Yaşanan sadece ekonomik kriz değil, güven ve umut krizi | Bahadır Polat

Gelinen nokta itibariyle aslında artık bir ekonomik kriz değil, güven ve umut krizi yaşıyoruz. Makro ekonomik göstergelerdeki derin sorunlara rağmen yaşadığımız esasında siyasi bir krizdir. Siyasi kriz derken ortada elbette hükümetin düşmesi, koalisyonun dağılması ve siyasi istikrarın sağlanamaması gibi bir mesele yok. Tam tersine ülkedeki tek parti hakimiyeti ve siyasi istikrar, yaşanan ve gittikçe derinleşen ekonomik sorunların esas müsebbibi haline geldi. Evet adını doğru koyalım, bugün Türkiye’nin ve ekonominin en önemli aşmazı, AKP’nin çok övündüğü siyasi istikrardır. Peki neden böyle? Konuyu daha da açalım.

AKP’yi iktidara getiren ve onu 17 yıldır istikrarda tutan toplumun en dinamik kesimleri orta sınıf, küçük işletmeler, esnaf ve Anadolu kaplanları, bugün ekonominin geleceği hakkında derin bir umutsuzluk içindedir. Yani AKP’nin motor gücünü oluşturan kesimler, ülkedeki sorunların bu iktidar tarafından çözüleceği düşüncesinden giderek uzaklaşıyor. Çünkü iktidara taşıdıkları ve orada kalmasını sağladıkları partinin, bir yandan sistem değişiklikleri ile gücünü sürekli arttırırken diğer yandan sorun çözme iradesinden gittikçe uzaklaştığını görüyorlar. Saray ve AKP yönetimi MHP’nin de desteğiyle 24 Haziran seçimlerine giden süreçte ve sistem değişikliği gerçekleştikten sonra, 31 Mart seçimlerine kadar devam eden son bir yıldaki bütün hamlelerini, toplumsal ve ekonomik sorunları çözmek yerine, mevcut gücünü pekiştirmek için yaptı. Ve bu tablo, AKP ile onu iktidarda tutan kesimler arasında artık ciddi bir problem alanı haline geldi. Hazine ve Maliye Bakanı’nın çözüm için ortaya attığı içi boş paketler ve hiçbir gerçek makroekonomik veriye dayanmayan, “en kötü geride kaldı” söylemleri, bu kesimlerdeki bıkkınlık ve yılgınlığı arttırmaktan başka bir işe yaramıyor.

Yıllardır “her sorunumuzu çözer” diye gördükleri ve beklediklerini de önemli ölçüde buldukları “reis” figürü gelinen noktada yerini güç mücadelesinden başını kaldırmayan ve bunun için önlerine sürekli sandık koyan anlaşılmaz bir lider figürüne bıraktı. Tabloyu daha da netleştirelim: AKP iktidara geldiği 2002 yılından, 2013’e kadar halkın karşısına, iki referandum olmak üzere sadece 5 sandık getirdi. Oysa son 6 yılda önüne konulan sandık sayısı 7. Yani AKP’nin son 6 yılında seçime gitme sıklığı 1 yılın altına gerilemiş. Bu tablo ortalama 2,5 yılda bir seçime gidilen koalisyon dönemlerinden bile çok daha kötü! Erdoğan’ın “erken seçim vatana ihanettir” sözünden, her yıl seçim yapmaya ve sonucunu beğenmediği seçimi tekrarlamaya savrulan bir siyasi istikrar. Gerçekten ibretlik! Sadece bu tablo bile, siyasi istikrar sembolü görülen partinin artık sadece siyasi istikrarsızlık ürettiğinin tek başına kanıtı. İşte şimdi motor seçmeni ile AKP arasına giren kara kedi tam olarak budur. İcraat bekleyen, sorunlarına çözüm isteyen toplumun en dinamik kesimleri (son dönemde buna çiftçi kesimini de eklemek gerekiyor) sandığa gitmekten nefes alamaz hale geldi. İstanbul seçimlerinin tekrarlanması kararı bu tabloyu daha da pekiştirdi, umutsuzluğu derinleştirdi.

Türkiye’nin yakın siyasi tarihine bakıldığında orta sınıf, esnaf ve Anadolu’nun girişimci kesimindeki umutsuzluğun derinleşmesi ve geleceğe dönük karamsarlık hep yeni lider arayışı ile sonuçlanmıştır. Gül-Davutoğlu-Babacan cephelerinde son dönemde başlayan hareketlenme bu arayışın görülmesinden kaynaklanıyor. Erdoğan’nın 24 Haziran seçimlerinde hiç muhatap olmadığı Meral Akşener’e şimdi bu kadar yüklenmesi de yine bu lider arayışındaki muhtemel adres olma ihtimalinden kaynaklanıyor. Nitekim kazandığı seçim gaspedilerek koltuğu elinden alınan Ekrem İmamoğlu da partisini çok aşan kucaklayıcılığı, halka yakınlığı ve dini değerler ile barışık görüntüsü sebebiyle yeni lider adayları arasındaki yerini şimdiden aldı. İktidarın hatalı stratejisi, İmamoğlu’na kısa sürede İstanbul adaylığından, potansiyel cumhurbaşkanlığı adaylığına taşıdı. Şimdi bu süreçte çok derin ve o ölçüde tuhaf bir çelişki söz konusu. Eğer 23 Haziran’da İmamoğlu seçimi tekrar kazanır ve YSK engeline takılmadan koltuğa oturabilirse bu durum en fazla Erdoğan’ın işine gelecek. Çünkü bahsettiğimiz kesimlerdeki, onun tabiriyle, “gaz sıkışması” kısmen de olsa giderilecek ve 4,5 yıllık icraat dönemi başlayacak. (31 Mart sonrası İmamoğlu mazbata aldığında piyasanın buna nasıl olumlu tepki verdiğini hatırlayın). İmamoğlu’nun İstanbul’u kazanması sadece muhalif değil klasik sağ seçmeni de oluşturan orta sınıf esnaf ve Anadolu girişimcilerinde normalleşme umudunu arttıracak. Ve AKP 4,5 yıllık icraat dönemi istiyorsa bunun ilk şartı işte bu normalleşme sürecidir. Eğer 23 Haziran’da İmamoğlu hukuk dışı yollarla tekrar oyun dışına itilirse, toplumdaki yeni lider arayışı güçlü alternatiflerin varlığı ile daha da artacak. Bu çok da uzun olmayan bir süreçte erken seçim demek. Peki normalleşme ihtiyacı neden bu kadar vazgeçilmez hale geldi? Çünkü AKP iktidarı döneminde ilk kez (son 1 yılda) toplumun en önemli gündemi iş ve aş üzerine. Artık mega projeler, işsizler ordusundaki korkutucu büyümeyi gölgelemeye yetmiyor. Uzun yıllar sonra büyüme eksiye döndü. Ücret ve maaşlar enflasyon ve döviz karşısında sürekli eriyor. Yüksek enflasyon kronikleşti ve koalisyon dönemindeki seviyelerine döndü. Piyasada nakit krizi yaşanıyor. Özellikle küçük esnaf ve küçük işletmeler can çekişiyor. Sürekli açıklanan kredi paketleri, borçları arttırmak ve borç vadelerini uzatmaktan başka işe yaramıyor. AKP’nin ekonomideki lokomotif sektörü inşaattaki yıllık küçülme %50’yi buldu. Tüketici sadece geçen ay 13 puan birden düştü. Erdoğan’ın “hani nerede bu yoksullar?” dediği yoksulluk, toplumun en somut gerçeği oldu. Şimdi bütün bunlara bir de S-400 krizi ile Amerikan yaptırımları eklenirse normalleşme sürecine yönelik ihtiyaç yani demokrasiye, hukuka ve AB müktesebatına dönüş ihtiyacı vazgeçilmez hale gelecek. Çünkü Türkiye şu an da tarihinde hiç olmadığı kadar dışardan gelecek sıcak paraya bağımlı.
Bir siyaset dehası olan ve toplumun nabzını sürekli tutan Erdoğan’ın bu tabloyu görmemesi elbette mümkün değil. Peki “reis”in fabrika ayarlarına dönmesi kolay mı? Elbette değil. Çünkü toplumdaki normalleşme ihtiyacı arttıkça, Erdoğan’ın da otoriterleşme ihtiyacı artıyor. Bundan sonraki süreçte Erdoğan’ın en büyük rakibi, toplumun ve kendi kesiminin işte bu aciliyet kesbeden normalleşme ihtiyacıdır. Bu normalleşme ihtiyacı ve arayışı artık alternatif lider isimlerini de sahip olduğuna göre, önümüzdeki 1-2 yıl içinde siyasette olağanüstü gelişmelere hazır olmak gerekir.

Meraklısına not: Erdoğan’ın açıkladığı Yargı Reformu Stratejisi Belgesi hem AB’ye bir mesaj hem de toplumun normalleşme ihtiyacını karşılamaya yönelik ilk adım diye de okunabilir. Bu hamlenin işe yarayıp yaramayacağını ise verilen sözlerin hayata geçirilip geçirilmeyeceği belirleyecek. Zira AKP’nin kağıt üzerinde kalmış reformlar listesi hayli kabarık.



BAHADIR POLAT
Kaynak: BAHADIR POLAT – kronos news https://kronos25.news/tr/yasanan-sadece-ekonomik-kriz-degil-guven-ve-umut-krizi/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.