Yerleşik yabancılar, göçmen kuşlar | Selahattin Sevi
Uğur ve Ayşe öğretmenler, çocukları, Ege'de can veren Maden ailesi ve yüzbinlerce insan bu ülkenin yerlisiydi ama özgür yurttaşı olamadılar.
Fotoğraf: Selahattin Sevi, Midilli
Fotoğraf: Selahattin Sevi, Midilli
Henüz geniş zamanlardı.
Haris Alexiou şehre gelecekti. Onun dilinde ‘polis’ yani şehir denince önce İstanbul anlaşılırdı.
Belki Selanik’in kız kardeşi, ata toprağı İzmir’i de ziyaret edecekti.
Her gün üzerinde binlerce umut yolcusunun yürüdüğü Ege Denizi’nin öte yakasından aşka, özleme, tutkuya dair sesler getirecekti.
“Havada bir bulut gibi / gökyüzünde yapayalnız bir bulut gibi / yol aldım” sözleri bir asır bile olmayan bir geçmişte mübadeleyle yerinden yurdundan edilen Rumeli’nin ve Küçük Asya’nın muhacirlerine yakılmış bir ağıt gibiydi. “Anadolu Helenleri aynı kayıklara atlamışlardı. Ancak anavatana gitmek, dilini konuştuğun yere gitmek farklı” derken mülteciliğin derin sızısını anlatıyordu.
Sevenlerinin sevgili ‘Harula’sı baba ocağı İzmir’den, çocukluk yıllarının geçtiği Thiva ve Atina’ya müzikal bir yolculuğa çıkaracağı yolculuk öncesi yüz yıllık kederi dile getirecekti: “Bütün yeryüzünü dolaştım / kalbimde tek bir şarkı / ve omuzlarımda yağmurla…”
Kim bilebilirdi o yağmurların sel olup taşacağını, yıllar yıllar sonra Anadolu’dan sürülen başka insanları yutacağını?
Şehrin köprüyü gören kıyısında küçük oğlunun flu fotoğrafını çeken Uğur Abdurrezezak acaba Alexiou’yu biliyor muydu?
Hayatı, insanları ve ailesini çok sevdiğini belli olan Uğur öğretmen şarkıları çok severmiş.
Keyfe keder paylaştığında bile hep öğretmen kalmış.
“Bir yerlerde mutlaka duymuşsunuzdur. Altta cümle cümle Türkçesini de ekliyorum” diyerek sosyal medyadaki öğrencilerine ve arkadaşlarına göndermiş:
Did I disappoint you or let you down?
Seni hayal kırıklığına mı uğrattım?
Should I be feeling guilty or let the judges frown?
Kendimi suçlu mu hissedeyim yoksa kaşlarını çatmana izin mi vereyim?
‘Cause I saw the end before we’d begun,
Çünkü daha biz başlamadan sonunu gördüm
Seni hayal kırıklığına mı uğrattım?
Should I be feeling guilty or let the judges frown?
Kendimi suçlu mu hissedeyim yoksa kaşlarını çatmana izin mi vereyim?
‘Cause I saw the end before we’d begun,
Çünkü daha biz başlamadan sonunu gördüm
Hayatının yeni macerasının sonunu göremedi Uğur Abdurrezzak. Mesleğine tutkuyla bağlı bir İngilizce öğretmeniyken edebiyat dersi öğretmeni Ayşe Söyler’le hayatını birleştirdi. Çocukları Abdülkadir Enes ve Halil Münir için bir gelecek hayali kurarken kendini ‘atılı suçlar’la bir anda hapishanede buldu. 6 ay tutuklu kaldığı cezaevinden çıktığında ortada öylece kalakalmıştı. Eşinin de gözaltına alınması ve ardından 686 sayılı KHK ile kendisi gibi mesleğinden ihraç edilmesiyle kendilerini iyice yalnız hissettiler küçük dünyalarının ortasında.
Kah çanta sattılar, kah eşarp.
Fakat umut yoktu.
Yola çıkmalı, yeni bir hayat kurmalıydı.
Dostlarına ve arkadaşlarına attığı kısa mesajda, “Çıkıyoruz, dua edin” derken nereden bilebilirdi Meriç’in azgın suyunun eşini, yüzüne bakmaya kıyamadığı çocuklarını ve kısacık hayatında ne varsa alıp götüreceğini.
Onlar da ‘Yeni Türkiye’nin metoikosları gibi bir gölgelik dünyadan gelip geçtiler.
Öyleydi eski Atina’da metoikoslar.
Ne yurttaş, ne köle; kentin yerleşik yabancılarıydılar.
Anne babaları aynı şehirde doğmuştu ama o kadar da soylu değillerdi hani. Antik Yunan’ın ‘metoikos’ları toprak edinerek varlıklarını artıramayacakları için birikimlerini farklı alanlarda değerlendirdiler. Bugüne ulaşan antik heykeller onların destekleriyle yapıldı.
Uğur ve Ayşe öğretmenler, çocukları, Ege’de can veren Maden ailesi ve yüzbinlerce insan bu ülkenin yerlisiydi ama özgür yurttaşı olamadılar. Metoikoslar’ın mermer yontucuları gibi ruhlarının heykelini dikmek için gece gündüz çalıştılar.
Haris Alexiou’nun, sevgili Harula’nın sesi bitmeyen öykünüze bir ağıt olsun.
“Mutluluğu hiç tatmamış / kanatlara benzer bu kollarla / dalgalarla çarpıştım
…
“gel dalga beni al götür / beni yeniden onunu kollarına bırak”
Bu Yayına Yorum Yapın