İÇ CEPHE: AFRİN SAVAŞI VESAYET REJİMİNİN TEST SAHASI MI? | Mehmet Efe Çaman




Suriye’de bugün TSK fiilen Rusya’nın çıkarları doğrultusunda mı savaşıyor? Daha açık soralım: Zeytin Dalı Harekâtı sonrasında PYD’den alınan bölge Suriye merkezi hükümetine – Esad’a – mı bırakılacak? Öyle ya, ilhak etmek dışında başka ne ihtimal var? Fırat Kalkanı sonrasında ÖSO türevi gruplara bırakılan saha, IŞİD’den en alındı ve o bölgede ideolojik olarak IŞİD ile aynı çizgide olan bir grup yönetimi aldı. Stratejik analiz, ÖSO türevi bir otoritenin, Rusya ve Suriye rejim güçleri karşısında duramayacağı gerçeği meydanda. Rusya, Türkiye’de sıkıntı oluşturmasın diye şu an böyle bir adım atmıyor. Ancak Afrin’de böyle bir şey olmaz. Bu bölge demografik olarak çok farklı. Kürt varlığı nedeniyle, bu bölgede YPG – veya başka bir isim altında benzer bir yapı – potansiyel olarak TSK bölgeyi terk ettiği anda bölgeyi yeniden kontrol eder. Bu durum Türkiye’ye iki seçenek sunar. Ya bölgede TSK varlığı sürecek, ya da bölge Rusya’ya, yani Suriye rejim güçlerine terk edecek. Sahadaki somut gerçeklik budur.
AFRİN OPERASYONUNUN TEMEL HEDEFİ İÇ SİYASET
Türkiye, her ne kadar Suriye’de askeri müdahale de yapıyor görünse, esasen Afrin’in temel hedefi Türkiye’nin iç endişeleridir. Yani bu operasyonun temel dinamiği, Türkiye Kürtleridir. Ve Afrin, Çözüm Sürecinin bitirilmesi stratejik kararı ile aynı potada değerlendirilmelidir. Tayyip Erdoğan’ın PKK ile pazarlıkları bırakması, Dolmabahçe Mutabakatını geçersiz ilan etmesi, MİT’in müzakere sürecinden çekilmesi, sonrasında HDP’nin üzerine gidilmesi, hep aynı bağlamda değerlendirilmesi gereken olaylardır. Selahattin Demirtaş’ın, Kürt milletvekillerinin, Kürt belediye başkanlarının tasfiye edilmesi, görevden alınması, hapse atılması, hep aynı bağlamda değerlendirilmelidir. Dolayısıyla, Afşin müdahalesi de bu iç siyasi hesapların dışarıya yansımasıdır. Bu bakımdan, Fırat Kalkanı’ndan çok farklı bir boyutu vardır Zeytin Dalı’nın.
Türkiye, Erdoğan yönetiminde bir taraftan mezhepçi eski dış politikasını devam ettiriyor görünümünde. ÖSO ile beraber yürütülen Zeytin Dalı, bunun kanıtı. Dahası, Erdoğan ÖSO’ya methiyeler düzüyor, ÖSO ile Türk askerlerini aynı görüyor, ÖSO’dan ölen cihatçı milisleri de şehit olarak değerlendiriyor. Diğer taraftan, aynı Erdoğan’ın operasyon öncesi icazet aldığı ve hava sahasını lütfedip açan Rusya ve otağı Esad, ÖSO’yu düşman olarak algılıyor. Bu nasıl bir çelişki? Bunu izah etmeden, ortadaki denklemi anlamak zor görünüyor. Burada esas olan reel politiktir. Söylemlere değil, fiillere bakmalı. Türkiye’nin deklare ettiği güvenlik endişeleri karşısında, bu bölgede Rusya ile – yani Esad ile de – işbirliğini sürdürmeyi bırakması, uzak ihtimal. Bunun alternatifi ABD çünkü. Türkiye ise ABD’yi düşman olarak algılıyor. Onu PYD’yi – kendi algısı ile PKK’yı – silahlandırmakla, onunla işbirliği yapmakla, onun üzerinden vekâlet savaşı yürütmekle suçluyor. Bu algı, Erdoğan rejimi tarafından genel olarak benimsenmiş durumda. Yani marjinal ve geçici bir belagat değil, fiillerle ortada olan bir jeopolitik ve stratejik denklem var sahada. Bu denkleme rağmen saf değiştirmek mümkün değil. Ya da bu iktidar olduğu sürece bu olanaklı değil diyelim. ABD, Suriye’de federal bir yapıyı tercih edecek – tıpkı Irak’ta olduğu gibi. Oysa Rusya, Suriye’nin toprak bütünlüğünden ve üniter yapısından yana bir siyaseti benimsemiş görünüyor. Türkiye de kendi iç sorunları nedeniyle – yani Kürtlere emsal olmasın diye – aynı pozisyonda.
TÜRKİYE, SURİYE’NİN ENDİŞELERİNİ TAŞIYOR
Kürt faktörü, Türkiye’de şu an Erdoğan, Avrasyacı derin yapı ve Bahçeli üçgeninde ortak unsur ve bu üç siyasi fraksiyonu bir arada tutan en önemli yapışkanlardan biri. Bu üçüne kısmen CHP içindeki ulusalcıları da eklemeli. Yani bir nasyonalist cephe var Erdoğan’ın arkasında. Erdoğan’ın yanında eski AKP’li – ve dolayısıyla o eski günlerin daha kozmopolitan ve ademi merkeziyetçi politikalarını savunan hiç kimse – kalmadı artık. Yeni yönetim, iktidarda kalmak adına herkesle reel politik anlaşmalar yapabilir. Şu an hem Avrasyacı derin yapıya, hem de Bahçeli’ye ihtiyaçları var. Bu grupta Avrasyacılar mı güçlü yoksa Erdoğan mı? Elbette derin devleti yeniden küllerinden diriltmeyi başaran Avrasyacılar, her geçen gün eriyen AKP’den boşalan yerleri dolduruyor. Üst yapı değişmese de (yani Tayyip Erdoğan vitrinde olsa da) buzdağının altında hızlı bir güç devinimi, bir tür artı-eksi kutupların hareketinden meydana gelen devinim mevcut. Derin devlet özellikle son Afrin müdahalesi ile gücüne güç katıyor, giderek Erdoğan’ı yalnızlaştırıyor ve köşeye sıkıştırıyor. Her an şah çekmeye uygun pozisyonlarda, ama ısrarla şah çekmeden sadece gücünü konsolide ediyor.
Beşar Esad’ın kısa süre önce PYD’yi vatan haini olarak nitelemesi, Türkiye’nin ne kadar Rusya-Suriye ittifakına yaklaştığının en bariz kanıtlarından. Yine, Afrin’de Türk birliklerinin üzerinden uçan ama bu güç gösterisine rağmen fiili bir hamlede bulunmayan Esad’ın askeri unsurları, Suriye’nin TSK hareketliliğini tolere ettiğini ortaya koyması bakımından önemli bir veri. Sahada olan, TSK’nın bölgeyi Esad hükümetine isyan eden ayrılıkçı Kürt YPG’den arındırması. TSK, bir taraftan içeride imaj tazelerken ve siyaseten önemini berkitirken, diğer taraftan Suriye’de merkezi Esad rejiminin toprak bütünlüğüne katkıda bulunuyor. Rusya ile anlaşmalı olarak, Rusya menfaatlerine uygun hareket ediyor. Bu noktada aynı zamanda Rusya’nın hasım olarak gördüğü ABD’ye karşı da, Rusya ve Suriye ile beraberce, düşmanımın düşmanı dostumdur ilkesine göre hareket ediyor.
Soçi’de Rusya istediklerini alenen ortaya koydu. Özetle, Suriye toprak bütünlüğü, üniter devlet, seküler yapı gibi konular ön planda. Bu noktalar, Erdoğan’a isteklerini kabul ettiren Avrasyacı derin yapının da tercih ettiği siyasi tercihler.
ERDOĞAN İÇİN ABD KARŞITLIĞI KAÇINILMAZ
Türkiye ABD ile arasındaki görüş farklılıkları aleni düşmanlığa dönüşürken, Türkiye’yi yöneten Erdoğan’ın ABD karşısında olması, kişisel nedenlere dayanıyor. 17/25 Aralık sonrası Avrasyacı derin yapı ile oluşturulmak durumunda kaldığı ittifak, Zarrab üzerinden ABD mahkemesinde yaşanan kendi yönetimi bakımından son derece risklerle dolu durum, ABD yaptırımlarına maruz kalınacak olmasından kaynaklanması olası ekonomik kriz gibi meselelerde, ABD ile kriz Suriye üzerinden tırmandırılarak bir tür günah keçisi oluşturulması lazımdı. Bu nedenle Erdoğan, Avrasyacı derin devletin vesayet rejimini diriltme isteğine karşı koyamadı. İktidarını korumak ve Yüce Divan’dan kurtulmak için bu tek yoldu. Avrasyacı derin yapı, 28 Şubat’tan beri askeri ve bürokratik veto rejimini (yani sivillerin üstünde olan vesayet yapısını) yeniden kurmanın yollarını arıyordu. Bu nedenle ABD ve Batı’dan uzaklaşmak elzemdi. Ondan boşalacak yere Rusya ile stratejik ortaklığı koyarak, geri dönüşü olanaksız şekilde iktidarlarını kurmanın peşindeler. Tüm kilit noktaları elde ettikten sonra tek hamle kalacaktı: şah mat! Adım-adım, satranç oyununda olduğu gibi, her hamleleri gelecekte elde edecekleri mutlak güce yönelik olarak yapılıyor.
Erdoğan’ı 17/25 Aralık sonrasında Kürtlerle Çözüm Süreci stratejisinden döndürdüler, Hendek Savaşları denilen 1990’ların şahin militarist Kürt politikasını uygulatarak, Erdoğan’ı iyice derin devlete bağımlı kıldılar ve avuçlarının içine aldılar. Sonra 15 Temmuz’da güçlerini çok daha maksimize ederek, ikinci hedef olarak gördükleri Cemaat’i, “irtica ile mücadele” başlığı altında Erdoğan’a bitirttiler. Böylelikle ellerini kirletmeden istediklerini bir-bir gerçekleştirdiler. Böylelikle Kürt siyasi hareketi ile ılımlı bir dini hareket olan Cemaat, nötralize edildi. Onlarla beraber liberal, sosyalist, Alevi, akademisyen, gazeteci, yazar ne kadar potansiyel eleştirel insan varsa, 15 Temmuz sonrası yapılan inanılmaz genişlikteki takibat politikası kapsamında bertaraf edildi. Erdoğan yalakaları ve fanatik İslamcılar bu yaşananları ellerini ovuşturarak izleye dursunlar, son Suriye operasyonu ile, bu güç denklemi Erdoğan aleyhine biraz daha olumsuzlaştı.
TÜRKİYE, SAVAŞTA BİR İÇ CEPHE
Perinçek’in bu yaşanan süreci bir istiklal mücadelesi, bir vatan savaşı olarak nitelemesi boşuna değil. İlker Başbuğ ise Türkiye’nin Esad ile anlaşması gerektiğini, Türkiye sınırına Şam rejiminin gelmesinin elzem olduğunu açıkça ifade etmekte. Erdoğan’ın “ABD sınırımızda terör ordusu kuruyor” ifadesinin, Avrasyacı bir diskur kullandığını fark etmemek için kör olmak lazım herhalde. Bu gruplar, Türkiye’yi bir iç cephe olarak algılıyor. Bu algı, benim makalenin başında Suriye operasyonunun iç siyasi bir bağlamda değerlendirilmesi gerektiği tezimle bire bir örtüşüyor. Gerek Erdoğan’ın, gerekse nasyonalist ittifakının savaşa hayır diyenlerin üzerine bu kadar gitmelerinin arka planında, bu Türkiye’yi “iç cephe” olarak algılamak yatıyor.
Evet, Türkiye savaşta bir iç cephe olarak görülüyor. Topyekûn savaş belagati olan bu iç cephe söylemi, içeride yaşadığımız her türden kanunsuzluğu ve insan hakları ihlalini de rejim lehine meşrulaştırıyor. Toplumu biz ve ötekiler diye bölerek, böl-yönet taktiğini gayet rahatlıkla uygulatıyor. Bazı Batı ülkeleri de, Suriye’de artık göçmen krizi riskinin bitmesi için, Türkiye’de ne olursa olsun, yeter ki bize mülteci gelmesin diye düşünerek, sahada olan bitenleri de, Türkiye’deki ağlanası insan hak ve özgürlükleri trajedisini de görmezden geliyor. ABD cenahında ise, Trump’ın sebep olduğu kriz, Amerikan yönetiminin de sahada giderek inisiyatifi Rusya’ya terk etmesine sebep oluyor. Bu durumda kazanan, yine Türkiye’de derin devlet olacak gibi. An itibarıyla Afrin savaşı, vesayet rejiminin güç denemesi yaptığı bir tür test sahası görünümünde.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.