Ashab-ı Kehf'den Bazı Dersler - Abdullah Aymaz
Krala karşı, aslında putperestliğe yani tevhid düşmanlığına karşı ayaklanan Ashab-ı Kehf’in gidip mağaraya sığınmalarının hikmeti ve ana gayesi ne olabilir, bu hususta Hocaefendi şöyle diyor:
“1-Bunların toplumdan ayrılmalarını ve bir mağaraya sığınmalarını bir kaçış olarak değerlendirmemiz mümkün değildir. Evet, onların ayrılışı katiyen korkakların ayrılışı gibi değildir; belki Hz. Ömer’in hicret ederken peşinden gelme ihtimali olanlara hem de güpegündüz, Kabe’ye giderek ‘Ben Medine’ye hicret ediyorum. Karısını dul, çoluk-çocuğunu yetim bırakmak isteyen peşimden gelsin’ demesi ve ayrılması gibi bir ayrılıştır. Evet, onlarınki de bir firardır ve Allah’a sığınmadır.
“2-Böyle bir başkaldırma ve ardından kaybolma, onların temsil ettiği düşüncenin o topluma zamanın yorumlarıyla farklılaşarak yeniden aksetmesine vesile olmuştur. Bu yiğitçe ve yürekten kükreyiş, kimbilir o toplumun içinde nicelerinin kafalarını allak-bullak etmiş ve nicelerinin gönüllerini yumuşatmıştı. Tıpkı toprağa atılan bir tohum gibi bu düşünceler ve bu yiğitlerin tavırları da ağızdan ağıza, dilden dile, gönülden gönüle nakledilerek, o topluma mâl oldu ve zamanı geldiğinde de açan filizler, semere veren başaklar gibi bütün bir toplumu çepeçevre kuşattı.
“3-Ashab-ı Kehfin saraya mensup insanlar olduğu rivayet edilir. O dönemde, bir insanın saraydaki refah, saadet ve huzurunu terk ederek, başta kral ve bütün bir toplumun reddedeceği bir yola girmesi olacak şey değildir. Ashab-ı Kehf’in böyle davranması elbette etrafın dikkatini çekmiş, onların bir din, bir düşünce uğruna asla katlanılamaz veya yapılamaz gibi algılanan fedakârlıklara katlanmaları, içinde neş’et ettikleri toplumda şok tesiri yapmıştır. Yapmış ve milletin dikkat nazarlarını onların tebliğ ve temsil ettiği mesaja çevirmiştir.
“4-Eğer onlar mağaraya girelim, bugün-yarın bu kral öldükten ve DEVLET TERÖRÜ yok olduktan sonra halkın yeniden arasına girer ve dinimizi tebliğ ederiz düşüncesi içinde idilerse, mağarada kaldıktan 309 yıl boyunca ibadet sevabı almış, dolayısıyla da niyetlerinin derinliğine göre de hep kazanmış sayılırlar. Zira, bir insanın şu yorgun halimde değil de, biraz dinlendikten sonra gece kalkıp huzurluca ve istirahat etmiş olarak yatsı namazını kılarım düşüncesiyle yatması, onun uykusunu bile ibadete çevirir. İşte Ashab-ı Kehf’in düşüncelerini şimdilik biraz saklanalım; daha sonra küfrün şok tesiri kırılır, biz de döner, yeniden tebliğde bulunuruz şeklinde değerlendirmek lâzım. Rica ederim, siz saraydaki yumuşak döşeklere mağaranın sert taşlarını tercih etseniz ve müreffeh bir hayatı bırakıp mağarada kuru ekmeğe razı olsanız dahası bir çok kadın-erkeğin önünüzde el-pençe divan durması, emirlerinizi beklemesine mukabil, bir köpekle arkadaşlığa razı olsanız, böyle bir sevap beklentisi içine girmez misiniz? Elbette girersiniz. İşte Allah (c.c.) elbette onların bu beklentilerine, niyetlerinin derinliğine göre mutlaka mükafat verecektir.
“5-Aslında mağara, bir dolma, şarj yeri ve kendini, özünü keşfetme mekânıdır. Neden mi? Zira küfürle yaka paça olma ve hele kuvvet dengesinin olmadığı bir zamanda onu tutup sarsma, ırgalama ve nihayet mağlup etme, ancak peygamberane bir güç ve azimle olur. Şimdi Allah Rasulü’nün (S.A.S.) hayatına bakın! O da peygamberlik ufkuna ulaşmak için bi setten (peygamberlikten) önce altı ay mağara dönemi geçirmemiş midir? Daha sonra Hz. Muhammed Aleyhisselamın arkasında, ama mutlaka O’nun çizgisinde mücadele edenlerin hayatında hep birer mağara dönemi olmuştur. Evet İmam Gazali’nin, İmam Rabbani’nin, Mevlana Halid’in ve Üstad Bediüzzaman’ın hayatlarında da hep bu şarj olma, özünü ve kendini bulma, ilhad (inkâr) ile mücadele için gerekli olan enerjiyi toplama adına inzivaları olmuştur. Süresine gelince, bu, Efendimiz (S.A.S.) için altı aydır da, diğer evliya, asfiya ve mukarrebinden ise beş sene, on sene hatta altmış sene bile halvet yaşayanlar olmuştur.
“Aslında aynı şey; ‘tarihî devr-i dâimler’ içerisinde tarihi yeniden inşa edecek, insanlığı yeniden mihverine oturtacak cemaatler ve toplumlar için de geçerlidir. Evet, o fütüvvet ruhunu temsil eden insanların hemen hepsinin hayatlarında bir mağara dönemi görmek mümkündür.”
31 Aralık 2014’te M. A. Bey demişti ki: “Rüyamda, simsiyah giyimli düşmanlar bize saldırıyorlardı. Bizler parça parça bir dağın içindeki bir MAĞARA’ya sığınıyorduk. Hocaefendi ve ağabeyler de var. Gruplar halinde arkadaşlar mağaraya giriyorlar ama düşmanlar da iyice yaklaştı. Biz kapının artık kapatılmasını istiyoruz. Ama Hocaefendi “Hayır herkes girdikten sonra hemen kapatın.’ dedi. Son grup da içeri girince kapı kapatıldı. Çok kalabalığız ve nefes almakta zorlanıyoruz. Sıkıntı büyük… Fakat Hocaefendi’nin üzerinde tam bir SEKİNE var. Sonra birden sanki asansör gibi bulunduğumuz yer yükselmeye başladı. Sonra kapaklar açıldı. Sanki öldük âhirete intikal ettik zannettim. Çok güzel bir yerde bulunuyorduk. O gün CUMA imiş. Herkes koşar gibi camiye gidiyor. Cami çok büyük. Bir bölümüne baktım Hocaefendi orada. (…) M. Y. hutbe okuyordu. Ampulden yapılmış bir direk vardı. Çok sağlam görülüyordu ve sanki binayı ayakta tutan bir sütun gibiydi. Birden tuz buz olup çöktü. Simsiyah bir dumana dönüştü ve hiç kimseye zarar vermeden çekip gitti. Binaya da hiçbir şey olmadı.”
Rüyalarla amel ve hüküm vermek câiz değildir. Ama aynı zamanda bilhassa âhir zamanda görülen rüyalar birer müjdeyi de tazammun edebilir.
http://m2.shaber3.com/yazarlar/abdullah-aymaz/ashab-i-kehfden-bazi-dersler/1325884/
Bu Yayına Yorum Yapın