YENİ BİR DURUMLA KARŞI KARŞIYAYIZ | Kemal Ay


Kosova olayından anlıyoruz ki Erdoğan rejimi ‘devletimiz bakın hâlâ çok güçlü’ diyebilmek için yine bildiği yönteme, en gariban olana karşı gücünü gösterme yoluna girmiş. ‘Rehine diplomasisi’ dediğimiz şey, çeşitli tavizlerle işletiliyor malumunuz. Büyük devletler ‘bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ tavrına büründükçe, hukuksuzlukları görmezden geldikçe, tavizlerin sayısı artıyor.
Almanya’yla gazeteci Deniz Yücel üzerinden yapılan anlaşmanın detaylarını hâlen bilmiyoruz. Ancak medyada çıkan haberlere bakarak şunu söyleyebilirim ki Erdoğan’ın ekibi, Adil Öksüz’ün Almanya’da olduğunu düşünüyor ve ‘seçim yatırımı’ olarak onu getirtmeye uğraşıyor. Kosova’daki öğretmenleri, ‘Balkan yapılanmasının en önemli yöneticileri’ olarak lanse etmeleri bundan. Erdoğan’ın bunu mitingde bağıra çağıra, Kosova Başbakanı’na yüklenerek ilan etmesinin sebebi de bu.
Afrin bir yanda, ‘darbecileri paketleyip getirme’ diğer yanda… 2019’a giderken ‘Güçlü lider, güçlü devlet’ türküsü söylemenin bundan daha ‘masrafsız yolu’ var mı? İtiraz edip, ‘Olur mu, bunun masrafı var’ diyenler olacaktır ama 2019’u garantiye alıp bütün muhalifleri ıskartaya çıkarma gücüne ulaştıktan sonra o kadarcık masrafın lafı mı olur? Kaz gelecek yerden, tavuk esirgenmez.
TAVİZ, TAVİZİ DOĞURACAK
Rejimin planlayıcıları, Yunanistan’ın iki askerini rehin aldılar en son mesela. Oradan kimi tutup getirsek kâr, diye bakıyorlar. Getirilenler neyle suçlanacak, nasıl bir yargı süreci işleyecek, hiçbiri dert değil bunların. Medyada kullanılacak Türk bayraklı fotoğraflar yeter. Uluslararası sistemi eğip bükerek, taviz vermeye meyilli politikacıları kullanarak, ‘paraysa para’ diyerek, hatta kiminden silah, kiminden et, süt, yumurta alarak (bir nevi tersinden Çiftlik Bank) bu işleri sürdürecekler anlaşılan. Bütün bunlar seçim yatırımı. (Dün, Gabon’da da Türk öğretmenlerin gözaltına aldırıldığı ve Türkiye’ye iade edileceği haberleri çıktı.)
Asıl dünyadaki siyasetçilerin anlaması gereken şu: Erdoğan’ın talepleri bitmeyecek. Kabul etmeye yanaşmadığınızda vatandaşlarınızı rehin alacak, daha da olmadı uzantılarını kullanarak sizi rahatsız edecek. Kapalı toplantılarda size başka ahlaksız teklifler de sunacak.
Bu rejimin gücü ‘disruptive’ (düzen yıkıcı) olabilmesinde yatıyor. Şu an Türkiye’nin uluslararası alanda yaptığı herhangi bir hamlenin iç politikaya zerre yansıması yok. Tıpkı Rusya gibi. Birbirine bağımlı (interdependent) bir sistem içinde bu türlü hamleleri yapan politikacılar kısa vadede çok şey kazanıyor. Uzun vadede ise beklentisi şu: Kendini tamamen güvene aldığında – ki Türkiye gibi ülkelerde bunu başarması imkânsızdır – sizinle daha yumuşak bir ilişkiye girebilir. Gelgelelim, bu sefer de yıllarca ‘motive ettiği’ tabanını buna ikna edemeyeceğinden, farklı projelerle sizin kapınızı çalmayı sürdürecektir.
AVRUPA BİRLİĞİ GÖZ YUMMUŞSA, ÇOK DAHA VAHİM
Kosova olayının, AB ile yapılan zirveden hemen sonra gerçekleşmesinin ardından iki sebep olabilir sadece: (1) Ya, Erdoğan AB zirvesinde istediğini alamadı ve agresif bir hamleyle otoritelerini sarsma yolunu seçti, (2) ya da, daha vahimi, AB liderlerinin bu türlü bir operasyona ses çıkarmayacağı konusunda ikna oldu. Bu noktada sorgulanması gereken, ikinci seçenek gibi duruyor.
Çünkü şunu kabul etmek gerekir ki, Batılı ülkelerde yerleşik hukuk sistemi içinde Hizmet Hareketi buralarda kendine bir ‘sığınak’ bulmuş olabilir fakat siyasî anlamda, Hareket’in kabul görmesinin bu Batılı ülkelerin iktidarları için bir karşılığı yok. Hatta Avrupa Birliği, Avrupa Konseyi gibi kurumlar Türkiye ile ilişkilerinde sürekli pürüz olarak var olan bir grupla mesafeli kalabilmek için her şeyi yapacaklardır.
KAMUOYUNU KAZANMAYA ÇALIŞMAK
Bunun uzun vadede bir ilke ve prestij sorunu olabileceği kestiriliyordur muhtemelen. Ancak ‘tarihi kazananlar yazar’ fehvasınca, Türkiye’de bile kimsenin pek desteklemediği bir grup Türk vatandaşını ‘gözden çıkarmak’ günü geldiğinde tercih edilebilir bir durum. Olup bitenlere kulağını tıkamanın masrafı azaldıkça, bu yöndeki tavır da güçleniyor. Tersi de mümkün: Erdoğan’ın taleplerine karşılık vermemenin masrafı arttıkça, gözden çıkarılabilecekler tekrar ele alınıyor.
Bu noktadan hareketle, yapılabilecek tek şey var: Hizmet Hareketi elinden geldiğince bu meseleleri insanlara duyurmaya ve bulundukları ülke vatandaşlarını politikacıları etkileme konusunda yardıma çağırmaya odaklanmalı. Politikacılarla kapalı kapılar ardında yapılan görüşmelerin de faydaları sınırlı olacaktır. Kosova olayıyla başlayıp, Erdoğan’ın sadece Türkiye ya da Hizmet Hareketi için değil bütün dünya için bir problem hâline geldiği, ona verilecek her tavizin bir başkasını doğuracağını anlatmak gerekli.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.