Yardımcı Doçentlik Hakkında | Mehmet Yekta Eraltay
Geçtiğimiz günlerde üniversitelerde yardımcı doçent kadrosunun kaldırılması ve doktorasını bitiren akademisyenlerin doğrudan doçentliğe başvuru yapabilmesinin önünün açılması gündeme geldi. Bu bağlamda YÖK süreç hakkında bir soru-cevap yayımladı ve akla gelebilecek sorulara cevap verdi: http://yok.gov.tr/web/guest/yrd-docentligin-kaldirilmasi-ve-docentlik-surecleri
YÖK'ün yayınladığı metni incelediğimizde yapılan değişikliğin aslında bir değişiklik olmadığını ve yapılması gereken daha köklü değişiklikler olduğunu anlamamız zor olmasa gerek.
Öncelikle hemen söylemek gerekir ki 'Yardımcı Doçentlik' aslında kalkmıyor sadece göz boyamak için ismi değişiyor, yeni ismi de "Doktor Öğretim Görevlisi" olarak tespit edilmiş. Aslında hiç yeni isim bulma zahmetine girmeden eski ismi ile devam edilseydi daha iyi olurdu çünkü isim değişikliği ile bir şeylerin değişmeyeceğini akademi dünyasında olan bizler zaten biliyoruz. İsim değişikliği yapmadan doğrudan yapılmak istenen değişiklikler pekala yapılabilirdi.
Esas düzeltilmesi gereken konulardan bir tanesi 'öğretim görevlisi' ve 'öğretim üyesi' farkının giderilmesi olacaktır. Yayımlanan metinden anladığımıza göre bu ayrım devam edecektir. Metinde "Mevcut öğretim görevlileri öğretim üyesi statüsünde değildir. “Doktor Öğretim Görevlisi” ise öğretim üyesi statüsünde olacaktır. Dolayısıyla iki kadro birbirinden farklıdır." yazılmıştır. Eğer doktor öğretim görevlisi öğretim üyesi statüsünde olacaksa isminde niye öğretim görevlisi yazmaktadır. Pozisyonun ismi yaptığı işi yansıtması daha uygun değil midir? Bunun yanında henüz doçent olamamış birisinin doçentlerin statüsünde olması bir çelişki oluşturmayacak mıdır? Buna bozulan doçent hocalarımız olacaktır mutlaka.
Yine metinden öğrendiğimiz önemli bir değişiklik ise doçent olmak için sözlü sınavın kaldırılmasıdır. Belki de bu değişikliğin en olumlu tarafı doçentlik sözlü sınavının kaldırılacak olmasıdır. Yeni düzenlemede Üniversiteler Arası Kurul (ÜAK) eser incelemesi yapacak ve adayın doçentliğe uygun olduğuna dair bir belge verecektir, bundan sonra üniversiteler gerekli doçentlik kadrosunu açıp bu belge sahiplerinden akademisyenleri doçentlik kadrosuna atama yapıp doçent yapabilecektir. Bu aynı zamanda ÜAK'ın doçentlik hakkındaki bazı yetkilerinin üniversite senatolarına devri demektir. Senatolar ek şartlar isteyebilecektir ki istenecek şartlar arasında 'sözlü sınav' olması durumunda ne olacaktır belli değildir. Kaldı ki sözlü yapılamaz yazılsa bile bizim sistemi bilen herkes gayri resmi sözlülerin yapılacağından emin olduklarını belirtmektedirler.
Bir diğer üzerinde durulması gereken konu ise yabancı dil barajıdır. Yabancı dili yeterli seviyede bilmeyen birisinin global anlamda yetkin bir akademisyen olamayacağı açıktır. Zaten bugünkü bilimsel sıralamalarda üniversitelerimizin gerilerde olması bir yönüyle akademisyenlerimizin yeterli şekilde yabancı dil bilmiyor olmasındandır. Yaptığım hakemliklerde yazılan İngilizceleri gördükçe bu kanaatim güçlenmektedir. Metinden anladığımıza göre yabancı dil notu 55'den az olmayacak şekilde senatolarca belirlenecektir. Hemen belirteyim ki akademisyen olmak isteyenler için 55 düşük bir limittir. Bana göre doçent olmak için en az 70, profesör olmak için ise en az 80 limit olmalıdır. Doktora yeterliğe girmek için veya doktor ünvanı almak için de en az 65 limit olmalıdır. Ve bu konuda asla taviz verilmemelidir.
Konu hakkında yazılacak daha fazla noktalar var ama şimdilik bu kadar ile yetinelim. Şimdi bu konu hakkında kendi fikrimi maddeler halinde kısa kısa yazmaya çalışayım.
1. Dünyada en yüksek akademik seviye 'doktora'dır. Bunun dışındaki diğer ünvanlar tecrübe, makam, maaş ve yetki gibi idari durumları belirtmek içindir. Onun için eğer 'Türkiye Cumhuriyeti en yüksek akademik seviye olarak doktorayı kabul eder.' şeklinde bir kanun maddesi birçok problemimizi çözecektir. Aslına bakarsanız doktora unvanına sahip kişiler hangi makam ve seviyede olursa olsun akademik olarak aynı seviyede olmalıdır.
2. İdari ve akademik pozisyonlara başvuru yapmak için 'doktora' unvanı yeterli olmalıdır. Mesela, rektör olmak için illa ki 'Prof.' unvanı istemenin mantığı yoktur.
3. Peki akademisyenler arasında bir sıralama olmayacak mıdır? Tabii ki olacaktır, şöyle olabilir mesela: Araştırma Görevlisi, Yardımcı Doçent, Doçent, Profesör, eski sistem yani. Ama görev tanımlarını değiştirebilirsiniz. Örneğin araştırma görevlileri ders verebilirler gibi.
4. Unvan kullanımlarında da değişiklik yapmak şarttır. 'Dr.' bir unvandır ve kullanılır ama 'Doç.' veya 'Prof.' gibi ünvanları kullanamazsınız. Bunların yerine de 'Dr.' ünvanı kullanılır zira 'Dr.' en yüksek akademik unvandır, diğerleri ancak tecrübe ve maaş gibi farklılıkları gösterir. İlgilisine not: Yazılı ve görsel basında ünvanlar kullanılırken mesela (Prof. Dr. Ad Soyad) yerine sadece (Dr. Ad Soyad) kullanılmalıdır. [İlgilisine ikinci not: Ülkemizde uzman enflasyonu vardır. Eğer uzmanlığı bir akademik durum olarak değerlendirirsek-ki öyle yapmanın iyi tarafları da vardır- olur olmaz yerde xyz Uzmanı ifadelerini kullananlar hakkında idari ve cezai işlem yapılmalıdır.]
5. Doçent olmak için nasıl bir prosedür varsa aynı prosedür Profesör olmak için de olmalıdır. Hatta profesör olmak için istenecek şartlar doçentlikten fazla olmalıdır.
6. Buna benzer değişiklikler yapılırken idari olarak da bazı değişiklikler yapılmalıdır, mesela üniversiteleri 'devlet' ve 'vakıf' üniversiteleri olarak ayırmaya gerek yoktur. Yükseköğretim Kurumları diyerek bütün hepsi için tek tanım kullanılmalıdır. Bu bağlamda devlet üniversitelerinin de artık bir 'Yönetim Kurulu' tarafından yönetilmesi durumu tartışılmaya başlanmalıdır.
Yükseköğretim alanı geniş araştırmaların yapılması gereken önemli bir alandır. Gözlemlerime ve tecrübelerime dayanarak yazabileceğim çok şey var ama şimdilik bu kadar ile yetinelim. Bir sonraki yazımı da akademisyenlerin mecburi hizmeti hakkında yazmaya çalışacağım.
Mehmet Yekta Eraltay
myeraltay@samanyoluhaber.com
Bu Yayına Yorum Yapın