ANAYASA MAHKEMESİ İSVEÇ'TE Mİ YAŞIYOR? | Mehmet Yıldız
Bugünkü yazımıza İsveç’ten bir haberle başlıyoruz değerli okurlarımız. İsveç mahkemesine göre m&m şekerlerinin kullandığı küçük “m” harfi yasaklanmalıymış. Dünyaca ünlü şekerleme devi girdiği tescil davasından büyük ceza alabilirmiş. Çünkü bu logo Mondolez isimli farklı bir şirkete sahipmiş. ‘Adamların derdine bak’ dediğiniz duyar gibiyim.
Her zamankinden daha fazla birlik ve beraberliğe muhtaç olduğumuz günlerin hiç geçmediği Türkiye topraklarında bu aralar herkes Afrin’i, Menbiç’i konuşuyor; herkes savaşla oturup savaşla kalkıyor. Böyle durumlarda ezkaza başka bir konuyu açacak olsanız muhatabınızdan ‘burası İskandinav ülkesi değil’ azarını işitmeniz mümkün.
Bunun iki istisnası var:
Birincisi, İktidar partisi liderinin, sayıları her gün artan şehit cenazesine yaslanarak yaptığı muhtemel erken seçim propagandası. “Gerektiğinde başkomutan olarak ben önden gideceğim siz arkadan geleceksiniz” diye gaz verdiği partisinin il ve ilçe kongrelerinde yaptığı konuşmalar, asıl savaşın ‘sandık savaşı’ olduğunu gösteriyor. Nasılsa cephede hayatını kaybedenler, askerliğini ya bedelli yapmış ya da çürük raporu almış kend’i evlatları değil. Şair, ‘Neler yapmadık şu vatan için; kimimiz öldük, kimimiz nutuk söyledik’ derken, sanki bu günleri anlatmış.
İkincisi, Gülen Cemaati ile mücadele konusu. İktidar sözcülerinin açıklamalarına bakılırsa Menbiç’te konuşlanmış Amerikan askeriyle Türk askerinin çatışması an meselesi iken Erdoğan, ABD’nin başkanıyla yaptığı en kritik telefon görüşmesinde bile lafın arasına Gülen’in iadesi konusunu sıkıştırıyor.
Her gün kadın, ihtiyar, çoluk çocuk demeden evlerinden alınıp zindanlara tıkılan yüzlerce masumun feryatları arşa yükselirken, zalim muktedir bu sesleri ney gibi dinliyor.
Başbakan yardımcısı Bekir Bozdağ’ın birkaç gün önce yaptığı açıklamadan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra 110 bin kişi kamudan ihraç edildiğini öğreniyoruz. Cezaevinden tahliye edilenler hariç yaklaşık 50 bin kişi tutuklu, toplamda 105 bin kişi yargılanıyor. Bu sayı her gün artıyor. Yüzbinlerce kişi mağdur edilmiş, işsiz kalmış, açlığa mahkûm edilmiş. Hak arama yolları kapatılmış; elinde avucundaki üç beş kuruşu bir araya getirip bir avukat bulup hak arayanlar şanslı. Birçoğu 3 müebbetle yargılandığı ağır ceza mahkemelerinde kendini savunacak avukat bulamıyor.
Adliye sarayları, Saray’a bağlandığından beri adalet dağıtmayı bıraktı. Cinayet işlese, gasp veya hırsızlık yapsa hangi cezayı alacağı belli olan 50 bin kişi, dini sohbete katıldı, sohbet yaptı, fakir öğrenciye burs verdi, kurban bağışladı gibi akla zarar gerekçelerle zindanlarda tutuluyor ve ne zaman hâkim karşısına çıkacağını ne kadar ceza alacağını bilmiyor. 5-10 tane köşe yazısı yüzünden 3 defa müebbet istenen gazetecilerin durumu hepimizin malumu zaten.
Adalet saraylarında adaleti bulamayan mağdurlar son bir ümitle Anayasa Mahkemesinin (AYM) kapısına dayanmışlar. On binlerce başvuru, yüksek mahkeme hakimleri tarafından incelenip karara bağlanmayı bekliyor.
AKP liderinin karşısında el pençe divan durmakta bir sakınca görmeyen AYM başkanı, özellikle 15 Temmuz sonrasında kendilerine gelen bireysel başvuru sayısında patlama olduğunu ancak bunun altından kalkmalarının mümkün olmadığını yaptığı bir konuşmada açık etmişti.
Mahkemeye ulaşan on binlerce bireysel başvurunun büyük kısmının Saray yargısının hukuksuz uygulamaları olduğu biliniyor. Kimi, hakkında bir yargı kararı olmaksızın, hatta soruşturma dahi yapılmaksızın işini kaybetmiş… Kiminin onlarca yıldır alnının teriyle kazandığı malına mülküne, ‘siyasetin köpeği’ bir sulh ceza hâkimi tarafından kayyım atanmış, el konulmuş, yağmalanmış… Kimi haksız yere tutuklanmış cezaevine atılmış… Aileleriyle beraber yüz binlerce insan…
Ateş düştüğü yeri yakıyor. On binlerce haneye düşen ateşin dumanları arşa yükseliyor… Dünyanın her yerinden fark ediliyor. Türkiye, hukukun üstünlüğüne uyum konusunda 113 ülke arasında 101’inci sıraya düşmüş. Son sırada Erdoğan’ın pek sevdiği Venezüellavar.
AYM gündemi internet sitesinden takip edilebiliyor. Bugünlerde görüşülen konuların neredeyse tamamı 2014 tarihli bireysel başvurular. Görünen o ki 15 Temmuz’dan sonra yaşanan mağduriyetlere en iyi ihtimalle 4 yıl sonra sıra gelecek. Kaldı ki 15 Temmuz öncesinde bu kadar yoğun başvuru yapılmamıştı. Bu yüzden 2016-2017 yılında yapılan başvuruların AYM gündemine alınması uzun yıllar alabilir.
AYM, iç tüzük hükümleri gereği kendisine yapılan başvuruları, sadece tarih itibarıyla geliş sırasına göre değil, önem ve aciliyetine göre öncelikli incelemeye alabilir.
Örneğin başvurucunun yaşam hakkına, maddi ve manevi varlığının bütünlüğüne yönelik başvurular önem ve aciliyet arz eden başvurular olarak değerlendirilip diğerlerine göre öncelikli olarak incelenip karara bağlanabilir.
Bunun en bariz örneğini Can Dündar ve Erdem Gül’ün tutuklanması sonrasında yaşadık. AYM kendisine yapılan başvuruyu hemen gündeme alarak sadece 3 aydır tutuklu olan Dündar ve Gül’ün tahliyesine kapı açtı. Aynı gün cezaevinden tahliye oldular.
Hangi başvurunun gündeme alınacağı, hangisine öncelik verileceği, AYM başkanının inisiyatifinde.
O gün Can Dündar kararını veren AYM ve kararı uygulayıp tahliye eden İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi, Cumhurbaşkanı Erdoğan’dan esaslı bir zılgıt yemekten kurtulamadı. 15 Temmuz’dan sonra iki üyesini sorgusuz sualsiz tutuklayarak ihraç etmek zorunda kalan AYM, o günden sonra uzun süre sessizliğe bürünerek suya sabuna dokunmayan kararlar almaya devam etti, kendisine yapılan on binlerce başvuruyu görmezlikten geldi. Ta ki tutuklu gazeteciler Şahin Alpay ve Mehmet Altan’a kadar.
Yazdıkları yazılar ve yaptıkları konuşmalar nedeniyle yaklaşık 1,5 yıldır tutuklu olan Alpay ve Altan’ın bireysel başvurularını 11 Ocak 2018’de gündeme alan AYM, aynen Can Dündar örneğinde olduğu gibi hak ihlali kararı verdi. Ancak 2 yıl önce Erdoğan’ın AYM kararına uymak zorunda değildi diyerek ayar verdiği yerel mahkemeler karar uymadı.
Bu arada iktidar sözcüleri tarafından ‘çizgiyi aşmakla’ suçlanan AYM, bu yaşananlardan sonra uzun süre netameli dosyaları ele alması zor görünüyor.
1 Şubat 2018 tarihli AYM gündemine baktığımızda bunu görebiliyoruz. ‘Kanalizasyon sularının arıtım yapılmaksızın akarsuya dökülmesi..’ bu konuda çarpıcı bir örnek.
Fakir öğrencilere burs verdiği, kurban bağışladığı, bankaya para yatırdığı gibi akla zarar gerekçelerle ‘siyasetin köpeği’ bir sulh ceza hâkimi tarafından tutuklanmış, on binlerce tutuklunun AYM başvurusu beklesin.
Bizim AYM, İsveç gündemine göre yaşadığı için tabii ki öncelik ‘kanalizasyon sularının arıtımı’ olacak. Yoksa Türkiye zindanlarında adalet bekleyen 50 bin tutuklunun ne ilgisi var AYM ile!
Bu Yayına Yorum Yapın