Erdoğan ve gelmeyen bahar | Bahadır Polat

2018 yılını derin bir ekonomik krizde geçiren Türkiye ekonomisi için umutlar 2019’un ilk çeyreği ve özellikle de yerel seçim sonrasına ertelenmişti. Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak, ekonomik göstergelerdeki düzelme için şubat ve mart aylarını işaret etmişti. Ekonomi yönetiminde nirvanaya ulaşan isim ise , Ziraat Bankası Genel Müdürü ve Türkiye Bankalar birliği Başkanı Hüseyin Aydın olmuştu. Ayın, katıldığı bir toplantıda, “Öncü göstergeler baharı müjdeliyor” ifadelerini kullanmıştı. Bunu söyleyen kişi, ekonominin motoru denilebilecek bankalar birliği gibi bir yapının başında olmasa, o cümlenin ekonomik aktivite için söylendiğini anlamamız mümkün olmayacaktı.

Aslında iktidar sözcülerinin, ekonomide düzelme için sürekli seçim sonrasını işaret etmesi, yerel seçim sonrası başlayacak 4,5 yıllık seçimsiz dönemin getirdiği özgüvenden kaynaklanıyordu. AKP ve özellikle de Saray açısından 24 haziran ve 31 Mart seçimlerinin sorunsuz aşılması, yeni dönemin, “dikensiz gül bahçesi” haline gelmesi demekti. Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AKP, 24 Haziranda istediğini aldı ve ilk engel sorunsuz aşılmış oldu. Ancak bu seçim öncesi AKP, 15 yıllık iktidarında ilk kez bütçe disiplininden taviz vererek, yoğun bir seçim ekonomisi uyguladı. İktidar 24 hazıranda istediğini aldı almasına ancak bunun bedeli ağır bir ekonomik kriz oldu.

Geçen yıl ağustos ayında yaşanan döviz şoku, özel sektörü, şirketleri perişan etti. Döviz borçları bir anda katlanan şirketlerde büyük bir konkartado ve iflas dalgası yaşandı. Bunun sonucunda işsizler ordusu hızla büyüdü. Enflasyon, AKP’nin ilk iktidara geldiği seviyeye (Yüzde 25) yükseldi. Dövize karşı faiz silahını çeken Merkez Bankası politika faizini yüzde 24’e yükseltmek zorunda kaldı.

Türkiye Ekonomisi 2009’daki küresel krizden bu yana ilk kez küçüldü. İş ve aş derdi, AKP’in 16 yıllık iktidarı boyunca ilk kez bu derece önem kazandı ve toplumdaki en büyük sorun haline geldi. Bu vahim tabloya iktidar, ‘geçici istihdam’ denilebilecek, kamu kurumlarındaki 6 aylık işler için kura çekimleri yapmak ve kamu bankaları üzerinden daha düşük faizle piyasaya nakit ve kredi enjekte ederek cevap vermeye çalıştı. Bir de, Hazine ve Maliye Bakanı Berat Albayrak’ın ara ara yaptığı sunumlarda sürekli vurguladığı ancak hiçbir makro ekonomik gerçekliğe tekabül etmeyen ‘ekonomik dengeleme sürüyor’ açıklamaları var elbette. Nitekim seçim sonrası yaptığı son power-point sunumu yakın dönem ekonomi tarihinde şimdiden ‘cek-cak planı’ olarak geçti bile.

Böyle bir ekonomik tabloda girildi 31 mart yerel seçimlerine. Diğer bir deyişle, ‘dikensiz gül bahçesi’ için son engeldi. Nitekim seçimler için yapıldı ama kamunun bütün imkanları seferber edilmesine, ekonomik göstergeleri daha da bozacak şekilde, para muslukları ardına katar açılmasına rağmen, evdeki hesap çarşıya uymadı. AKP ve MHP’nin Cumhur İttifakı gerçi seçimden yüzde 51 oyla birinci çıktı çıkmasına ama batıda İstanbul ve Ankara olmak üzere Antalya, Mersin, Adana gibi çok önemli büyükşehirler de muhalefete geçti. Erdoğan için adeta siyasi kariyer simgesi haline gelen İstanbul’un kaybedilmesi iktidar için elbette büyük yıkım oldu. İstanbul’da oyların sayım sürecinde herkesin gözü önünde yaşanan, hepsi siyasi tarihe geçecek tuhaflıklar aslında bu yıkımın en bariz göstergesiydi.

İstanbul seçiminin ve tabi Ankara’nın kaybedilmesi ülkenin en önemli iki belediyesinin 25 yıl sonra CHP’ye geçmesi, kamuoyunda iktidar açısından ‘sonun başlangıcı’ algısına yol açtı. Bu algı ise hem Erdoğan hem de iktidar açısından bir hamleyi zorunlu kılıyordu. İşte son bir aydır yaşanan, ‘bitmeyen seçim’ gündemi ve YSK’nın İstanbul büyükşehir belediye başkanlığı seçimleri için verdiği yenileme kararı, iktidarın karşı hamlesini oluşturdu.

Peki, herkesin gözü önünde yaşanan tarihi bir hukuksuzluğun ve hak gaspının dayanak yapıldığı bu siyasi hamlenin ekonomik sonuçları neler olacak?

Önce şu tespiti yapmak lazım, 2002 yılından bu yana AKP’nin kazandığı her seçim, piyasalar tarafından ekonomik istikrarın garantisi olarak algılanmıştı. AKP’nin kazandığı seçim sonrası  piyasalar rahatlar, döviz kurları geriler, faizler düşer ve borsa yükselirdi. İşte bu denklem ilk kez, geçen yıl yapılan 24 Haziran seçimlerinden sonra bozuldu. AKP seçimi kazanmasına, Erdoğan başkan olmasına rağmen piyasalar allak bullak oldu. Özellikle yaz aylarından itibaren, yazının başında anlattığım tablo yaşandı. Aynı tabloyu şimdi 31 mart seçimlerinden sonra da yaşıyoruz.

Ekrem İmamoğlu’na mazbatasının verilmesinden sonra rahatlayan piyasalar, YSK’nın İstanbul seçimlerini iptal kararı ile toz duman oldu. Döviz kurlarının freni patladı, borsa çöktü. Son yıllarda hukuk güvencesinin büyük oranda ortadan kalkması ile zaten tedirgin olan yerli ve yabancı yatırımcı 31 mart hamlesi ile artık tamamen diken üstünde duruyor.

Uzun sözün kısası AKP’nin seçim başarıları ve son dönemde belirginleşen, ‘sandık ancak biz kazanırsak geçerlidir’ tavrı yerli ve yabancı piyasalar açısından bir ekonomik istikrarsızlık ve yatırım ortamının giderek bozulması olarak algılanıyor. Yani son 16 yıldır ülke gündemini belirleyen siyasi söylemin miadını doldurduğu bir döneme girildi.

Nitekim İstanbul seçimlerinin yenilenme kararının ardından, döviz kurlarında yaşanan sert yükseliş, borsadaki düşüş ve Türkiye’nin dış piyasalardaki iflas riskini değerlendiren CDS priminin, eylül 2018’den bu yana en yüksek seviyesini görmesi, ekonomik istikrar eşittir AKP algısının, son bir yılda ikinci kez çökmesi anlamına geliyor.

Ekonomi yönetimimin, 31 mart sonrası planladığı ekonomik restorasyon, diğer tabirle ‘acı reçete’, Cumhurbaşkanı ve AKP’nin genel başkanı Erdoğan’ın, İstanbul’u ne pahasına olursa olsun tekrar kazanma (kurtarma) stratejisi sebebiyle, temmuz başına kalmış oldu. Tabi 23 Haziran seçiminden de istedikleri sonuç çıkmazsa ne olur, onu muhtemelen iktidarın kendisi de bilmiyor!

İktidar şimdi tekrar seçime kadar ekonomik göstergelerin daha da bozulmasını engellemek için Avrupa Birliği’nin ipine tutunmak istiyor. AKP’nin beklentisi, AB’ye çok önceden taahhüt edilen hukuk ve yargı reformunu hayata geçirip, Avrupa ülkelerinden tekrar sıcak para ve doğrudan yabancı sermaye akışını başlatmak. Çünkü ülke ekonomisinin şu anda AB’den gelecek parasal desteğe hava ve su kadar ihtiyacı var.  Yoksa AB’den de olmazsa, köprüden önce son çıkış IMF olacak.

Kendi kitlesindeki, ‘IMF’yi kovan adam’ imajına çok önem veren ve Türkiye’yi 16 yıl aradan sonra tekrar IMF’ muhtaç eden lider olarak anılmak istemeyen Erdoğan’ın elindeki son ve en etkili koz, ironik de olsa Avrupa Birliği. Birliğin önceliği de, evrensel standartlarda bir hukuk ve yargı sistemi ve elbette bununla uyumlu yasal düzenlemeler.

Son üç dört yıldır toplumda hukuku mumla aratan, son olarak İstanbul seçimlerinin iptalini de bütün hukuk kurallarını ve YSK’nın yerleşik içtihatlarını yerle bir etme pahasına iptal ettiren AKP, şimdi yaşanan ekonomik krizi AB’ye ‘evrensel hukuk’ sözü vererek aşmaya çalışıyor. Erdoğan, son açıklamalarında hukukla ekonomi arasında kaldı.

Türkiye’nin ahvalini ve geldiği noktayı özetleyen bundan daha etkili bir görüntü de olamazdı.



BAHADIR POLAT
Kaynak: BAHADIR POLAT – kronos news https://kronos23.news/tr/erdogan-ve-gelmeyen-bahar/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.