Bu işin sonu karakolda biter | Bahadır Polat

İstanbul gibi “megaköy” halini aşamamış metropollerde, aşırı yağışların ardından yaşanan sel sorunlarında, çukur mahallelere gömülmüş gecekondular ve üst üste yığılmış apartmanların giriş katları perişan olur. Sel suları önce bu mekanları ziyaret eder. Pis suların içinde yüzen ev eşyaları ve onlardan kalanları kurtarmaya çalışan garibanların çaresiz halleri haber kanallarında arz-ı endam eder. Aynen sel suları gibi ekonomik kriz de önce toplumun gelir düzeyi en düşük kesimlerini vuruyor. Ekonomistler, uzmanlar ekranlarda makro ekonomik göstergeleri yorumlarken toplumdaki en dezavantajlı kesimler daha da fakirleşmeye, yolsullaşmaya ve yoksunlaşmaya devam ediyor.

Ekonomik krizin en net fotoğraflarından birine Bavul dergide rastladım. “Çaresizliğin Yeni Adresi: Gece Pazarları” diyordu başlığı. Bütün değerler gibi gazeteciliğin de hoyratça tüketildiği bir toplumda, yoksulluk ve yoksunluk haberlerinin edebiyat dergilerinde yayınlanmasını çok görmemek gerekir. Haberin özeti şu: Dolapdere’de bir sokakta geceleri pazar kuruluyor. Burada çöplerden hurdacılardan toplanan kullanılmış eşyalar satılıyor. Satılanlar arasında çöpten çıkmış ve yarısı kullanılmış diş macunu bile var. Müşteriler, fakir semtlerden gelen insanlar ve tabiki mülteciler. Pazarın gece kurulmasının hikmetiyse satıcıların üç kuruşluk gelirlerini zabıtaya kaptırmak istememeleri.

Gece pazarı, ekonomik krizin en alttakilere nasıl yansıdığının en net fotoğrafını veriyor. En altlardan en üstlere doğru çıktığımızda da fotoğraf pek değişmiyor. Yine ana akım medyaya yansımamış, TV ekranlarına düşmemiş bir açıklamadan bahsedelim: Mercedes Benz Türk İcra Kurulu Başkanı Süer Sülün, basınla yaptığı sohbet toplantısında aynen şunları söylüyor:
“31 yıldır çalışma hayatındayım. Türkiye’de çok kriz yaşadık. Türkiye hızlı şekilde dibe vurup sonra V şeklinde hızlıca krizden çıkardı. Ama bu durum farklı, çıkış biraz daha uzun sürecek.”

L TİPİ KRİZE HAZIR OLUN

Süer Sülün kısaca V değil, L tipinde bir krize hazır olun diyor. L tipi kriz, ekonomik sorunların, düşük büyüme, yüksek enflasyon ve yüksek işsizliğin yıllara yayılması anlamına geliyor. Ve açıksözlülüğü ile tanıdığımız Ankara Sanayi Odası (ASO) Başkanı Nurettin Özdebir’in sözleri… ASO meclis toplantısında Özdebir aynen şunları söylüyordu: “Ekonomi kontrolsüz ve dipte bir dengelenme süreci ile karşı karşıya.”

Özdebir’in adını koyduğu “dipte dengelenme süreci” son bir haftadaki makro ekonomik verilere de fazlasıyla yansıdı aslında Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın power point sunumları hariç makro ekonomideki bütün göstergeler alarm veriyor. L tipindeki uzun soluklu ve yıkıcı etkileri olacak bir krizin uyarısını yapıyor. En çarpıcı veriler büyüme cephelerinden… 2018’in son çeyreğini yüzde 3 küçülme ile kapatan Türkiye ekonomisi, 2019’un ilk çeyreğinde de yüzde 2,6 küçüldü. İki çeyrek üst üste küçülme ekonomi literatüründe resesyon (durgunluk) anlamlarına geliyor.

Büyüme verisinin ayrıntılarına bakıldığında, Türkiye ekonomisinin bütün medeniyetinin enkazı altında kaldığı görülüyor. Geçen yılın ilk üç ayında yüzde 6,9 büyüyen inşaat sektörü, bu yılın ilk üç ayında tam yüzde 10,9 küçülmüş. Yani son bir yılda inşaattaki gerileme tam yüzde 20’ye yaklaşmış. İnşaat tutkusundan ihmal ettiğimiz sanayi sektörü ise geçen yıl ilk çeyrekte yüzde 8,8 gibi göz kamaştırıcı bir büyüme performansı sergilerken, bu yıl ise yüzde 4,3 daralmış. Büyümenin öncü göstergesi kabul edilen imalat sanayinde ise durum daha vahim. Geçen yıl ilk çeyrekte yüzde 9,3 büyüyen imalat sanayi, bu yıl ilk üç ayda yüzde 4,7 daralmış.

Vatandaş ise bu yılın ilk üç ayında harcamaları bıçak gibi kesmiş. Dayanıklı tüketim malları ile yarı dayanıklı tüketim mallarındaki daralma yüzde 20’ye yaklaşmış. Bu verilerden bir ay sonrasını yansıtan nisan ayı tüketici güven endeksininse yüzde 13 gibi rekor düzeyde düştüğünü unutmayalım. Yani vatandaş ekonominin geleceğine güvenmediği için kendi tedbirlerini alıyor ve harcamalarını minimuma indiriyor. Sonuçta 882,7 milyar dolarlık Gayri Safi Yurt İçi Hasıla bir yılda 135 milyar dolar eriyerek 747,6 milyar dolara geriledi. Vatandaş da bir yılda 1803 milyar dolar fakirleşti. Sanayi sektöründe durum böyleyken sanayiyi oluşturan şirketlerin durumu daha da vahim. 500 büyük şirketin (ISO 500) 2018’deki finansman giderleri yüzde 172 artarak 35,1 milyar TL’den 95,8 milyar TL’ye yükselmiş. Yani şirketler elde ettikleri her 100 TL’lik faaliyet karının yüzde 88,9’unu borçlarına yatırmış. Başka bir ifade ile sanayici kazandığını faize yatırmış, banklara çalışmış.

Halihazırda Türkiye’nin en büyük 500 sanayi kuruluşunun finans kuruluşlarına toplam borcu 328,6 milyar TL’ye yükselmiş.

DÜŞÜK MALİYETLE BORÇLANMA İMKANI KALMADI

Türkiye’nin bir yıl içinde ödenmesi gereken dış borcu (kısa vadeli borç) 117,4 milyar dolar. Bu borçları çevirebilmek için tekrar borçlanmaya ihtiyacımız var ve bu borcu düşük maliyetle bulma şansımız yok! Çünkü Türkiye’nin 5 yıllık tahvilleri iflas riski primi (CDS primi) 519,33 baz puana yükselmiş durumda. İflas riski bu kadar yükselen bir ülkenin, dış piyasalardan temin edeceği kredinin maliyeti de o oranda yükseliyor. (CDS primi bundan sadece 3 ay kadar önce 300 baz puanının altına gerilemişti.)

Bütün bu hengamede bütçe açığının da geçen yıla göre yüzde 135 arttırarak, ilk dört ayda (ocak-nisan) 54,5 milyar liraya ulaştığını belirtelim. Hem de bu Merkez Bankası’nın 2018 karının (35 milyar TL) olduğu da bir açık. İyice köşeye sıkışan ekonomi yönetimi şimdi de Merkez Bankası’nın “kefen parası” denilen “ihtiyaç akçesi”ni de bütçeye aktarmanın yollarını arıyor. Cumhuriyet tarihinde görülmemiş ve hiç kullanılmamış yöntemleri devreye sokarak, bütçeyi yamama çabaları akla, ya o kaynaklar da tükendiğinde ne olacak? Sorusunu getiriyor. Ameliyatlık hastaya aspirin vermek gibi bir durum bu. AKP iktidarının tek derdi yenilenecek İstanbul seçimlerini kazanmak!
Görünen o ki Türkiye, İstanbul seçimlerinden sonra büyük ve sarsıcı bir ekonomik sürece hazırlanıyor. En ağır bedeli yine geniş toplum kesimlerinin ödeyeceği bir “acı reçeteler” süreci olacak. Bilgi Üniversitesi’nden Prof. Dr. Asaf Savaş Akat’ın deyimiyle bu işin sonu karakolda bitecek gibi görünüyor. Prof. Akat’a göre sonu karakolda biten ekonomik süreçler, önemli toplumsal travmaları ve siyasi sonuçları da beraberinde getiriyor.



BAHADIR POLAT
Kaynak: BAHADIR POLAT – kronos news https://kronos25.news/tr/bu-isin-sonu-karakolda-biter/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.