Erdoğan rejiminin sosyo-ekonomik temelleri | Mehmet Efe Çaman


Diktatörler aslında en geniş tabanlı koalisyonların liderleridir. Ülkesinin ve halkının çıkarlarının, “ortak iyinin” ve asgari müştereklerin karşısına kişisel çıkarlarını koyacak kadar şahsiyetsizleşmiş ve düşmüş kim varsa, diktatörün koalisyon ortağıdır. “Benden sonra tufan!” diyen, “devlet malı deniz, yemeyen domuz” diye bir ilkel talan güdüsünün esiri olan, “bal tutan parmağını yalar” diye yaptığı ahlaksızlıkları mazur göstermeye çabaladıkça batan, para, güç, makam-mevki gibi ihtirasların esiri ve müptelası bu koalisyon ortakları, diktatörün yegâne güç dayanağıdır.
Makyol, Cengiz İnşaat, Kalyon ve Kolin adlı inşaat şirketleri, devlet ihaleleri sayesinde palazlanan ve siyaset-ticaret ilişkisinin bir tür kazan-kazan karşılıklı bağımlılığı olarak geliştiği yolsuzluk düzenlerine çok iyi bir örnek. Kim söylüyor bunu? Dünya Bankası! Bu şirketlerin Birleşmiş Milletler bünyesinde bulunan uluslararası saygın bir teşkilat tarafından hazırlanan ve yolsuzluklar bakımından önemli bir nesnel kaynak olduğu şüphe götürmeyen bir listeye en üst sıralardan girmiş olması, Türkiye Cumhuriyeti’nin düştüğü kepazeliği gözler önüne seriyor. Bu şirketler devletten 150 milyar dolarlık ihale almışlar bugüne kadar!
Makyol, Cengiz İnşaat, Kalyon ve Kolin; Kim ki bunlar?
Ana gelir kapısı havaalanı projeleri, elektrik santrali projeleri, yol yapımı. Rant buralarda çünkü! İhale süreçleri neden – yani hangi koşullarda – bu şirketlere verilmiş, mevcut koşullarda bunu tahmin etmek zor değil. Zaten eşyanın tabiatına aykırı devletin her mega ihalesini bu şirketlerin kazanması. Kim ki bunlar? 2000’lerin başına kadar küçük ve orta büyüklükte işler peşinde piyasayı tırmalayan bir çok yandaş grupla benzer bir trend içerisinde olmuş, köyden kente göçmesini müteakip daha birinci nesilde milyarlık cirolara ulaşmış şirketler. Sistem esasında gerçekten ikili ortak çıkara dayanıyor. Yani partiler arasında yapılan koalisyonlardan çok daha sağlam bir malzemeden üretilmiş bir ortaklıktan söz ediyoruz!
Devletin yolsuzluk ilişkilerinde kullanılan betondan daha sağlam birleştirici element para – bu anlaşılıyor! İhaleleri servis edersiniz, fahiş kara komisyonla ortak olursunuz. Dahası kendinize bağımlı medyayı finanse edebilmek için astronomik rakamlarda gelire sahip bir fon oluşturur ve bu finansal kaynağı kurduğunuz yolsuzluklar rejiminin promosyonuna harcarsınız. Rakiplerinizin rüyalarında göremeyeceği bir basın-yayın desteği sayesinde, seçmen algısını bilinçaltı seviyesinden etki altına alır, istediğinizi “demokrasi kahramanı”, istediğinizi “reis” ilan eder, topluma kabul ettirirsiniz. İstediğinizin ipini çeker, istediğinize “terörist” veya ocu-bucu dersiniz.
İnsanlara bolca makarna ve kömür yağdıracak kaynak, mega fon içerisinde çerez parası
Makyol, Cengiz, Kalyon ve Kolin dışında belki binlerce irili-ufaklı firmalar var. Kamuya ait toprakları, taşınmazları, varlıkları çekirge sürüsü gibi yağmalayan, hepimizin, halkımızın, Türkiye insanının olan tüm varlıkları kendi menfaatinden başka bir derdi olmayan birkaç kulağı kesiğe peşkeş çeken bir iktidar, “deniz bitene kadar” neredeyse sınırsız bir gelir ve güç kapısına sahip olur! Böylece rejimin dinamiği üretilir, yeniden üretilir. Bu çember bu şekilde devam eder. Bu rant ve kirli iktidar (siyasal güç) düzeni içinde, zavallı alt gelirli ve eğitimsiz insanlara bolca makarna ve kömür yağdıracak kaynak da, esasında o mega fon içerisinde çerez parasıdır. Bir milyon dolarlık makam araçları veya sarayın Hindistan’dan ithal edilen mermerleri elbette size koymaz bu koşullarda! Danışmanlarınıza ve metin yazarlarınıza serpiştirdiğiniz yemlerin milyonlarca dolarlık bedeli de arada kaynar nasılsa, öyle ya! First Lady için alınan binlerce dolarlık çantalar, broşlar, türban ve başörtüleri, özel tasarım ve dikim elbiseler, daha bir nesil önce kırsal kesimden gelip metropolde dar gelirli olarak yaşam süren bir ailenin ulaştığı tasavvuru bile güç zenginlik, tüm bunlar bu sistemin içinde anlam kazanır. Ayakkabı kutuları içinde istiflenmiş yabancı mangırlar o kadar çoktur ki, saymak için para sayma makinesine ihtiyaç duyulmuştur. Dedim ya, diktatörler geniş tabanlı koalisyon liderleridir aslında. Bir ellerinde sopa olduğunu herkes bilir de, nedense diğer ellerindeki havucu birçoğu dikkate almaz! Oysa o havuç, dağıttığı rant ulufesidir.  Malezya’da İslamcı lider Rezak da böyle bir sistem kurmuştu işte. Evinden 30 milyon dolara yakın nakit para çıktı! Enteresan bir şekilde paraların bir bölümü ayakkabı kutularına gizlenmişti! Şeffaflıktan uzaklaştıkça, mafyavari ve ne idüğü belirsiz, anayasa ve yasalara aykırı olduğu şüphe götürmeyen bu akçalı siyaset, nedense Müslüman toplumlarda çok yaygın. Acaba siyaset teriminin seyislik (at terbiyesi ve yönetimi) kavramı ile aynı kökten gelmesi ile bunun bir alakası olabilir mi? Oysa politika kavramı eski Yunanca “polis” kavramından türetilmiş – yani şehir veya kent manasına geliyor. Şehir yönetimine ilişkin işler ile at terbiyesi ve yönetimi arasındaki ince ve manidar farklılık, toplumsal düzeyde, toplumun sosyo-genetik seviyedeki kültürüyle ilgili olabilir mi? Bilmiyorum! Bildiğim, ahlaksızlığın, yozluğun, şahsiyetsizliğin, kötü yönetimin, yasa tanımazlığın, üçkâğıdın, kirli, vıcık-vıcık ilişkilerin Türkiye’de kurumsallaştığı. Bu şekilde, kalın bir sis perdesinin hırsızı gizleyen, hırsızlığı örtbas eden rutubetli ve daral getirici ortamında, Türkiye ekonomisinin batmakta olduğu gerçeğine tosluyoruz. Malezya’da en azından sistem işledi, son kertede hukuk siyasete baskın geldi, hastalıklı doku toplumdan ve devletten ayıklandı. Türkiye’de ise – çok daha köklü bir demokrasiye ve kadim devlet geleneğine sahip olunmasına karşın – fiili bir rejim uzunca bir süredir konsolide olmakta.
Bu kokuşmuşluk ve pislik, bugün rejimi taşıyan dinamiklerden biri!
Bu kokuşmuşluk ve pisliğin sadece siyaset ve ticaret ikilisinin tepesinde vuku bulduğunu, diğer toplum kesimlerin ise masum olduğunu düşünmek büyük yanılgı olur. Rüşvet alan memur, vergi kaçıran esnaf, UBER’ci döven taksici, 155’i aramakla tehdit eden “kürtajcı amca” zihniyeti, bedelli isterken “Reis bizi Afrin’e götür!” diye slogan atan gençler ve yüzlerce, binlerce benzeri olay ve olgular, kokan, kokuşmakta olan bir sosyolojinin çarpıcı yansımalarıdır. Sormayan, sorgulamayan, komşusunun ve dostunun derdine ortak olmayan, zulme ve baskıya gözlerini kapatan, hırsızlığı ve üçkâğıtçılığı sadece mazur görmekle kalmayıp, aynı zamanda her seçimde ödüllendiren kitleler de “hak ettikleri bir rejimce” yönetilmekteler. Barbaros Şansal’ı linç etmeye yeltenen, Can Dündar’ın eşinin pasaportunu iptal eden ve yurt dışına çıkışına engel olan, on binleri hukuki temeli olmayan yüz karası ve kara mizah iddianameler temelinde yıllardır zindanlarda çürüten, öğretmene, profesöre, doktora, haki-savcıya, askere, aydına, gazeteci ve yazara, kısaca düşünen herkese kompleksli bir şekilde nefret ve öfke kusan bir toplumun, bu ticaret-siyaset bataklığına karşı durmayışına şaşırmak mı lazım? Bu kokuşmuşluk ve pislik, bugün rejimi taşıyan dinamiklerden biri! Ortak iyinin değil, şahsi menfaatin geçer akça olduğu, ahlaken dibe vurmuş bur sosyolojik yapının habis patolojisini görmeden, hukuk devletinin sona ermesini, anayasal düzenin rafa kaldırılmasını, mevcut fiili rejimi anlamak mümkün müdür?
Rejimin ekonomik payandaları, sosyolojik dinamiklerin önemli bir parçası
Rejime karşı çıkarken rejimin nasıl finanse edildiğini dikkate almalı! “Milletin a…na koymaktan” bahsedenlerin siyasi kadrolarla al gülüm ver gülüm ilişkisinin Dünya Bankası raporlarına varıncaya kadar girmiş olması elbette ki çok önemli. Siyaset ve ticaret arasındaki karşılıklı bağımlılığın ve birbirini yeniden üretme gücünün mevcut olması kadar, bu rezil düzenin dayandığı “ahlaktan arındırılmış alanı” kabul eden sosyal yapıyı da analize dâhil ederek ama! Kolayına kaçmayıp, ama-fakat demeden, neden Müslüman toplumların bu türden berbat ve ahlaksız ilişkileri kabul etme potansiyelinin çok bariz şekilde yüksek olduğu gerçeğini es geçmeden, bunu da cesaretle sorgulayarak bunu yapmalı.
İslamofaşist diktatörlüğün başındaki İslamo- takısı gittikten sonra da geriye –faşist bir siyasi sistem kalmaması için, diktatörlüğün dayanak noktalarından biri olan karşılıklı bağımlılık ekonomisini gündeme getirmek istedim. Geçen yazımda da ekonomi politiği yorumlamaya çalışmıştım. Kanaatim odur ki rejimin ekonomik payandaları, sosyolojik dinamiklerin önemli bir parçası. Siyasal dinamiklerde nasıl ki derin yapının izlerini sürmeye çabalıyorsam, toplumsal ve ekonomik dinamiklerde etik sorunlar ve siyaset-ticaret arasındaki karşılıklı bağımlılık ilişkisinin, mevcut rejimi anlamamıza ışık tutacağına inanıyorum. Bu çabalarımın ifade etmek istediği tek şey, Erdoğan’ın yalnız olmadığı! Mesele bir kişi değil! Mesele bir parti değil! Daha geniş ve kapsamlı bir sorunsalla karşı karşıyayız. Bu karmaşık dinamiklerin aralarındaki ilişkileri didik-didik etmeden, bünyeye yerleşmiş bulunan ve hızla yayılmakta olan habis yapıyı temizleyemeyiz. Şeffaf, demokratik ve seküler bir hukuk devleti için sorunların derinine inerek, kalıcı çözümler bulmaya gayret edilmeli. Üzerinde anlaşabileceğimiz ortak iyinin bu olmasını çok isterdim!

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.