Kültür ve tabanca | Can Bahadır Yüce

Kültür geçen yüzyılın ilk yarısından bu yana bir tür silah olarak kullanılıyor. Türkiye İslamcılığının bunu geç keşfetmiş olmasının telaşlı acemiliği ilk bakışta fark ediliyor.



“Kültür sözcüğünü duyunca elim silahıma gidiyor” cümlesi Nazi liderlerine atfedilir ama aslında bir edebiyat metninde geçer. Hanns Johst’un bir oyunundaki cümlenin özgün hali şöyle: “Kültür sözcüğünü duyunca Browning’imin emniyetini açarım.” (Nazi sempatizanı yazarın oyunu Hitler’in 44. yaş gününde sahnelenmiş. Naziler devrilince işbirlikçi olmaktan hapis yatan, sonra da unutulup giden yazarın sadece bu cümleyle hatırlanıyor oluşu belki de “kültür”ün bir tür intikamı.)
Kültür meselesi modern diktatörlüklerin hayati konularından biri olageldi. Çok bilinen iki örnek: Hitler ve Mussolini emperyal tasarılarının merkezine kültürü yerleştirdiler. Üçüncü Dünya despotlarının aksine, kültürün ve sanatın hedeflerine ulaşmakta çok önemli  olduğunu düşünüyorlardı. Hitler’in başarısız bir ressam, Mussolini’nin yeteneksiz bir romancı oluşu bunda etken miydi—o tartışmaya girmiyorum.
Kültür modern zamanlarda bir silaha dönüştü. Nato Thompson geçenlerde yeni baskısı yapılan kitabında* çerçeveyi çiziyor: Bugün dinlediğimiz müzikten gözümüze sokulan reklama, izlediğimiz televizyon dizisinden sosyal medya akışına kadar her şeye nüfuz eden bir olgu kültür. Duygularımızı, eylemlerimizi, dünyayı algılayışımızı biçimlendiriyor. O kadar ki, televizyonun demokrasiyi öldüreceğini söyleyen Popper’ın ürpertici öngörüsü neredeyse çıktı. (Amerika’da bir demagogun “reality TV” yıldızlığından başkanlığa yükselişini başka nasıl açıklamalı?)
Bu tehlikeyi ilk öngören galiba Platon’dur: Sanatçıları ‘devlet’inden kovarken sanatın halkın akıl yürütme becerisini etkileyebileceğini söyler. Sanatın (daha doğrusu kültürün) duyguları yönlendireceğini tahmin eden filozofun endişesiyle günümüzde kültür endüstrisinin kitleleri manipüle edişi arasında koşutluk kurulabilir.
Kültürün bir silaha ve iktidar aygıtına dönüşmesi bir tabuyu da yıktı: Aydınlama düşüncesinde öne sürülenin aksine, insanın bir ayağını akla ve mantığa sağlamca basmadığını gördük. Şu son birkaç yılda tanık olduklarımız (‘post-truth’, demagogların yükselişi, halkların gözüyle gördüğüne değil yalanlara inanması) aslında insan doğasının etkilenmeye ne kadar açık olduğunu ortaya koydu. En geniş anlamıyla kültür (televizyon dizilerinden sosyal medyaya) bu etkide başrolü oynuyor.
Gerçi kitlelerden her zaman rasyonel seçimler beklememek gerektiğini tarih bize ders veriyor. Marx halkın neden Louis Bonaparte gibi bir tiranın çevresinde kümelendiğini 170 yıl önce sorgulamıştı. Toplumbilimciler emekçi sınıfın niçin dün Britanya’da Thatcher’a, bugün Kansas’ta Trump’a yöneldiği sorusuna hâlâ tatmin edici bir cevap bulamadı.
Türkiye’deyse mesele o kadar karmaşık değil. 16 yıl önce iktidarın ilk icraatlarından biri kültür ve turizm bakanlıklarını birleştirmek olmuştu. “Kültür” ile “turizm”i aynı hizada buluşturmak, bir zihniyet hakkında epey ipucu veriyordu. (Mario Vargas Llosa bir yerde kültür ile turizmi aynı sanan dünya görüşünün sığlığına değinir.) Yıllar sonra gelen “Her alanda başarılı olan iktidarımız ne yazık ki kültür alanında başarıyı yakalayamadı” itirafı, bütün benzer günah çıkarmalar gibi samimiyetsiz olmasının yanında bir gerçeğe de işaret ediyor.
Kültür geçen yüzyılın ilk yarısından bu yana toplumu biçimlendirme aracı olarak kullanılırken, Türkiye İslamcılığının bunu geç keşfetmiş olmasının telaşlı acemiliği ilk bakışta fark ediliyor.
Emek Sineması ve AKM gibi kültürel simgelerden intikam alarak başlayan süreç bugün hamaset dolu televizyon dizilerine evrildi. Türk muhafazakârlığı geç de olsa kitleleri uyuşturmak ve yönlendirmek için kültürü kullanmanın cazibesini keşfetti.
Gezi’yle birlikte zirveye çıkan kültürel ezikliğinin farkına varış, iktidarı çare aramaya itmişti. Gelinen noktada, “kültür”den anladıkları şeyin, adları zevksizlik ve lümpenlikle özdeş sanatçılarla (!) karakol ziyaret etmek olduğunu öğrendik (çünkü bir yandan yığınların gözünü okşamak, bir yandan da muhafazakârlığın son kalesi olan milliyetçilik ateşini harlamak gerek). “Medeniyet” gibi büyük laflarla taklitçilik bir yere kadar: Kültürden ne anlıyorsanız oraya varırsınız.
Dönüp dolaşıp şu soruya geliyoruz: Kültür sözcüğünü duyunca tabancasının emniyetini açan mı daha tehlikeli yoksa aval aval bakan mı?
Culture as Weapon: The Art of Influence in Everyday Life, Nato Thompson, Melville House, 2017

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.