CANAN KAFTANCIOĞLU OLAYI | Kemal Ay
HABER-YORUM | KEMAL AY
Öncelikle CHP İstanbul İl Teşkilatı’nı, Canan Kaftancıoğlu kararından ötürü kutlarım.
Zira bu cesurca hamleyle birlikte Türk siyasetinin bamteline dokunmuş oldular. Aslında uzunca bir süredir ortada olan fakat Erdoğan’ın otoriter politikalarının etkisiyle görünürlüğünü zaman zaman yitiren bir damarı yakaladı Canan Kaftancıoğlu. Asıl korkulanın ne olduğunu hepimize gösterdi.
Nedir o? Babalar ve oğullar (bu durumda, kızlar) meselesi…
***
Türk siyaseti ve medyası, Erdoğan ve (diyalektik icabı) karşıtlarının oluşturduğu vasat bir dengeye oturmuş durumda. Bir süre Yeni Türkiye masalları anlatıldı fakat bu denge Eski Türkiye’nin aktörleri tarafından kuruldu. CHP’nin ‘bir çeşit Kemalizm parodisi’, Kürt siyasetinin ise serâpâ ‘silahlı terör örgütü’ formatında olduğu, azınlıkların el pençe divan durduğu ve AKP-MHP ittifakının şu meşhur Türk-İslam sentezini hayata geçirdiği bir denge bu.
Elbette Türk-İslam sentezi deyince aklınıza AKP’nin İslamcılık hayalleri gelmesin. Madem Türk halkı ‘Müslüman’ kimliktedir ve bunu değiştirmek mümkün değildir, o halde ‘dindar kitleleri’ formatlamak Türkiye’nin istenilen çerçevede tutulmasını sağlayacaktır. Bunun yolu da Erdoğan’ı ‘kendi mevzilerine’ çekmekten geçiyordu ve nitekim öyle oldu.
Tabi bu dengeyi kuranlar arasında Rusya Muhipleri Cemiyeti (Avrasyacılar) ve daha yerli, daha milli ‘orta sınıf bürokrasi’ heyetleri de var. Hatırlar mısınız bir zaman Genelkurmay’daki ifadesiyle ‘Salon Paşaları’ çıkıp çıkıp post-modernizm şöyle kötüdür, böyle fenadır diye konuşmalar yapıyorlardı. O vakitler, ‘sebebi neydi ki?’ diye düşünürdüm.
Sebebi basit: Bölünmüş, yarılmış bir toplum yapısı içerisinde oluşturulan dehşet dengesini bozabilecek yegâne şey, ‘oğullarımızın ve kızlarımızın’ yeni bir söz söylemesiydi. Avrupa’larda, Amerika’larda okumuş, dünyayı takip eden, Türkiye’yi dışarıdan bir gözle de görebilen, tabulara ve peşin yargılara takılıp kalmayan bir gençlik hayal edin.
***
Gezi Parkı muazzam bir koalisyondu. Bir çeşit enerji boşalmasıydı ve her ‘muhalif’ kendince bir şekil verdi ona. Bakırköy sokaklarında Atatürkçülük dozu yüksekti mesela ama Gezi Parkı’nın içinde ‘alternatif sesler’ ön plandaydı. Taksim’in bazı bölgelerinde DHKP-C sempatizanlarını görebilirdiniz ama Beşiktaş’taki forumlarda Türkiye’nin siyaset sınıfının çok çok üstünde tartışmalar dönüyordu.
Zannediyorum bu enerjiden tek korkan Erdoğan değildi. Evet, ilk sadmede onun koltuğuydu altında çekilebilecek olan ve ‘Arap Baharı’nın Saray’ları nasıl titrettiğini bizzat muhataplarından dinlemiş birisi için hayli endişeliydi. Fakat onun gibi düşünen başkaları da vardı Türk siyasetinin ‘babalar’ safında yer alan.
Postmodernizmden korkan ‘Salon Paşaları’ mesela… Belki pek çaktırmıyordu fakat CHP’nin o meşhur ‘ulusalcı damarı’ nabız gibi atıyordu o günlerde. PKK’nın ‘bekle gör’ stratejisi bile o zaman için idealizmi değil pragmatizmi tercih ettiklerini gösteriyordu.
Gezi Parkı bütün dertlere deva, hastalara şifa, borçlulara eda mıydı peki? Kesinlikle hayır. Ama ‘yeniydi’. Türkiye’de ‘Salı pazarına’ dönmüş siyaset meydanının camını penceresini açıp havalandırmaya yarayabilirdi. Yıllardır aynı soğuk odalarda toplantı yapa yapa birbirine benzemiş Türk bürokrasisine belki bir faydası dokunmazdı ama Meclis’teki koltuklara, ne yaptıklarını kendileri de bilmeyen il ve ilçe teşkilatlarına bir heyecan getirebilirdi.
***
Canan Kaftancıoğlu’na AKP’lilerin topla tüfekle saldırmasının arkasında, hoşlarına giden, bildikleri ve hep kazandıklarını düşündükleri o oyunu oynama imkânı vermesi yatıyor elbette. Abdülkadir Selvi açık etmiş hemen, ‘Erdoğan peşini bırakmaz’ diyerek seçim meydanlarında Canan Hanım’ın tweet’lerinin döndürüleceğini ima etmiş.
Ama Canan Kaftancıoğlu’nda, İstanbul Barosu Başkanı Ümit Kocasakal’ı, Sözcü gazetesinden Yılmaz Özdil’i ve (yine, yeni, yeniden!) Hürriyet’ten Ahmet Hakan’ı endişelendiren bir şey var. Ve bu şey, aşırı sevindirici.
Üzerine üzerine gelinince Canan Hanım biraz yalpaladı, hatta savunma refleksleri de gösterdi ama eğer boş polemiklere cevap yetiştirmek yerine işine odaklanırsa, CHP’nin yakaladığı ‘değişim’ ivmesinin nihayet bir tepeyi aşabileceğini gösterecektir. Bu psikolojik olarak önemli bir eşik zira şu anki CHP’nin alabileceği bir mesafe yok. Tercih, kendini dayatıyor.
Sadece CHP değil, şu anda Türkiye siyasetinin kendini yenileme ve bugünkü değil yarınki toplumun ihtiyaçlarına hitap edecek şekilde farklı bakış açıları geliştirme zorunluluğu var. Kırk yıldır aynı teranelerle siyaset yaptığını zanneden her kesimden insanın silkinmesi gerekiyor ki, Erdoğan’ın işine gelen bu dehşet dengesi bozulsun.
NOT: Yazıyı okuyup Türkiye siyasetinden hâlâ ümitli misin diyeceklere peşinen söyleyeyim: Eğer Türkiye, ‘bu şartlarda yaşamak istemeyen’ nüfusunu (ki 20-30 milyon civarıdır belki) müreffeh Batı ülkelerine göndermeyecekse, Türkiye’de bir şeylerin değişmesini siz de istemez misiniz?
Bu Yayına Yorum Yapın