru muhabbetin neticesi merhametsiz azaptır” derken, Cemaat’e çok büyük bir eleştiri getiriyordu.

Bununla birlikte, Cemaat’e karşı Türkiye’de de büyük bir tepki var.

İşin gerçeği ben bu konuda çok şaşkın değilim. Halkın bir seçmen gibi hareket ettiğini ve çıkarlarını önceleyerek rasyonel bir tutum sergilediğini düşünüyorum. Rasyonellik bazen ahlaki olmayabilir. İnsan izzetine pek yakıştırmasak da Homo Economicus prensibi işliyor. Eğer AKP başarısız, halkın beklentilerini karşılayamayan bir parti olsa idi, bu yaptıklarına müsaade edilmezdi. En azından AKP tabanı için bunu söyleyebilirim. Bu kadar zulüm ve anti demokratik uygulama varken, nasıl olur da AKP’ye oy verilir serzenişini anlıyorum. Böyle düşünenlere ‘haksızsınız’ da demiyorum. Ama seçmen psikolojisi farklı işliyor. 15 Temmuz öncesinde cemaat daha terör örgütü ilan edilmemişken biz bunu çok açık bir şekilde gördük. Hem bu alternatifsizlik içinde sağ seçmenin ne yapmasını bekliyoruz. CHP’ye MHP’ye ya da HDP’ye oy vermesini mi? Hizmet mensupları da çok iyi biliyor ki bu partiler bütüncül manada ülkeyi ileri götürme, kronik sorunları çözme potansiyeli taşımıyor. Siyaset tam anlamı ile kontrol altında. Eskiden de böyleydi. Turgut Özal kadim sistem açısından bir yol kazasıydı. Bunun dışındakilerin hepsi statükoya hizmet etti. Erdoğan ise müslümanlar için tarihi bir hayal kırıklığı. Başında değil ama sonradan anladık ki hizmet bir kurt kapanın içine itilmiş ve başına gelenleri önlemesi mümkün değildi.

Cemaat’in Türkiye’deki bütün siyasilerle arası sorunlu şu anda. Karşılıklı bir güvensizlik var.

Aslında CHP, MHP ve HDP açısından durumda çok ciddi bir geri gidiş olmadı. Bu kesimlerle gen uyuşmazlığı süreçten öncede vardı zaten. Şimdi hepsi ağız birliği etmişçesine AKP’ye ‘biz demiyor muyduk?’ deyip duruyorlar. Esas problemi AKP tabanı ile yaşadı Cemaat. Cemaat’in yayın organlarında dershane krizi sonrası başlayan keskin dönüş, bir güven bunalımı bir inandırıcılık problemi oluşturduğu kanaatindeyim. İlkesel arka planı oluşturulmamış, hazırlıksız ve panik içinde yapılan yayınlardı. Yalan değildi ama yanlıştı. Cemaat bireyleri, bu ahlaksızların yaptığı gibi, kavgada yumruk sayılmaz, diyerek her buldukları malzemeyi muhalefet olsun diye kullanmamalıydı. Halkta kestirmeden şöyle düşündü: “Kuyruğunuza basılınca eleştirmeye başladınız.” Aynı hataların istisnai olduğunu bilmekle beraber Ergenekon davalarında da yapıldığını söyleyebilirim.

Ne tür hatalar yapıldı?

Örneğin dershane krizi başlar başlamaz, düne kadar göklere çıkarılan ekonomi, krizin eşiğine getirildi. Çöpten beslenen insan haberleri yapılmaya başlandı. Uğur Dündar’ın Star tv’de bir dönem yaptığının kötü bir kopyasıydı. Çok önemli bir diğer nokta Hizmet hareketinin mahiyeti gereği diğer partilerle de arası iyi olmalıydı. Diyalog zeminini yine taşıdığı değerler itibarı ile kaybetmemeliydi. Sonradan bazı hamleler olsa da AKP ile siyam ikizi görüntüsünü kırmakta yetersiz kalındı.

Cemaat bu sürece kadar ‘bizi anlamadılar’ yerine ‘kendimizi anlatamadık’ demeyi tercih ediyordu. Galiba bu bakış açısı ciddi yara aldı. Birçok hizmet sevdalısı ‘hakkımı helal etmeyeceğim’ sözüne demir atmış durumda. Bu yol çıkmaz sokak. Küskünlüğü kızgınlığı bir kenara bırakıp fabrika ayarlarına geri dönülmeli. İçerde ve dışarda kaybedilen itibarın nasıl kazanılabileceğine odaklanılmalı. Yoksa Hocaefendi yine dinlenmemeye devam edilmiş olur! Yolun kaderine saygılı olunmalı.

 Cemaat, Türkiye’de eski konumuna gelir mi?

Geçmiş darbe dönemlerinden aldığımız dersle bu mesele birkaç senede çözüleceğe benzemiyor. Ancak kalıcı olacağını da zannetmiyorum. Erdoğan figürü çok özel bir figür. Kullandığı terminoloji ve kamuoyunun bildiği geçmişi, Hizmet Hareketi’nin hitap ettiği birinci halkadaki muhafazakar kitleye kendisini anlatmayı zorlaştırıyor. Hatta en haklı oldukları noktada bile Erdoğan dalgakıran görevi görüyor. Çok sıra dışı bir durum. Erdoğan gibi özel bir siyasetçi olmasa idi cemaat bu kadar yalnız kalmaz, “çarşı” karışırdı. Halkı adeta büyülüyor. Normal şartlar altında sıfırlama tapesi Erdoğan’ın sonu olmalıydı. Halktaki cemaat hakkındaki kanaat fikirden ziyade bir his. Mantıktan ziyade sebebini bilmediği bir öfke. Ben Erdoğan’ın siyasi tükenişinden sonra halkın cemaat hakkında büyük bir sorgulama yaşayacağını düşünüyorum. Hipnozdan çıkan birinin yaşadığı şok gibi bir şok olacak.

15 Temmuz darbesi ile alakalı ne düşünüyorsunuz?

15 Temmuz darbesini kimin yaptığından bağımsız olarak Hizmet hareketini bitirme planı 15 Temmuz olmasa da zaten işliyordu. Paralel Yapı söylemi FETÖ ile aynı manada işlev görüyordu. Hatırlayalım Bank Asya’ya, Zaman Gazetesi’ne, İpek Grubu’na, hastane ve üniversitelere çökülmüştü zaten. 15 Temmuz ise zulmün bir tür legalleşmesi sonucunu doğurdu. OHAL ilan edildi. Kamu kurumlarındaki umumi temizliği bu sayede yaptılar. Yargı hukuksuzluğun farkında idi, hakimler başlarına iş almak istemiyordu. 15 Temmuz ile onlarında direncini kırdılar.

MHP ve CHP’nin 17-25 yolsuzlukları üzerinden AKP’ye saldırması da bu sayede son buldu. Bu iki parti Hizmet hareketini bitirme noktasında koalisyona dahil oldu. Erdoğan için bulunmaz bir fırsattı, kendi ifadesi ile büyük bir lütuftu.

15 Temmuz’u Hizmet’in yapmadığını tüm dünya biliyor. Hatta kimin yaptığını da biliyorlar. Tersten bir okuma ile Hizmet’in devlet içerisinde hatta askeriye gibi en özel yerlere bile insan yetiştirirken bunu şahsi ikbali kişisel menfaati için yapmadığını 15 Temmuz test etmiş oldu. Varlık yokluk mücadelesi verirken bile hukukun dışına çıkılmayarak sivil toplum örgütü görüntüsü pekiştirildi.

Afrin Harekatı hakkında düşünceleriniz?

Afrin’e yapılan Zeytin Dalı harekatını Erdoğan’ın seçim çalışması olarak tanımlayıp karikatürize etmek istemem. Ama Erdoğan Afrin’i ve şehitlerimizi öylesine tepe tepe kullandıki bu yöndeki eleştirileri haklı çıkarıyor. Tabiki mesele sadece iç siyaset argümanı ile izah edilemez. Büyük fotoğrafta Afrin çıkarması Türkiye’nin petrol ve doğalgazın yeni paylaşımında pay alma stratejisi diye okunmak isteniyor. Ama ben bundan daha büyük bir fotoğraf olduğunu düşünüyorum. Türkiye Ortadoğu’da onlarca yıl sürecek bir kaosun parçası haline getiriliyor. Turgut Özal’ın “bir koyup üç alacağız” diye özetlediği havuca nihayet AKP hükümeti geldi. Türkiye en başında Suriye rejimi ile tarihteki en barışçıl dönemi yaşarken nasıl anlamsız bir şekilde savaş sürecine girdiyse aynı anlamsızlık Afrin içinde geçerli. Türkler Kürtlerle tarihte olmadığı ölçüde ilişkilerini parçalıyor. Bir taraftan ABD ve NATO’dan uzaklaşıp, gitmesi için onbinlerce insanın öldüğü Esed’in bir numaralı hamileri İran ve Rusya’ya yakınlaşmanın paradoksu izah edilememişken şimdi Kürtleri de Türkiye’den uzaklaştırıyorlar.

Türkiye Batı’dan kopuyor mu?

28 Şubatçılar Türkiye’yi Batı’dan koparmadan istedikleri kapalı rejimi kuramayacaklarını çok iyi biliyorlardı. MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç paşanın bu yönde açık beyanı bile vardı. Onun için iktidarlara Avrasya modelini dikte etmeye çalışıyorlardı. Erdoğan rejimi şu anda bu modelin adeta uygulayıcısı konumunda. AKP’nin Batı ve demokrasi yanlısı bir politikadan nasıl bu noktaya savrulduklarını anlamak için kapatılan Tevhid Selam davası dosyalarına ve 17-25 tapelerine bakmak bir fikir verebilir sanırım.

 Bitirmeden size de yöneltmek istediğim bir soru var. Son zamanlarda zaman zaman artan, bazen de düşük seyirde devam eden ‘Cemaat içi’ eleştirilerden sanırım haberdarsınız. Ben bu eleştirileri ziyadesiyle önemsiyorum, tam zamanı olduğunu düşünüyorum ve Cemaat’in sıhhat ve selameti için bunu fevkalade hayati buluyorum. Ve ne yazık ki, eleştirel yaklaşanlar bunun çeşitli biçimlerde bedellerini ödüyorlar da, ki bu bir bahs-i diğer. Sorum şu: siz bu içerden gelen ve benim halen çok ‘cılız’ bulduğum bu eleştiriler, yüzleşmeler konusunda ne düşünüyorsunuz?

Eleştiri kavramı ile yürümek isteyenlere saygım var. Ancak Cemaat’i ve Gülen’i yıllarca gözlemlemiş birisi olarak cemaat içi sirkülasyonda ‘eleştiri’ kelimesine pek şans tanımıyorum. Hocaefendi’nin onun yerine koyduğu artıları ve eksileri ihtiva eden ‘muhasebe’ kavramı daha şık ve itidalli duruyor. Tabii istişarenin hakkını vermek de işin çok önemli ikinci boyutu. Ama bu noktadaki eleştirileri çok haklı buluyorum.

Özgürce eleştirmeye devam etsinler. Doğru ya da yanlış farklı bakış açılarına ihtiyaç var. Bu konuda eleştirende eleştirilende rahat olmalı. Cemaat’ten gelen eleştirileri isterlerse dikkate alırlar istemezlerse almazlar, akademisyenler soru soran sorgulayan insanlar. Onları bir kalıba girmeye zorlamak doğru olmaz. Ben başlangıçtaki Ahmet T. Kuru’nun ilk yazısını bir talihsizlik olarak gördüm. Ama o bile fikirlerin tahrik olmasına ve yeni düşüncelere kapı aralamasına imkan verdiği için faydalı oldu. Ancak eleştirilerin içeriğinden çok zamanlaması tepki çekiyor bence. Evde büyük bir yangın varken evin restorasyonu hakkında konuşmak biraz hissizlik, cenaze sahiplerine saygısızlık olarak algılanabiliyor. Hani Bediüzzaman’ın içtihat kapısı kapanmamıştır ama mahsurları var sözündeki gibi bir durum var gibi. Yinede özellikle dışarıdakiler için yeniden yapılanma başladığından eleştirileri de sürecin parçası olarak görmek lazım. Özeleştiri isteyenlere karşı şunu dememe müsaade edin. Cemaat, bu korkunç düşmanlığı yanlışlarından dolayı değil doğrularından dolayı yaşıyor. Doğu Perinçek’in başından beri söylemlerini takip etmek bu açıdan çok öğretici olabilir.

Çok teşekkürler Harun Bey

Ben de teşekkür ederim.


Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.