Ve huzurlarınızda KETÖ! | Naci Karadağ
“Beter olmadan yeter olmaz” demiş atalarımız.
Tayyip Erdoğan hiçbir sürprize mahal vermeden kendinden bekleneni fazlasıyla yaparak ülkenin dibe doğru olan yolculuğuna tam gaz devam ettiriyor.
Türkiye’yi aile şirketine çevirmekle beraber, rektör atamalarından basın kartlarını kendisine bağlamaya kadar her şeyi kabile devleti modeline göre dizayn ederken bir yandan da kendine bağlı bir ordu ve polis gücü kurmaya devam ediyor. Yakında şarkı söylerken de saraydan izin isteyeceğiz, kız isterken de, hak ve adalet isterken de… Zaten hakimlerin hukukçu filan olmasına gerek yok artık. Hatta hakim ve savcıya da gerek yok. Sayın Başkanım, (buna özellikle dikkat ediyor yalaka takım son dönemde) içerikli bir yazı, bağırış, mektup, telefon yeterli. O ilgilenir. Bin odalı sarayı bostan korkuluğu olarak yapmadı afedersiniz!
Öte yandan Siyasal İslam’ın çirkin yüzünü görenler gördü…
Bundan sonraki aşama Ergenekon tayfasının istediği level; aslında sadece siyasal dincilik değil, “dinin kendisi bizzat tehlikelidir” eşiği sanırım…
Almanya doğumlu Amerikalı siyaset bilimci Hannah Arendt (1906 – ), 1951 yılında kaleme aldığı Totaliterizmin Kökenleri ve 1963’te kaleme aldığı Kötülüğün Sıradanlığı isimli muhteşem kitaplarında bu yolun yolcusu her toplum gibi adeta bizim de yol haritamızı çıkarmış.
Arendt tam olarak birebir aynısını söylemese de şu manaya gelen bir cümle kuruyor kitabında: “Zulüm ortamlarında en tehlikeli olan insanlar vasat olanlardır. Normalin çığırından çıkması kadar korkunç bir şey yoktur!”
Benzer bir kader yaşayan Avrupa, Danimarka’dan küçük bir yaşlı kadın şöyle diyor 1940’lı yıllarda; “İşgalci Almanlar o kadar da kötü değildi, hatta iyi bile sayılabilirlerdi. Ne zaman ki siyah üniformalı SS’ler geldi, inanılmaz zalim olmaya başladılar!”
Sıradanların kötülüğü, kötülüğün sıradanlaşması için muazzam bir vasat oluşturuyor.
Şu fotoğrafa dikkatle bakın lütfen…
30 Haziran 1941’de Ukrayna’nın Lviv kenti Almanlar tarafından işgal edildi. Ukrayna halkı kısa sürede hapislere atılan Yahudiler hakkında öylesine bir nefretle dolmuştu ki, artık çocuklar bile sokakta Yahudi kovalıyor, taşlıyor tükürüyor, hakaret ediyordu. Fotoğrafta Lviv’de 1941 yılında çekilmiş. Çocuklar ismini, suçunu filan bilmedikleri Yahudi kadını linç etmek için kovalıyor.
Kısa sürede bu kentte 4 binden fazla masum Yahudi katledildi…
Aşağıdaki fotoğraf da yine o dönemden.
“Gücü olmayana saldırmak her zaman en kolayıdır” der Arendt…
Aşağılamak için her şeyi yapabiliyor sıradan insanlar. Çünkü şeytanlaştırılanı ezmenin bir faturası yok. Üstelik tam tersi otoritenin hoşuna gitme ihtimali yüksek.
Hiçbir şey yapamasa bile en azından saçlarını keserek aşağılıyor sıradan insanlar…
Vaktiyle ATV’de yayınlanan bir kamera şakasından bahsetmişti bir yapımcı.
Şaka şuydu; Taksim meydanında üç kişi, yere yatırdıkları birini dövmeye başlıyor. Amaçları halkın tepkisini ölçmek. Hani kim polise haber verecek, kim ayıracak vs.. “Çok ilginç bir şey oldu” diyor şaka programının yapımcısı… “Birden ortaya çıkan üç kişi, ki ne olup bittiği hakkında hiçbir fikirleri yoktu ama gelip bizimle beraber yerdeki arkadaşımızı tekmeleyemeye başladılar. Niye dövdüğümüzü, kimi dövdüğümüzü, bizim ve yerde yatanın kim olduğu hakkında en ufak bir fikirleri de yoktu!”
Vasatın zalimleşmesi böyle bir şeydi işte…
Komşusunu durduk yere ihbar etmek, “evine el koyun” diye Cumhurbaşkanının makam aracının önüne atlayıp ağlamak, hapiste ziyaret eden çocuğunu çırılçıplak soymak bu durumun güncel örnekleri…
Uzun süredir fısıltı halinde dolaşan ve “Sıra onlara da gelecek” listesinde yukarılarda olan kitleden biriydi Adnan Hoca ve Kedicikleri…
Dün sürpriz bir operasyon ile Adnan Hoca ve grubuna bağlı 235 kişi gözaltına alındı.
Tam da doların fırladığı, borsanın dibe vurduğu, ülkenin tren kazasıyla ilgili soru sorma ihtimallerinin belirdiği bir zamanda.
Moda tabirle, zamanlaması manidar bir operasyondu yapılan. Ki Cem Küçük gibi iktidar tetikçilerinin “bir süre ortalıklarda görünme” talimatını yerine getirmişti.
Operasyonu yapanlar işin psikolojik, formalite ve resmi alt yapısını hazırlamıştı çoktan. Başta AA ve TRT olmak üzere tüm havuza aynı metin servis edildi. İlk niteleme şuydu: “Adnan Oktar Suç Örgütü” (AOSÖ)
Öyle bir suç listesi çıkarılmıştı ki akıl alır gibi değil…
Ceza Kanununun özeti çıkarılsa, her halde dışarıda suç kalmazdı. Bilinen tüm suçları yüklemişlerdi Oktar ve arkadaşlarına…
Esas şaşırtıcı olan ise şuydu:
Sadece havuz paçavraları değil, Cumhuriyet, Sözcü gibi yayın organları da muktedirin diliyle Adnan Hoca ve elemanlarının suçlu olduğunu ilk baştan ilan ederken, kimileri de kişisel hesaplaşmaya girerek, nefret ettiği kişileri de torbaya tıkıştırmaya çabaladı. Örneğin Fidel Okan gibi kerameti kendinden menkul son dönem fenomenleri Cem Küçük, Fuat Uğur gibi iktidar tetikçilerini de “FETÖ olmadı Adnan Hoca’nın dosyasına eklemleyelim” derdine düştüler.
Cemaat mensupları da ne yazık ki benzer bir şekilde refleks gösterdi.
Çoğu, “ya nasılmış, bize yapılırken sesinizi çıkarmadınız ha, oh olsun” ruh haliyle paylaştılar haberi. Büyük bir memnuniyet duyduğunu ifade eden de çıktı, açık açık sevinç çığlığı atan da…
Hani diğerleri neyse de, cemaatin bu süreçten hiçbir ders almamış olması büyük bir hayal kırıklığıdır kanaatimce…
Adnan Oktar hakkında ilk etapta “Suç örgütü” nitelemesi yapılmasından sonra iktidarın ve sarayın şeytanlaştırmak istediği her kesim için uyguladığı formül birebir uygulanmakta gecikmedi.
Evinde silahların çıktığı söyledi ve fotoğraflar servis edildi..
Silah çıkmış mı Oktar’ın malikanesinden bilemem ama bildiğim şu var; Fatih Tezcan ya da Ahmet Maranki gibi iktidar tetikçi ve yalakalarının evleri aransa Oktar’ın evindekinin on misli daha fazla ateşli silah çıkacağı kesindir…
Bununla beraber cemaatin hala ısrarla yanlış yerde durarak yaptığı bir savunma hatası var.
Haksız yere tutuklanan ve zulüm eden insanları; 86 yaşında, kadın, örtülü vs. gibi ifadelerle savunmaya çabalıyor…
Sanki böyle olanlar suç işleyemezmiş gibi.
Oysa tek soru sorulmalı: Suçu nedir?
Ardından ispatı istenmeli… Aksi durumda herkes masumdur çünkü… Suçluluğu ispatlanana kadar.
Bir insan 86 yaşında da suç işleyebilir ama bu kişiyi tutuklayıp cezalandıracaksanız suçunu ispat etmek zorundasınız. Kendi medyanıza ve kitlenize linç ettirerek adaleti sağlayamazsınız.
Öte yandan bizzat Adnan Hoca ve taraftarların savunma mevkii ve çizgisi de çok yanlış yerde.
Kafadan “İngiliz Derin Devleti bize operasyon yapıyor” demek komik elbette. Sarayın her türlü suçu işlediniz suçlaması kadar saçma en az. Daha fecaati ise Adnan Hoca’nın, “Ben masumum, suçlu değilim” demek yerine “Seçimlerde Tayyip’e oy vermiştim, bir yanlışlık vardır, onun haberi olduğunu zannetmiyorum” diyerek savunması.
Saçma bir suçlama daha saçma bir tezle savunulamaz.
Nitekim klasik AKP operasyon ayakları birer birer pratize edilmeye başlandı.
Önce çarşaf çarşaf silah görselleri yer aldı havuzda.
“Vay vay vay meğer neler yapmışlar” içerikli haberlerden hemen sonra mal varlıklarına el konuldu Oktar ve arkadaşlarının. Şirketlerine kayyım atandı. Artık yabancısı olmadığımız bir aşamaydı bu.
Erdoğan ve çetesinin bilindik yöntemi böyle zaten.
Kimsenin itiraz etmemesi ise Erdoğan ve sarayın bu milletin zaaflarını nasıl tam olarak bildiklerinin göstergesi. Tanıyorlar bu milleti.
Cemaate ya da Furkan Vakfı’na yapılanların tıpkıbasım aynısı Adnan Oktar ve kediciklerine de yapılacaktır.
Dışlanacaklar, şeytanlaştırılacak, dertlerini anlatacak yer bulamayacaklar ve sahip çıkanları olmayacak. Dostları selam sabahı kesecek. “Bize niye bir şey yapmıyorlar, bir şey yapmışlar ki onlara yapılıyor” diyecekler.
Çünkü kendileri de vaktiyle kimseye sahip çıkmadıkları gibi zalimin dilini kullanmayı tercih ettiler “Tayyip Hocam” diyerek oy pusulası resmini paylaşması kimseyi kurtarmıyor onu gösterdi Erdoğan bu operasyon ile.
Ve üç vakte kadar Kedicikler Terör Örgütü (KETÖ) iktidarın terör örgütü portföyünde yerini alacaktır.
Hukuk geri gelene, önce suçluyu bulup sonra suç icat etmekten vaz geçene, aksi ispatlanana kadar herkes suçludur zihniyetini bırakana, bize yapıldığında sessiz kalmışlardı oh oldu dememeyi öğrenene kadar birer birer yakacaklar canlarımızı… Ve sonunda bakacağız ki, zalimlerin dışında kimse kalmamış ülkede…
Bir de Kılıçdaroğlu ve Baykal kalır belki bilemiyorum.
Kaynak: http://www.tr724.com/ve-huzurlarinizda-keto/
Bu Yayına Yorum Yapın