Önce kalp kayar, sonra ayaklar! - Ali Demirel
Gündelik hayatımızın akışı içinde farkında olalım veya olmayalım
bizi “biz” yapan temel değerlerimiz konusunda farklı yön ve hedeflere
doğru kayıp gidebiliyoruz.
Bir toplumu yıkan temel etken
toplum fertlerinin metafizik gerilimini kaybetmeleri ve bünye içinde
zamanla kokuşmaların baş göstermesidir. Aslında her türlü yıkılışın veya
kokuşmanın esas sebebi iç faktörlerdir.
Sizlerin de malumunuz
olsa da tekrar hatırlama kabilinden isterseniz bu iç faktörlerin en
önemli olanlarını sayalım: Korku, tama; fizik düzgünlüğü, zeka, başarı,
bilgi hamuleliği ve servet gibi faktörlerden kaynaklanan benlik ve
gurur; şöhret, kadın, mevki ve para hırsı; bencillik ve haset;
tenperverlik; bir takım beklentiler; “feleğin çemberinin arzusuna göre
dönmemesi” ve gayr-ı memnuniyetsizlik gibi etkenler, tenkit, gıybet,
dedikodu, duygu kirlenmesi, günahlara girme ve nihayet düşünce ve
kalplerin kayması...
Kalbi kayan bir insanın ayaklarının kayarak tehlikeli vadilere sürüklenmesi an meselesidir.
Peki kişi bu acı sona nasıl gelir?
İsterseniz
şimdi bu sorunun cevabını arayalım: İnsan, hizmetlerine tutulduğu bir
grubu, içine girince zamanla az önce saymış olduğumuz faktörler gereği
küçümseyebilir bir hale gelebilir.
Sonra davranışlarında
topluluk anlayış ve kurallarına, daha sonra dini kaidelere göre
dengesizlikler başlar. Doğru düşünmenin en önemli unsuru olan doğru
bakış açısını da kaybedince artık, Allah korusun, ayağını topluluktan
çıkarır.
Bu çıkma, yaptıklarını kendi vicdanında ve başkaları
karşısında doğru görme ve gösterme adına dini de eğip bükmesi
neticesinde bizzat dinden irtidada kadar gidebilir.
Öyleyse ne yapmalı?
Kimse
kendisini vazgeçilmez görmemeli ve başkalarını minnet altında bırakmak
gibi tavırlara girmemelidir. “elminnetu lillallahi ve rasulihi - Minnet,
Allah ve Rasulü’nündür.” Hidayet eden Allah’tır, bütün hayır ve
başarılar Allah’tandır.
Bunların nefse mal edilmesi, ancak
gasp olur. Bu sebeple, hidayete erdirdiklerine ancak Allah’ın minnet
etme hakkı vardır. İslam’ın, İslami hizmetlerin kimseye ihtiyacı yoktur;
bütün insanlar İslam’a ve İslamî hizmetlere muhtaçtır, medyundur.
Yazımızı Bediüzzaman Hazretleri’nin sadeleştirdiğimiz şu altın tavsiyeleriyle bitirelim:
Öyleyse, bırak biçare hoşnutsuzluğu, benliği, bencilliği ve kapa tenkidin, gıybetin kapısını.
Haklı bile olsan, “hakkım var” deme, “vazifem var” de.
Gel boyun ey, teslim ol, saadet ve kurtuluş bundadır bil.
Görmez
misin ki, nice “ben” diyenler, “okudum, bildim” diyenler saptı ama
kalplerini safiyane Güneşler Güneşi’ne açanlar gerçek hayatı buldu. Buz
parçası benliklerini bütün bir topluluğun havuzunda eritenler okyanusa
erdi.
Öyleyse bir millet, bir okyanus, hatta güneş olmak varken bir damlacık olarak kuruyup gitmek niye?
BİR SORU-BİR CEVAP
Ebedi olan cennet hayatı insana bıkkınlık vermeyecek mi?
Bu soruyu bize genç kardeşimiz Ömer soruyor.
Öncelikle
şunu bilmemiz lazım ki, Rabbimiz bazı ihtiyaçları sadece bu dünya için
yaratmıştır. Mesela bir insanın uyuma ihtiyacı sadece bu dünyada vardır.
Ahirette uyku nimeti olmayacaktır. Çünkü yorgunluk olmayacağı için
uykuya da gerek kalmayacaktır. Yine tuvalete gitme, yorulma, hastalanma,
acı çekme, sıkıntı duyma sadece bu dünyada olan özelliklerdir. Cennette
bunların hiçbiri olmayacaktır.
Bıkkınlık da yine bu dünyada var olan bir histir. Cennette bıkma hissi de olmayacaktır.
Bu
duruma şöyle bir örnek verebiliriz: Bir insan dünyada iken aç kalsa bu
kişi “Şimdiye kadar binlerce defa yemek yedim, bıktım artık bugün de
yemek istemiyorum” der mi?
Dünya gibi fâni olan bir yerde bile insan yemekten, içmekten bıkmıyorsa cennetteki tarifi imkânsız nimetlerden bıkabilir mi?
“Oradan hiç ayrılmak istemezler!”
Çünkü
Allah (c.c) orada insanı bu formatta yaratmayacaktır. Orada insan daha
genç, daha güzel, yaşlanmayan, hasta olmayan, üzülmeyen, uykusu
gelmeyen, strese girmeyen, bir şeyden bıkmayan özelliklerde
yaratacaktır. Allah (c.c.) cennette, nimetlerinden usanmanın
olmayacağını Yüce Kitabında şöyle beyan eder:
“İman edip iyi
davranışlarda bulunanlara gelince, onlar için makam olarak Firdevs
cennetleri vardır. Orada ebedî kalacaklardır. Oradan hiç ayrılmak
istemezler.” (Kehf suresi, 107-108. ayetler)
İnsan, dünya gibi
basit ve fâni olan bir mekânda bile pek çok acıya, ıstıraba, yalnızlığa
ve hastalıklara rağmen yaşamdan kopamıyorsa hastalığın olmadığı, dert
ve sıkıntıların bulunmadığı, ölümün yok edildiği bir mekânda neden
sıkılsın ki?
TWİTTER : @aliihsandemirel
alidemirelshaber@gmail.com.
KAYNAK: http://m2.shaber3.com/yazarlar/ali-demirel/once-kalp-kayar-sonra-ayaklar/1323343/
Bu Yayına Yorum Yapın