O günlerde yaşasaydık…(1) - Veysel Ayhan


Mehmet Akif, “Gül devrini görseydim onun bülbülü olurdum. / Yâ Rab beni evvel getireydin ne olurdu?” der. Dertli şair o devirde olsaydı Efendimiz’in (sav) bülbülü olurdu mutlaka.
Ama biz o devirde olsak ne olurduk? Yaşananlara katlanabilir miydik?
Bülbül mü olurduk yoksa saksağan mı; deve kuşu mu, baykuş mu yoksa yarasa mı?
Bunu bilmiyoruz. Deneme imkânımız yok.
Kader her insanı tarih kronolojisinde kendisi için en avantajlı zaman diliminde takdir etmiştir diye itikadım var.
Ama zihnen o günlere seyahat edebilirim.
İlk denememi zor bir tarihe yapıyorum.
Müslümanlık geleli 7 yıl olmuş. 8. yıl boykot başlamış. Şi’b-i Ebî Talip’te, Müslümanların üç sene aç-susuz boykota maruz kaldıkları günlerdeyim. Müminler bir gettoya sıkıştırılmış. Yollar kapatılmış. Hâşim ve Muttaliboğulları’nın ‘köklerini kazılma’ kararlılığı eyleme dökülmüş.
‘Su bile vermeyin’ emri. Mal alım satım yasağı. Kız almama, kız vermeme. Varsa ‘boşan!’ baskısı…
Ağaç yaprak ve kabukların, çöplükte bulunan kuru deri parçalarını bile yendiği zor günler. Çocuk feryatları, bebek ağlaşmaları, açlık ve hastalıklar…
Evet o yıllarda yaşıyor olsaydım. Hasbelkader sahâbelerin arasında bulunsaydım ne yapardım, bilmiyorum. Belki de şunları derdim!
“Bu din demek ki bir macera imiş. Peygamberlik geleli tam 7 yıl oldu ama hala bir avuç insanız. 3 yıldır da boykot altındayız. Hani Allah bize yardım edecekti.
Keşke Allah resulü(sav) boykot başlamadan bir önceki sene Kabe’de müşriklerin teklifini kabul etseydi. ‘Maksadın mal elde etmekse, senin için aramızda mal toplayıp, en zenginimiz yapalım. Seni en saygın kişimiz yapalım. Gayen kral olmaksa seni başımıza kral yapalım.’ demişlerdi. Şimdi Ebu Cehiller’le Ebu lehep’lerle aramız iyi olurdu. Bu kadar zulüm olmazdı. Resulullah, (sav) Mekke’nin başına geçerdi, Mekke’yi ele geçirdikten sonra da herkesi Müslüman yapardık. Ne gerek vardı böyle kavga etmeye, yokluk çekmeye…”
Bir başka gün ise yapılan zulme öfkelenip şöyle diyebilirdim:
“Demek ki bu iş tatlı bir rüyadan ibaretmiş. Sonunda bak kaç tane bebek hastalık ve açlıktan öldü. Ölenleri mezarlığa bile götüremedik buraya gömdük. Hz. Hatice bir deri bir kemik kaldı. Mekke’nin en zengin kadınıydı. Her şeyini harcadı, kaybetti. Yakında Allah göstermesin vefat bile edebilir.”
Kalbime şu duygular gelebilirdi:
“Çok hatalar yapıldı. Hicrete gidenler Mekke’lileri kızdırdı. ‘Biz burada dayanırız’ diyebilselerdi Resulullah(sav) tabi ki “gidin” demezdi. Suç onlarda. Necaşi’ye sığındılar. Mekke’liler onları geri çağırdığında gelselerdi müşrikler bu kadar öfkelenmeyecekti. Bir de hediyeleri Necaşi tarafından geri verilince iyice çıldırdılar. Cafer ve arkadaşları yanlış yaptı. Gelselerdi bunlar olmayacaktı!
Bir başka gün canım sıkılır açlık beynime vurur şöyle de diyebilirim:
Doğrusu Resulullah (sav) bize hep ümit veriyor: “Allah, elbette bu işi (İslamiyeti) tamamlayacaktır ve bütün dinlerden üstün kılacaktır. Öyle ki hayvanına binip San’a’dan Hadramut’a kadar tek başına giden bir kimse, Allah’tan başkasından korkmayacak, koyunları hakkında da kurt saldırmasından başka hiçbir endişe duymayacaktır. Fakat siz acele ediyorsunuz.” diyor ama görünürde o günlere varılacağına dair tek bir emare yok.
Bu yol doğru ise Allah şimdiye kadar müşrikleri yerin dibine batırırdı. Bilakis her işleri rast gidiyor. Bizi silip attılar Mekke’den. Bu işin ömrü demek ki bu kadarmış!
Neyse yol yakınken ayrılıp kendi ticaretime döneyim. Bu işin geleceği yok. Daha ne kadar beklenir ki? Benden bu kadar. Ben tabii ki Resulullah’ın (sav) Allah’ın peygamberi olduğuna inanıyorum. Bir gün işler düzelirse dönerim.”
gibi şeyler diye düşünebilirdim. Düşünüp uzaklaşabilirdim.
Çünkü o kadar ağır günlerdi ki Efendimiz (sav) sonraki yıllarda Şi’bi Ebu Talip’in o zor günleri için şöyle buyuracaktı: “Allah yolunda bana yaşatılan korku kadar hiç kimseye o denli korku yaşatılmadı. Bana eziyet edildiği kadar hiç kimseye bu denli eziyet edilmedi.” (Tirmizi)
O çileli günlere dayanamayıp ayrılıp gitseydim ve sonraki yıllarda bunun sebebini bana bir soran olsaydı şöyle cevaplardım herhalde:
“Bir avuç insandan ne olur ki” diye düşünmüştüm. Hz. Hatice’ye üzülüyordum ama çektiği ağır çilenin onu cennet kadınlarının efendisi yapacağını hayal edemiyordum. Üç yıl zarfında oradaki bir avuç insanın çelikleşip birer irade kahramanı olacağını, bedence zayıfladıkça ruhen devleşeceklerini ummamıştım. Her birinin doğru yolu gösterir birer kutup yıldızına dönebileceğini, binlere, on binlere bedel bir kıymete ereceğini hesaplayamamıştım. Çekilen her çile dakikasının sonsuzluğa kapı açacağını ve Allah’ın bunu İslam’ın milyonlar ve milyarlarca insanın sinesine girmesi için bir “anahtar”a, bedel tutacağını tahmin edememiştim.
Yani merhum M. Akif gibi “Yâ Rab beni evvel getireydin ne olurdu?” diyemem. İyi ki o günlerde gelmemişim. İnanç ve itikadımdaki boşluklardan dolayı böyle bir hale düşebilirdim.
Kendimden emin olamam.
Ama sizi bilemem.

(Devamı var)

MUHACERET ALBÜMÜNDEN PORTRELER (2) - 27 EYL 2018
MUHACERET ALBÜMÜNDEN PORTRELER (1) - 24 EYL 2018
SELİMİYE VE HİZMET - 17 EYL 2018
MİT VE İNSAN AVCILIĞI - 07 EYL 2018
SEVİNÇ “KEŞKE”LERİ… [BEKLENMEDİK YOLCULUK-9] - 26 AĞU 2018
MELEĞİN GÖRÜNDÜĞÜ AN… [BEKLENMEDİK YOLCULUK-8] - 25 AĞU 2018
UĞURSUZ FETVA [BEKLENMEDİK YOLCULUK-7] - 24 AĞU 2018
ÖĞRETMENİN SON DERSİ [BEKLENMEDİK YOLCULUK – 6] - 23 AĞU 2018
BOĞAZLANMIŞ KUZULAR ÜLKESİ [BEKLENMEDİK YOLCULUK-5] - 22 AĞU 2018
EMİR KULU [BEKLENMEDİK YOLCULUK-4] - 21 AĞU 2018
Kaynak: http://www.tr724.com/o-gunlerde-yasasaydik-1/

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.