EŞİVE İKİ ÇOCUĞU GÖZÜNÜN ÖNÜNDE BOĞULAN, YÜZME BİLMEYEN BİR KADIN: GÜLFEM YENİ

‘15 Temmuz’ yaşanmasaydı, tıpkı diğerleri gibi belki onların da adını duymayacak, hikayeleriyle tanışmayacaktık. Zira onlar -tıpkı diğerleri gibi- sıradan bir aileydiler. İşlerinde güçlerinde, zararsız, trafik cezası dahil hiçbir suça karışmamış, iki çocuklu sıradan bir aile…

Evin hanımı Gülfem Yeni bir yurdun idareci kadrosunda görevliydi, eşi Gökhan Yeni ise çalışkan, başarı belgesi sahibi ideal bir eğitimciydi. Akıl ve Zeka Oyunları eğitmeni olarak okulların aradığı bir isimdi. Karı-koca 15 Temmuz’un ardından önce işlerinden atıldılar, ardından kendilerini toplumsal bir linçin tam ortasında buldular. Garsonluk, işçilik gibi en vasıfsız işlerde bile çalışamıyorlar, hükümetin inşa ettiği korku imparatorluğunun sınırları içinde yok edilmeye çalışılıyorlardı. Gökhan Yeni garsonluk gibi gayet sıradan işler için yaptığı başvurulardan bile reddediliyordu. Birkaç restoran sahibi, “Ben seni işe alırsam dükkanımı kapatırlar.” demişti.

Toplumun orta yerinde fakat toplumdan tecrit edilmiş bir halde yaşamanın adına ‘gaybubet’ deniyordu. Her kapı çalınışında yüreği ağzına gelmenin, çocuğunu gönül rahatlığıyla parka bile götürememenin, yıllarca vergi verip hizmet ettiğin devlet tarafından terörist diye yaftalandıktan sonra bir gölge gibi yaşamaya çalışmanın adıydı gaybubet…

Biri iki yaşında (Burhna), diğeri henüz 8 aylık Nurbanu) iki bebek ve onların kalpleri güvercin yüreği gibi çarpan ebeveynleri… Ne kötüydü bu çaresizlik, ne acıydı bebeğinin doğumunda bile bir arada olamamak…

Ve gün geldi, hem devlet hem toplum bu mazlum aileye gitmekten başka çözüm bırakmadı. Gitmek bile lüks kalıyordu durumu özetlemeye zira sistem pek çok masumu isnatsız suçlamalarla ya hapse atıyordu ya da pasaportlarını da iptal ederek, aç bırakarak, yok olmaya terk ediyordu.

Böyle bir ortamda gitmek, daha da doğrusu kaçmak tek çözümdü. Canını hiçe sayarak, varını yoğunu bir kaçakçıya teslim edip, sevdiklerini, her şeyini ardında bırakarak kaçmak! Yolun kaderiydi bu, ya ölecektin ya kurtulacaktın… Ama denemeden bunu öğrenmenin bir yolu da yoktu…

29 yaşında gencecik bir kadın, 31 yaşında delikanlı bir adam ve iki küçük bebek gözyaşları içinde uğurlandılar gurbete… Tarih 28 Temmuz 2018’di. Ege Denizi’nden geçeceklerdi Yunanistan’a ve tüm mal varlıklarına çöken kaçakçılar onlara hiç endişelenmemelerini salık vermişlerdi. Sapasağlam bir botla birkaç dakika içinde ‘mülteci’ olacaklardı. Sonrası özgürlük…

Fakat hiçbir şey söylendiği gibi olmadı. Saatler gece yarısını gösterdiğinde Ege’nin bir kıyısına söylendiği gibi bir bot değil, küçücük bir hız teknesi yanaştı. Üç beş kişilik tekneye ite kaka bindirildi 15 kişi… Soru sormalarına bile izin verilmedi; ‘can yelekleri altta’ dendi, ‘can yelekleri altta!’ Çok geçmedi, tekne su almaya başladı. Herkes can havliyle birbirlerine tutunup çığlıklar atıyordu! Gece karanlıktı, sebepler durmuştu ve Ege’nin soğuk suları önce tekneyi, sonra da umuda koşan mazlumları yutuverdi!

Ailemiz bir arada kalmışlardı. Kadın gözyaşları içinde ağlıyor; ‘şimdi ne yapacağız!’ diye sordu eşine… Şimdi ne yapacağız!? Adam şefkatliydi, adam merhamet abidesiydi. ‘Üzülme dedi eşine, her şey çok güzel olacak!’ Ancak çok geçmemişti ki, kulaç atmaktan bitkin vücudu ona daha fazla devam edemeyeceğini söyledi. Yorgun gözlerle eşine dönüp helalleşti ve Ege’nin karanlık sularına bıraktı bedenini…

Boynunda iki küçük bebek, buz gibi bir denizin ortasında kalakaldı Gülfem Yeni… Kıyı epey uzaktı ve yüzme bilmiyordu! Eşinden sonra yavrularının ölümüne de etmişti ve aslına bakılırsa yaşamak için bir sebebi de yoktu. Fakat çırptıkça çırptı ayaklarını, hiç bağırmadığı kadar bağırarak dua etti Rabbine; beni ancak Sen kurtarabilirsin! dedi çaresizce…

Sabaha karşı balık avına çıkan biri tarafından kurtarıldığında tuzlu su yutmaktan ciğerleri acıyordu. Sadece tuzlu su yutmaktan mı? Son birkaç saatte yaşadıklarından!

Gülfem Yeni, gazeteci-senarist Emine Bilgiç’e kazadan sonra verdiği röportajda şöyle demişti:

“Normal şartlarda, gözlerinin önünde eşini ve çocuklarını teker teker kaybeden bir kadının aklını da kaybetmesi veya herhalde kendini onlarla birlikte karanlık sulara bırakması beklenir. Ben ne hissettim bilmiyorum. Hislerimi kaybetmiştim; ne üzüntü ne tepki ne başka bir şey… Aklıma gelen tek şey; “eğer çocuklarımı bırakırsam bir daha asla bulunmazlar, öleceksek de cesetlerimiz bir arada bulunsun” idi.”

Boğulmaktan kurtulmuştu ama onu tutuklandı, sorgulandı, polis tarafından ‘eşinin ve çocuklarının ölümüne sebep olmakla’ suçlandı. Kadın bir polis eşini ve iki çocuğunu kaybetmiş bir kadına “”hiç boşuna ağlama! Katilsin sen, çocuklarını sen öldürdün! Eşin gidecekse gitseydi, sen çocuklarınla kalsaydın! Ne işin vardı o teknede!” dedi. Bir kıyı şehrinin morguna koyulan ailesinin cenazeleri için araç bile verilmedi. Minicik bebeklerine bile ‘terörist!’ dedi insanlar, ‘beter olsunlar’ dediler… Hakkında dava açılarak yargılanan (!) genç kadın, tam 6 yıl 10 ay hapis cezasına çarptırıldı!

İşte bu kıyafetler (kesilerek çıkartıldığı için yırtıktır), böylesi bir acı hikâyenin canlı şahitleridir. Küçücük bebeklerin, masum insanların terörist ilan edilip ölüme gönderildiği bir ülkeden böylesine müzelik acı hatıralar kaldı.

Gülfem Yani, hala Türkiye’de. İkinci üniversitesini okumaya başladı. Bir gün olur da üzerine vurulan ‘terörist’ damgası kalkarsa, tekrar çalışıp insanlara faydalı olmak istiyor. Geleceğe dair hiçbir maddi beklentim yok. Umutları hep, ülke olarak huzurlu günler görmek üzerine kurulu…



Kaynak: Tenkil Museum https://tenkilmuseum.com/esive-iki-cocugu-gozunun-onunde-bogulan-yuzme-bilmeyen-bir-kadin-gulfem-yeni/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.