Süreçte gazeteciler ve akademisyenler | #MahmutAkpınar #TR724
Yorum | Doç. Dr. Mahmut Akpınar
Hizmet hareketi zor zamanlar yaşıyor. Milyonlarca insan Türkiye’de ağır baskı ve zulüm altında. Onbinlercesi hapislerde. Bir o kadarı da her an hapsedilme kaygısıyla yaşıyor. Ağır mağduriyetler, dramlar var.
Ülkede hukuk kalmadığı, insanlar duyarsızlaştığı, kurumlar politize olduğu için mağduriyetler Türkiye’de dile getirilemiyor. Bağımsız medya olmadığı için yaşananlar dünyaya duyurulamıyor. Ülke kutuplaşmış kimse bir başkasının acısını hissetmiyor. Aksine herkes “hasım”, “rakip” kabul ettiğinin acısına seviniyor. Her siyasi, etnik, dini grup “öteki” gördüğü kesimlerin yaşadıklarına “oh olsun, hak ettiler!” diyor. Asgari insani duyarlılık dahi kalmamış. İnsaf, vicdan, adalet, merhamet duyguları yoğun kutuplaşma ortamında iptal olmuş durumda. Herkes sadece kendi acısına ağlıyor, kendi derdine yanıyor.
İki mağdur kesim; Kürler ve Hizmet Hareketi
Bu süreçte iki önemli mağdur var. Birisi Güneydoğu’da kentleri yerle bir edilmiş, dilini konuştuğunda, haklarını dile getirdiğinde devletin sopasını başında hisseden Kürtler; diğeri kadın, çoluk çocuk demeden eften püften sebeplerle hapislere doldurulan, mallarına çökülen, işten atılan Hizmet insanları. Ömründe yumruk vurmadığı, taş atmadığı halde “terörist” ilan edilen öğretmenler, doktorlar, akademisyenler, esnaflar, ev hanımları…
Tek Adamın herşeyi kontrol ettiği süreçte milyonlarca insanın hayatı altüst oldu, düzeni bozuldu. Yurt dışına çıkabilenlerin ayrı sıkıntıları var. Türkiye’de kalanların hali hepten içler acısı. Böylesi bir dönemde zulme maruz kalanlara yardım etme, muavenet, muhacirlere destek olma, mazlumların sesi olma, zulmü dünyaya duyurma, duyarlılık oluşturma, farklı yol ve yöntemlerle zulüm düzenine baskı uygulama ve Zalim’in işini zorlaştırma önem arz ediyor.
Dik duran da var, umudunu yitiren de…
Zulüm sürecinin etkisi herkeste farklı. Kimisi içine kapanıp kendisiyle başbaşa kalıyor, sessizliğe gömülüyor. Kimisi kendini ayakta tutacak kadar enerjiye sahip, yaşamaya çalışıyor. Kimileri hem ayakta durup hem de çevresine destek olmaya, umut vermeye çabalıyor. Zalime boyun eğmeyip dik duran var, umudunu yitiren var. Eskiye dair bazı konuları takılan var, eleştirenleri “insafsız, ölçüsüz” bulan var. Oturup ağıt yakan var; bir çıkış için kafa patlatan var. Hem eleştrip hem çıkış arayanlar da var. Böyle bir süreçte durmak bize yakışmaz deyip daha fazla koşturanlar az değil. Bir şeyler yapmak isteyip yapacağı şeye odaklanamayanlar, hayatın kıyısında mecnun gibi dolaşanlar var. Böylesi ağır bir dönemde kimseyi kınayacak, ayıplayacak durumda değiliz. Süreci mümkün olan en kısa zamanda atlatıp normalleşmeye, hayata dönmeye ve geleceği yeniden kurmaya ihtiyacımız var. Bunun için de dinamizme, projeler üretmeye, beceri ve kabiliyetimize göre harekete geçmeye, yeni duruma uygun çözümler bulmaya, insanları tekrar hayata kazandırmaya ihtiyacımız var.
15 Temmuz beklenmedik zamanda, beklenmedik şekilde gelen ağır ve travmatik etkileri olan bir vakaydı. Uzunca süre insanlar meselenin ne olduğunu, nasıl olduğunu anlamaya çalıştı. Türkiye’deki insanlar iktidarın insafsızca uyguladığı ağır zulümden, baskıdan, tutuklamalardan, çökmelerden hala başını kaldırıbilmiş değil. Zulüm hız kesmeden dalgalar halinde ardı ardına geliyor. Türkiye dışındakiler ise zulme üzülmekten, ağıt yakmaktan bir şeyler yapmaya yeterince odaklanamadı.
En çabuk toparlanan gazeteciler oldu
Bu süreçte en çabuk toparlanan ve reaksiyon veren kesimin medya çalışanları, gazeteciler olduğunu söyleyebiliriz. Dışarıya çıkabilen gazeteciler işlerini kaybetmiş, kurumları kapatılmış olmasına rağmen, kendileri el emeğiye geçinmeye ve hayata tutunmaya çalıştıkları halde mütevazi imkanlarla bir şeyler yapmaya başladılar. Web sayfaları açarak, periscope, youtube yayınlarıyla mazlumların sesini amatör imkanlarla duyurmaya çalışıyorlar. Sembolik maliyetlerle etkili işler çıkaryorlar ve günden güne kendilerini geliştiriyorlar. Neredeyse gurbetteki her gazeteci sesini duyuracak bir mecraya sahip. Üçü beşi biraraya gelip bir platform kuruyor, TV yayını yapıyor, e-gazete çıkarıyorlar. Üretilenler sosyal medyada hızla yayılıyor. Konvansiyonel medya dışında mütevazi ama etkili alternatif bir medya oluşuyor. Türkiye’de heryerin “havuz” olması, güvenilecek mecraların kalmaması bu alternatif medyayı dikkate alınır, izlenir kılıyor. Gazeteciler, eski medya çalışanları süreçte yaptıkları özverili ve etkili çalışmalar nedeniyle hertürlü takdiri hakdiyorlar. Onlardaki dinamizm, canlılık bütün mazlumların umutlanmasına, harekete geçmesine vesile oluyor.
…ve akademisyenler
Böylesi süreçlerde sosyal sorumluğu önde olan diğer bir meslek grubu da akademisyenler. Sayısal olarak en fazla zulme uğrayan mesleklerden birisi akademisyenler. 8-9.000 civarında akademisyen işinden oldu. Bunların en az yarısı hapse atıldı. Bazıları tahliye oldu büyük kısmı hala hapislerde. Elinde kalemden başka bir şey olmayan öğretmenler, akademisyenler “terörist” olmakla yargılanıyor. Böylesi ağır mağduriyete rağmen akademisyenlerin yeterince organize olduğunu ve sesinin güçlü çıktığını söylemek zor. Bazı sosyal bilimcilerin bir miktar sesi çıkıyor, yazıyor, konuşuyorlar; ancak tartışmaların odağındalar. Bazıları sosyal bilimcilerin problemler, ihmaller, sorunların tespiti ve çözümleri üzerine yazmasından rahatsız oluyor. Oysa sosyal bilimcilerin, akademisyenlerin işi bu! Onlar da elbette muavenet, mazlumlara yardımcı olma, muhacirlere destek olma gibi bireysel çabalar içine giriyorlar. Fakat asıl misyonları bu değil, akademisyen olmak! Yani sorgulamak, araştırmak, problemleri ve çözüm yollarını ortaya koymak. Sosyal bilimciler için sosyal konularda kafa yormaktan, kalem oynatmaktan, görüş belirtmekten daha doğal ne olabilir! Akademsiyenlerin yazıları, görüşleri birilerine absürd-saçma gelse de, “zararlı” bulunsa da olması gereken şeyler. İçinde bulunulan halden çıkabilmek, daha sağlam ve sağlıklı bir gelecek inşası için sosyal bilimcilerin bunu yapmasına ihtiyacımız var. Bazılarının hoşuna gitmese de! Hekim, hasta memnun olmayacak, hasta yakınları üzülecek, insanların morali bozulacak diye teşhis koymaktan ve o teşhise yönelik tedavi uygulamaktan vazgeç-e-mez. Hastanın ve yakınlarının kızgınlıkları karşısında bulguların aksine bir teşhis ve tedavi uygularsa asıl o zaman sorumlu olur. Hekim mesleğinin gereği neyse, hastanın durumu neyi gerektiriyorsa onu yapacaktır; yapmalıdır. Ancak bizim gibi toplumlarda medyaya sıkça yansısıdığı üzere bazen hekimler koyduğu teşhis beğenilmediği, tedavi hastanın ve yakınlarının aklına yatmadığı için şiddete maruz kalabilir, hakaret ve küfür yiyebilir. Sosyal bilimciler de sosyal konularda bir hekim hassasiyetiyle uzmanlık alanıyla ilgili teşhisleri ve tedavi yöntemlerini paylaşmak durumundalar. Küfür yeseler, tacize uğrasalar da meslek etiği ve vicdan, sorumluluk gereği doğru bildikleri şeyleri yapmak durumundalar.
İki şapkam var
Akademisyenlik ve gazetecilik gibi iki ayrı şapkası olan birisiyim. Her iki şapka da böyle bir zamanda hem çok gerekli/yararlı, hem de tehlikeli. Gerekliler, çünkü sosyal konularda farkındalık oluşturacak, problemleri tanımlayacak, çözüm yolları üretecek, sorgulayacak, hakikati ortaya çıkaracak ve insanların haberdar olmasını sağlayacak önemli iki meslek. Tehlikeliler, zira sosyal konular herkesin bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olduğu ve ceffel kalem yazıp, konuştuğu alanlar. Herkesin önkabulleri var ve insanlar sosyal bilmcilerin ve gazetecilerin görüşünü beğenmediğinde, onaylamadığında ihanetten, cinayete herşeyi müstehak görebiliyor. Şu zamanda taşınabilecek en tehlikeli iki şapkayı birden (gazetecilik ve sosyal bilimci olmak) taşıyarak ben de eleştirilerden nasibimi alıyorum.
Gazeteciler, sosyal bilimciler böylesi zor zamanlarda daha fazla ihtiyaç duyulan, ama daha fazla “tehdit” görülen, bu yönüyle de korunması, itina gösterilmesi gereken adamlardır. Gazetecilerin, sosyal bilimcilerin de eleştirilmeyi, linç edilmeyi baştan göze almaları lazım. Gazetecileri, sosyal bilimcileri eleştirin, reddiyeler yazın, karşı argümanlar ortaya koyun, tezlerini çürütün ama varlıklarını, kalemlerini koruyun! Gazetecilerin, sosyal bilimcilerin susturulması bir toplum/kesim için en büyük afet ve felakettir. Bütün diktatörlükler gazetecileri ve sosyal bilimcileri susturduktan sonra inşa edilmiştir. Tam teşekküllü olmasa, teşhiste bazen sapmalar olsa da bir hastaneye ve hekimlere sahip olmak her zaman hekimsiz ve hastanesiz kalmaktan iyidir!.
Herkes elinden geldiğince bir şeyler üretiyor; yapıyor
Yaşanan zorlu süreçte sürgündeki gazetecilerin bireysel ve kolektif sorumluluk aldıklarına ve görevlerini yaptıklarına şahidim. Şapkamın birisi ile ilgili rahatım, herkes elinden geldiğince bir şeyler üretiyor; yapıyor. Ama akademisyenlik şapkam hakkında aynı rahatlıkta konuşamam. Sayıca çok daha fazla olmalarına rağmen akademisyenlerde istenen düzeyde bir dinamizm, canlılık, örgütlülük olduğunu söylemek zor. Oysa akademisyenler dünyanın her yerinde itibar görür, saygın bir meslektir. Her coğrafyada akademisyen oluşumları, üniversiteler var. Kendilerine pek çok kapı açılabilir. “Mağdur, mazlum akademisyen” kimliğiyle çok şey yapılabilir. Bunun yeterince yapıldığı konusunda kaygılarım var. Türkiye’de binlerce akademisyen arkadaşımız hapiste, on binlercesi işinden gücünden oldu. Elimizde çok güçlü argümanlar var. Pekala akademisyenler olarak içe dönük eleştiriler, katkılar, yazılar yanında zulmü, baskıyı dile getirmede, fırsatlar aramada, meslek dayanışmasında, farklı platformlarda daha etkin olabiliriz.
Aslında mühendisinden öğretmenine, doktorundan eczacısına her meslek gurubu bireysel çabalar dışında mesleği adına bir şeyler yapabilir. Her meslek grubu zulmü duyurma, mağdurlara sahip çıkma yanında o mesleğin icra edilebilmesi, yeni iş imkanları gibi konularda müşterek hareket edebilirler, internet ortamında örgütlenebilirler. Kendilerine neler düştüğü, neler yapabilecekleri üzerine kafa yorabilir, projeler geliştirebilirler.
Ağıt yakma, üzülme ve eylemsizlik artık geride kalmalı. Bir şeyler üretme, yararlı şeyler yapma zamanı!
KAYNAK: http://www.tr724.com/surecte-gazeteciler-ve-akademisyenler/
Bu Yayına Yorum Yapın