Çocuklar büyürler | Rüya Karlıova
Çocuklar bu dünyaya yaşamak ve büyümek için gelir. Büyüyebilenler acaba bu fotoğraflara bakınca bizi nasıl anacaklar?
Üç fotoğraf art arda düştü sosyal medya akışına. Önce henüz bulunan eski bir çocuk gömleği, sonra kız kardeşine sarılıp büzüşmüş bir Suriyeli çocuk, sonra -yine- kıyıda çocuk ölüleri…
Eskimiş, mavi beyaz çizgili çocuk gömleği yırtık pırtıktı. Sol cebinin üzerinde sarı-kırmızı üçgenler vardı, bu bir Yahudi’ye ait demekti. Auschwitz kampından dört kilometre ötede tahta bir evin çatı katında henüz bulunmuştu. Kamp 1945’te kapatılınca yakınında yaşayan insanlar hasta çocuklara bakmak için kapılarını açmışlardı. O sırada kampta 500 çocuk olduğu sanılıyor. Bu gömleği giyen çocuğun akıbeti bilinmiyor. Ancak Holokost’ta 1.1 milyon çocuğun öldüğünü biliyoruz.
Bir başka fotoğrafta kız kardeşini tepelerine inen bombalardan korumaya çalışan bir Suriyeli çocuk. Küçük kızı sarıp sarmalıyor ondan çok da büyük olmayan abisi, birlikte yıkık bir duvar dibine büzüşüyorlar. Tozlu ayaklarında terlikler var, çocuk küçük elleriyle olabildiğince başını sarmalıyor küçük kızın, başına düşecek bombalardan onu böylece koruyor.
Yunanistan’a geçmeye çalışırken plastik botları alabora olan bir ailenin iki küçük çocuğu askerlerin kucağında taşınıyor sonraki fotoğrafta. Bu habere ilişkin başka karelerde de aynı çocuklar ceset torbalarında. Çocuklardan biri 11, diğer 3 yaşında. İki yıl önce Aylan Kürdi de benzer şekilde taşınmıştı jandarmaların kucağında, tıpkı birkaç ay önce Ege Denizi’nde tekneleri devrilen Maden ailesinin çocukları Nadire, Nur ve Feridun gibi…
Geçtiğimiz haftalarda Selahattin Sevi fotoğrafların gücünü ve güçsüzlüğünü yazmıştı. Barbie Zelizer’e göre haber metinlerindeki bu donmuş anlar aslında rahatsız edici, çünkü haberin amaçladığı nesnel bilgiyi “zedeliyor” ve onun yerini duyguyla, tutkuyla dolduruyor. Bu görüntüleri haber metinlerini tükettiğimiz gibi tüketemiyoruz, çünkü bizden bir cevap bekliyorlar.
Çocuklara yapılan zulmü anlamak, buna adamakıllı bir cevap vermek kolay ya da mümkün değil. Çoğunlukla duygusal bir cevap bu, hatta savunma mekanizmalarının da kurulduğu oluyor. Örneğin onların artık birer “melek”, “şehit”, “cennet kuşu” olduklarına inanarak teselli bulunuyor. Oysa bu çocuklara sadece yazık oluyor ve her şeyden çok bu dehşet döngüsünün kurbanı oluyorlar.
Zulüm sonucu korkan, canı yanan, ölen çocukların trajedilerini mistik bir boyutta ele almanın onlara kötülük olduğunu düşünüyorum. Çünkü odaklanmamız gereken gerçek, onları yaşatamadığımız, mutlu edemediğimiz, koruyamadığımız gerçeği. Bu gerçek orada duruyor, fotoğrafların dondurduğu anlarda. Yarım kalmış hayatlarının, sönmüş umutlarının, gerçekleşememiş potansiyellerinin bir mistik avuntuyla değiş tokuş edilmesi önce o çocuklara haksızlık.
Hepimizin bildiği, üzerinde ‘ama’sız birleştiği tek gerçek de bu: Çocuklar içinden geçtiğimiz süreçlerde, savaş, intikam, uluslararası ilişkiler, devletin devlete ettiği, ulus-devletin kendini koruma refleksi, bedel ödetme körlüğü, her neyse -bugün bilemesek de tarihin bu fotoğraflara bakarak anlatacağı o şey- onun dışında büyüyor olmalılar.
Ayşe Öğretmen yavrularının kurtarılması için bağırırken dün sabaha karşı saat beşmiş. Yani saatler önce yaşıyor, umutlanıyor, yürüyor, bir geleceğe doğru gidiyorlarmış ailece… Edirne’de soğuk, yağmurlu bir kış günü. Yunanistan’a geçmeye çalıştıkları plastik bot alabora olmuş. İçinde yedi kişi var, dördü Abdürrezzak ailesinden. Öğretmen ana baba Ayşe ve Uğur Abdürrezzak ve 3 yaşındaki Halil Münir ile 11’indeki Abdülkadir Enes. Anne baba KHK ile ihraç edilmiş. Ayşe öğretmen ihraç edildikten sonra internet üzerinden çanta ve eşarp satmaya çalışmış. Saat beşte sıcak yataklarında olmaları gerekirken Meriç’i geçerek yaşamlarını insanca sürdürmek için başka çareleri olsa asla çıkmayacakları bir yolculuğa çıkmışlar. Yanlarında taşıdıkları ve sonra şişirerek karşı kıyıya geçmeye çalıştıkları plastik bot askeri bölgede devrilmiş.
Gecenin ortasında karanlığı yaran bir ses duymuş nöbetçi askerler, “Çocuğumu kurtarın” diye bağıran bir annenin sesini. Sonrası sessizlik. Bota ve giyim eşyalarına ancak öğle saatlerinde, anne ve iki çocuğun cesetlerine daha sonra ulaşılıyor. Baba hâlâ aranıyor. Abdülkadir Enes’in üzerinde bir sırt çantası varmış, içinde eşyaları, belki yeni hayatında kullanacakları.
Çocuklar şehit olmaz, hicret etmez. Çocuklar büyürler.
Çocuklar melek olmak, sembol olmak, cennet kuşu olmak için değil yaşamak ve büyümek için bu dünyaya gelirler.
Evet, bir yandan da büyür çocuklar ve akranlarının, arkadaşlarının, kardeşlerinin fotoğraflarını görürler. Onlara ne olduğunu anlar, yazar, yargılarlar.
Büyüyebilenler acaba bu fotoğraflara bakınca bizi nasıl anacaklar?
Bu Yayına Yorum Yapın