Sıcak bir ağustos gününde inmişti uçağımız Bamako havaalanına. Uçağın kapısından ilk adımı attığımda Afrika’nın kızgın kumlarının harareti ile tanıştım. Doğrusu bir hizmet gönüllüsünün aklına bile getirmeyeceği o duyguyu ‘galiba burada zorlanacağım’ sözleri ile kendime söyleyivermiştim. Birkaç gün sonra yeni görevim olan derneğin merkezinde çalışmaya başladım. Bu dernek üç yıl önce açılmış. 10. yılında Türkiye’de ‘Küresel Doktorlar’ ismiyle faaliyette bulunan dernek ile beraber ‘Mali Katarakt Projesi’ kapsamında bir klinik ile ücretsiz göz ameliyatlarına başlamışlar. Kliniğin tüm sağlık-ilaç giderlerini ‘Küresel Doktorlar’ karşılıyorken yerel derneğimiz sadece klinik kirası ve elektrik su gibi harcamalarını karşılıyordu. Doktorlar ise Türkiye’den geliyor ve ameliyatları yapıyorlardı. Türkiye’den doktor gelmezse sadece muayene yapılıyor ve katarakt hastaları tespit ediliyordu.
O günlerde Türkiye’den gelmiş bir bayan doktor, her gün onlarca ameliyat ile birikmiş hastaların yeniden dünyaya gözlerinin açılmasına vesile oluyordu. Kendisi ile tanıştım. Türkiye’de özel bir hastanede çalışıyormuş. Ayrıca o hastanenin bağlı bulunduğu şirketler grubuna ait özel bir üniversite de ders verdiğini öğrendim. Yıllardır hizmet bünyesinde çalışan biri olarak bu hanımefendinin hizmet ile bağlantısının zayıf olduğunu fark ettim. Sonradan öğrendim ki bu doktor hanım bir arkadaşının ricasına ve heyecanına dayanamayıp Mali’ye gelmiş. Zaten kendisi de sol ve seküler bir dünya görüşüne sahipti. 20 günlük ücretsiz izne ayrılmış ve kendi yol masraflarını da kendisi üstlenip gelmiş Afrika’nın bu bilinmez yerlerine. Dinlediğimde her gün karşılaştığı imkânsızlıkları anlatıyor kesilen elektrikten, akmayan sulardan, alışamadığı yemeklerden dem vuruyordu. Buna rağmen ‘iyi ki gelmişim buralara’ demeyi de ihmal etmiyordu. Birkaç gün sonra öğrendim ki doktor hanımın babası eski bir büyükelçiymiş. Tüm engellemelerine rağmen kızını ikna edememiş. Eşi de doktor olan hanımefendi iki çocuğunu eşine bırakıp gelmiş. Babası, Mali büyükelçisini aramış ve kızına göz kulak olmasını söylemiş. Mali büyükelçisi de Mali’nin çok güvenli bir ülke olmadığını ve kızına sahip çıkamayacaklarını belirtmiş. Büyükelçi, Zafer bayramı resepsiyonu nedeniyle doktor hanımı Türk elçiliğine davet ettiği halde doktor hanım ‘oraya gideceğim sürede birkaç hastanın daha gözünü açabilirim’ diye geri çevirdi. Kendisini yolcu ederken gözyaşlarını tutamadı ve tekrar gelmek istediğini, fikirlerinin çok değiştiğini, burada gördüklerini arkadaşları ile paylaşacağını ve artık bende bu kervanda gönüllü hizmet etmek istediğini söyleyerek ayrıldı. Tabi ki Türkiye’de düşündüklerinin pek çoğuna nail olamadı. Çünkü zaman hizmet gönüllülerinin aleyhine akıyordu.
Doktor hanımın gitmesinden yaklaşık bir ay sonra, kurban bayramının arefesinde tanıdım o ricasıyla ve hizmet heyecanıyla arkadaşını bu sıcak-tozlu Afrika savanlarına yollayan ‘hizmet delisi’ ni. Bir gün önce gelmişti İzmir’den. Beraberinde sekiz de Şifa Üniversite öğrencisi kızlarımızı getirmişti. Fakat o da ne, doktor abla tekerlekli sandalyedeydi. Yanındaki kızların yardımı ile o arefe gününde bir köy ziyaretine gittiler. Yüzlerce hastayı muayene etti orada. Onlarca ailenin sofrasına tuz biber oldular. Akşam ise ameliyathanede onlarca hastayı ameliyat etti. Gecenin bir yarısında yediği yemeğinin ardından dinlenmeye geçti. Şok olmuştum adeta. Bu nasıl bir enerji ki gün boyunca sıcağa toza toprağa rağmen yorulmamış ve akşam da ameliyat yapıyordu gecenin bir yarısına kadar. Sonra öğrendim ki bu doktor ablamız MS hastasıymış ve yavaş yavaş eriyen kemiklerine rağmen ‘hayatımın kalan kısmının bir dakikası bile zayi olmadan nasıl hizmet ederim’ derdiyle dertlenmiş. Fırsatını bulduğu anda Afrika’ya atmış kendisini.
Ben kendisiyle tanıştığımda ikinci gelişiydi Mali’ye. Ve son gelişinde malum darbe girişimi yaşanmıştı. 18 günlüğüne gelmişti ve henüz daha iki günü kalmıştı dönmesine. Devlet memuru olduğu için dönmesi gerekiyordu emir büyük yerdendi. İzmir Araştırma Hastanesi Başhekimi de kendisine mesaj yollamış ve hemen dönmesini istemişti. Başhekimin kendisine karşı gösterdiği anlayışa karşı ‘dönmem gerekir’ dedi ve hazırlıklarını yaptı. Havaalanına gittik ve biletini iki gün öncesine almak için şirket sorumluları ile görüştük. Uçakta yer olmadığını ve ancak iki gün sonra kendi bileti ile dönebileceğini ifade ettiler. Bu gelişinde yanında, henüz liseye yeni gidecek olan ve Kanada’da öğrenimine devam edecek kızı da vardı. Yalnız gelmesi mümkün olmadığı için hep yanında biri olmak zorundaydı. Bir yıl içinde beş defa gelmişti Mali’ye ve her gelişinde bir yardım eden de bulmuştu kendisine. O gün bilet bulamayınca canı çok sıkıldı. ‘Şu boşa geçen saatlerimi telafi etmeliyim’ diye hastaları tekrar arattı. En son hastasını ameliyat ettiğinde saat 01:30’u gösteriyordu.
Bizler Türkiye’den gelen misafirlerimizi Mali’de kaldıkları süre boyunca evlerimizde misafir eder ve tüm yemekleri arkadaşlar arasında paylaşırdı. Doktor Duygu bunu kabul etmedi. ‘Ben buraya yemek için gelmedim, ihtiyaç olursa şuracıkta yer yatar ameliyatlarımı yaparım’ dedi. Beni görmek isteyen de kliniğe gelir dedi. Ve öyle de yaptı. Kimsenin evine gitmedi. Klinikte yedi, yattı. Hatta ara namazlarını ameliyathanede oturduğu yerden kıldı. Ben ömrümde böyle bir hizmet aşkı görmedim. Sabah 7 de muayeneye başlıyor, iki yüzden fazla insanı muayene ediyor, sonra ameliyathaneye giriyor öğleden sonraya kadar ameliyatlarını yapıyor sonra çıkıp yemeğini yiyor namazını kılıyordu. Ardından tekrar abdestli bir şekilde ameliyathaneye giriyor ikindi ve akşamı ameliyathanede ifa ediyor ve son hastası bitmeden de ameliyathaneden çıkmıyordu. Genelde akşam yemeğini saat 23.00 gibi yiyebiliyordu.
Her gün ortalama 40 ameliyat yapabiliyorduk. Bir keresinde 52 ameliyat ile rekor kırmıştı. Yirmi günlük sürede 500 den fazla insanın gözlerinin açılmasına vesile oluyordu. Üçüncü gelişinde başkent Bamako’ya 500 km uzaklıkta bir başka şehre gitti. Orada bir haftada üç yüze yakın ameliyat yaptı. Şehrin valisi hastanede kendisini devlet erkânı ile ziyaret etmiş ve izniniz olursa sizin heykelinizi dikmek istiyoruz demişti. Doktor abla ise mahcup ve mütevazılığıyla bunu reddetti.
Ardından bir başka şehre ve sonra komşu ülkeye vs. düşünebiliyor musunuz bu yolculuklar tamamen karayoluyla ve bazen 20 saati bulan yolculuklar. Doktor ablada en küçük bir şikâyet izini görmedim. Bilakis bize gelmeden önce sıkı sıkı tembih eder ‘geldiğimde bir dakikam bile boşa geçmesin çok hasta olsun’ derdi. Son gelişinde arefe gecesiydi ve bir sonraki gün kurban bayramı olduğu için personelin izin yapmasını rica ettim. Çok kızdı bana, ağır şeyler de söyledi. Vicdanen bana ağır gelen ancak bir yönetici olarak da çalışan personelin bayram sevincini düşünmem gerektiği için ‘tüm sorumluluğu alıyorum yarın mahşerde de cezasına razıyım’ diyerek ikna ettim. Bayram sonrasında yaklaşık 18 saat mesaiyle çalıştık. Hatta klinik ekibi de evine gitmiyor orada yatıyordu bazı günlerde. Klinik çalışanlarına da bayram harçlığı vermişti. Getirdiği hediyeleri onlara pay etti.
Türkiye de kapanan kurumlar nedeniyle bizler de dernek olarak yeterli yardım alamıyorduk. Bu nedenle yerli bir doktorun işine son vermek zorunda kalmıştık. Yerli bayan doktor Dr. Duygu ablanın heyecanından o kadar etkilenmişti ki bir gün gelip gönüllü çalışacağını söyledi. ‘Sizden yol ve yemek parası bile istemiyorum’ dedi ‘Dr. Duygu bu haliyle benim insanıma bu fedakârlığı yaparken ben evde oturamam’ dedi. Zaten eşi de özel bir hastanede çalıştığı için maddi ihtiyacı çok yoktu.
Yine bir defasında ablamız bir fırsat bulup gelmek istediğini söyledi. Biz de Türkiye’den yardım gelmediği için sarf malzememiz ve finansımız yok dedik. Siz Mali’ye değil Avrupa’ya gitseniz ve orada bu hizmetleri anlatıp yardım bulsanız dedim. Yanına bir doktor arkadaşını daha aldı ve üç haftalığına Avrupa’ya gitti. Dört ülke ve onlarca şehir dolaştı. Bir hızlı trenden indi diğer birine bindi ve Almanya, Hollanda, Belçika ve Fransa da gezmedik hizmet kurumu bırakmadı. Her yerde bu hizmetleri anlattı, yardım istedi. Kendisini bir gün aradığımda ‘abi tam istediğim gibi, bir dakika bile boş kalmadık, her ortamı değerlendirdik’ dediğini ve sesinin ne kadar heyecan dolu olduğunu unutamıyorum.
Dr. Ablamızı son gelişinin bittiği gün, havaalanında chek-in sonrasında uçağı beklerken çok üzgün gördüm. Keşke’ler ile bize veda ederken ‘şurada uçağı beklerken keşke bir iki insanın daha gözünü açabilsem’ demesini hiç unutamıyorum. İki çocuğu ve eşine rağmen, yürüyemiyor olmasına rağmen ondaki bu şevki ve heyecanı unutamam. Bana hep Hacı Kemal abinin ‘ben çok kaldım, benim hayatım bunun üzerine olmalıydı, kalan ömrümün bir dakikası bile bu yolda geçmeli’ sözlerini hatırlatıyordu.
Doktor Umut Duygu Uzunel, MS hastası, iki çocuk annesi… Eşi, şimdi hapiste. Kendisi illegal yollardan Yunanistan üzerinden Kanada’ya gidebildi. Çocukları birilerine emanet. Doktor olan eşini 15 Temmuz sonrasında hemen gözaltına aldılar. Sonra da tutuklandı. Dr. Abla bir süre gaybubette kaldı. Sonra da Adalar üzerinden Yunanistan’a ve Kanada’ya geçti. Şimdi hayat ona çok daha zor. Eşinden ayrı, çocukları perişan ve kendisi de hep birilerine muhtaç bir ‘engelli’ mülteci.
Üç gün önce sesini duyduğumda ağlamaklı bir ses tonuyla ‘Allah ahir ömrümde yine oralara gelmeyi ve hizmet etmeyi nasip etsin’ duasına amin diyebildim sadece. Elimden gelen hiçbir şey yoktu. Dr. Abla gibi nice hizmet gönüllüsüne sadece dua edebilmek ne zor şeymiş.
Bu yazıyı size sadece tarihe bir not düşmenizi istediğim için yazıyorum. Dr. Ablamızı aradım ve izin de aldım. ‘Adımı da kullanabilirsiniz izne gerek yok’ dedi. ‘Eğer hizmete bir faydası olacaksa istediğiniz yerde kullanabilirsiniz’ dedi. Bayram tatillerini hizmette geçiren, yılda beş defa Mali’ye ücretsiz izne ayrılarak gelen, ‘engelli’, eş ve anne olan bu hizmet gönüllüsünün heyecanı herkese bir örnek olur mülahazasıyla bu cümleleri yazıyorum.
Bu Yayına Yorum Yapın