SURİYE’DE ‘ELE GEÇİRİLEN TOPRAKLAR’ – REJİMİN KULLANDIĞI DİL MESELESİ | Mehmet Efe Çaman
Rejimler dillerinden tanınır. Kullanılan belagat, rejimlerin algıları ve duruşları hakkında önemli ipuçları verir. Retorik deyip geçmemek lazım – üst bilinç gibi, bilinçaltını da dışa vuran retoriktir. Kullanılan diskur, deklare edilmemiş hedefleri gösterir.
Suriye politikasında varılan yer bu bakımdan dikkat çekici. Suriye yönetimini düşman ilan ettikten sonra fütursuzca cihatçılara destek veren Erdoğan yönetimi, bu uğurda Batılı müttefikleriyle – NATO, ABD, AB – aleni bir mücadeleye girdi. 1945’ten beri ilk ve tek kez oluyor bu. 1974 Kıbrıs Müdahalesi esnasında bile bu denli bir kopuş yaşanmamıştı. Zaten Kıbrıs Müdahalesi’nde çok geçerli bir meşruiyet zemini vardı. Londra ve Zürih Antlaşmaları ve Türkiye’nin uluslararası hukuk bakımından tartışılmayan garantör devlet olma sıfatı yanında, Kıbrıslı Türklerin adadaki Rum aşırıların saldırılarına maruz kalmış olması, önemli meşruiyet zeminleriydi. Dahası, Kıbrıs’ta Makaryos’u deviren aşırı milliyetçiler ve Nikos Sampson, uluslararası toplum tarafından asla destek bulmamış, Türkiye’nin yaptığı çıkartmanın haklı bulunmasında önemli bir rol oynamıştı. Ancak bu dönemlerde bile, Türkiye kullandığı “dile” çok dikkat etmiş, Kıbrıs Müdahalesi’nin sınırlı ve adadaki bozulan anayasal düzenden kaynaklı sorunlardan dolayı yapıldığını daima vurgulamıştı. Halk arasında Ecevit’e “Kıbrıs fatihi” denilmesi, asla uluslararası sahada atıfta bulunulan bir övgü kaynağı olmamıştı. İç politikada kullanılsa da, Türk diplomasisi ve TSK, bu konularda gayet titizdiler. Yani Kıbrıs meselesindeki tüm hukuki zemine ve meşruiyete karşın, kullanılan dil teknik ve serinkanlıydı. Ya bugün nasıl?
Kurumların ruhunu yitirdiği, mülkiye ve askeriyenin ideolojik ve partizan araçlara dönüştüğü şu günlerde, esefle görmekteyiz ki giderek agresif ve yayılmacı bir dil, Suriye’deki “Zeytin Dalı” adı verilen askeri operasyonda hakim olmakta. Sadece havuz gazeteleri değil, tüm medyada, Suriye’deki TSK aktiviteleri konusunda gayet pervasız bir fütuhat dili kullanılıyor. Diskur, uğrunda ölünecek bir toprak, yok edilecek düşman, alınacak yerler, temizlenecek bölgeler, ele geçirilecek yerleşim birimleri, değişen harita gibi söylemlerden oluşmakta. Neler oluyor? Bir işgal mi var? Bu neyin dilidir? Toprak mı alıyor Türkiye? Sınırları mı genişletiyor? Değişen harita ne demek, bilmeyenlere anlatalım. Haritanın değişmesi için yapılan savaşlar, statüko karşıtı, yayılmacı, irredentist bir politikanın açılımıdır. Bu mudur olan?
YENİ OSMANLICILIK VE AFRİN
Kuzey Irak’ta onlarca askeri harekât yapıldı bugüne kadar. 1990’larda, öncesinde sayısız sınır ötesi müdahaleleri var TSK’nın. Ben bu müdahalelerin dilinin hiçbir zaman bir tür fetih belagatine dönüştüğüne şahit olmadım. Dahası, halkın aralıksız propagandaya maruz tutulup adeta bir ölüm-kalım savaşı yapılıyormuşçasına “topyekûn” bir savaş haline koşullandırıldığını da görmedim. Yine sormak istiyorum: neler oluyor? Limitli bir terörizm tehlikesi algısından topyekûn taarruzlara, “yerleşim birimi ele geçirmelere”, havadan “yerleşim birimi bombalamalara” geçmek nasıl bu kadar baş döndürücü bir hızla gerçekleşebildi? Nasıl oluyor da Türkiye’de insanlar buna bu kadar hızlı ayak uyduruyor?
Türkiye’de algı, TSK askerlerinin “gazaya” gittiği yönünde. Bu türden bir algının dünyada yerleşmesinin yol açacağı sonucunu düşünmek istemediğim tehlikeler bir tarafa, bu konularda toplumu yönlendiren saray sosyal mühendislik ekibinin kendi ikballerini ve geleceklerini bile tehlikeye attıklarını görmemeleri için ne kadar körleşmiş olmaları gerekiyor? Nedir gözlerini kamaştıran? Ucunda “zaferler” olan bir tür yeni Osmanlı yayılmacılığı mı yaptıklarını sanıyorlar acaba? Bu kadar naif, bu kadar saf, bu kadar akılsız olduklarını sanmıyorum. O halde hedeflenen nedir? Erdoğan’ı başkomutan ve “gazi” yapmak isteyen tabana, bir tür “dünya gücü” Türkiye mesajı mı verilmek isteniyor? Değer mi bu uğurda Türkiye’yi işgalci, savaş suçu işleyen, uluslararası hukuku takmayan bir haydut devlet konumuna düşürmeye? Değer mi binlerce sivilin yaşadığı yerleşim birimlerini (bunu Anadolu Ajansı kendi sitelerinde yazıyor, ben uydurmuyorum) ele geçirmek uğruna, sivil bölgelerde çatışmalara girmeye ya da havadan bombalama yapmaya? Bunun hangi ideolojide, hangi dinde, hangi ahlaki meşruiyet zemininde yeri var? Bu tür bir operasyon – ası konuldu zaten: buna savaş diyorlar – haklı savaş mıdır? Bu bölgeden Türkiye’ye yönelik potansiyel riskler, savaş olmasa bu savaşta yaşanan kayıplardan daha fazla kayba mı yol açacaktı? Onlarca sivil ve askeri şehit var. Oysa biliyoruz ki, son yıllarda Afrin bölgesinden Türk topraklarına yapılan bir bariz saldırı yoktu. O halde bu savaşın “haklılığının” meşruiyeti ne? Sakın bu fetih diskuruna bu nedenle başvuruluyor olmasın?
HİTLER REJİMİ HAYRANI AKADEMİSYENLER
Diktatörlükler, iç sorunlardan dolayı yoğunlaşan ortamı kontrol edebilmek adına dış düşman üretirler ve bunu gayet de iyi kullanırlar. Erdoğan’ın ekibinde, özellikle SETA’cılar arasında Hitler rejimi hayranı “akademisyenler” olduğuna şahit olmuştum. Bu tür bir düşünce yapısının bugün Erdoğan çevresinde olduğunu düşünüyorum. Dahası, Erdoğan’ın gizli koalisyon ortağı derin yapının da Türkiye’nin Suriye rejimi ile yeniden masaya oturması için yoğun çaba harcadığını görüyorum. Kullanılan dilin böylesi bir tür fetih jargonuna bürünmesi, ileride karşılaşılabilecek sorunlara set çekebilme konusunda rol oynayabileceği gibi, masaya oturup bunu da “barış antlaşması” olarak kakalamaya yarayabilir. Yani, “Başkomutan, Gazi Erdoğan”, “muharebe” sonunda bir tür “muzaffer komutan” edasıyla Esad ve Rusya ile anlaşabilir.
Rejimin diline dikkat etmek gerekiyor. Unutmayın, bu rejim Cemaati de öne “Paralel Devlet” sonra da “terörist” ilan etti. Bu nasıl kabul edildi ve bunun sonunda yapılanlar nasıl meşrulaştı, biliyoruz. Şimdi aynı türden bir taktik, Suriye politikasında gerçekleşiyor. Suriye, adeta Erdoğan rejiminin paratoneri oldu. Tüm sorunlar, Suriye politikası üzerinden etkisizleştiriliveriyor. Ortada ne Zarrab kaldı, ne yolsuzluklar. Ne KHK tartışmaları, ne Mehmet Altan ve Şahin Alpay’ın Anayasa mahkemesi Kararı, farkında mısınız?
Rejimlerin gücü ile kullandıkları dili benimsetebilmeleri arasında önemli bir denklem vardır. Bunun bariz bir örneğini yaşamaktayız.
Bu Yayına Yorum Yapın