Küçük hayatlar, büyük felaketler | Selahattin Sevi

Talat'ların, Enver'lerin siyasi mirasçıları yeni suçlar için gece gündüz mesai yapıyor. Toplumda gözlerine kestirdikleri kişi ve grupları ötekileştiriyor, hapse atıyor, sürgüne zorluyorlar...
Burada büyük meydanlar, geniş bulvarlar, ferah parklar, dev heykeller yok. Daracık sokaklarda birbirine yaslanıyor gibi duran evler harabe halde. Kemerli ve gölgeli yollar küçük bahçelere, onların arkasında taş ve ahşap evlere çıkıyor. Güngörmüş taş ve ahşap kalıntılarının üzerine yapılan beton ‘çıkmalar’ dikkati çekiyor. Bir asır öncesinde buralarda Türklerin, Arapların, başka Müslüman toplulukların yaşadığını yer yer karşınıza çıkan kubbeler, kemerler hatırlatıyor. Erivan’ın mutena bir köşesinde, baharın bahçesine konuk olduğu yaşlı bir teyze üzerine sardığı battaniyesiyle ahşap kapıdan gülümsüyor. Türkçe konuştuğumuzdan olsa gerek “Size kahve yapam” diyor.
Almanya’dan kızı ziyarete geldiği için çok mutlu. İçeride oğlu ve kızı da var. Kahveyi kendi elleriyle hazırlıyor. Oğluna “Alman çikolatalarından” getirmesini söylüyor. Adım “Seda” diyor. Gerçek adı “özgürlük” anlamındaki Azatuhi imiş. Ancak herkes ona Seda diyor, onu Seda diye tanıyor. Bunun sebebini bilmiyor. Ataları 1915 tehcirinde Van’dan göç etmiş.
73 yaşındaki Seda Teyze kahve yaparken bu kez kızı Nona anlatmaya başlıyor. Çat pat Türkçe konuşmaya çalışıyor. Meğer Almanya’da Türklerle iç içe yaşadığından bazı kelime ve cümleleri öğrenmiş. Birçok Türk arkadaşı olduğunu memnuniyetle anlatıyor. Oğlu Gagik o yıl henüz KHK ile kapısına kilit vurulmamış olan Zaman’dan olduğumuzu öğrenince Zaman ve Hürriyet gazetelerini bildiğini, Ermeni haber sitelerinde bu gazetelerden çokça çeviri haberler yapıldığını belirtiyor. Gagik bizi kapıdan uğurlarken annesinin bizi neden eve davet ettiğini anlatıyor: “Annem, iyi insanları yüzünden tanırım, iyi çocuklardı, o yüzden evime davet ettim, dedi.”
Birden annemin Yunanistan’a ve Ermenistan’a gideceğimi her söylediğimde, “Aman oğlum sakın yemeklerini yeme, ikram ettikleri çaylarını kahvelerini içme, zehir atarlar” tembihi geliyor aklıma. Oysa her iki ülkede de bizim “düşman” bildiğimiz birçok ülkede selam verip de sıcak bir çay veya acı bir kahve ikram etmeyen kişi görmedim. İkramları her zaman keyifle ve teşekkürle kabul ettim.
1635 yılında IV. Murat tarafından fethedilen, adına Topkapı Sarayı’nda köşk yaptırılan ‘Revan’ Beylerbeyliğinden veya Revan Hanlığından kalan sayısız sivil ve dini mimari örneklerinden çok az şey var şimdi Erivan’da. Fakat yıkık dökük yapılar, ahşap evler, küçük kapılar, geniş pencereler, duvarlar, kemerler, kayısı ağaçları, kahve ve Seda Teyze geçmişle bugün arasında özel bir köprü kuruyor.
Soykırımın 100’üncü yılında, 2015’te haber için yaptığım Erivan seyahatinin ardından ertesi yıl aynı dönemde yine şehirdeydim. Bu sefer taze çekilmiş Kurukahveci Mehmet Efendi kahvesi, Güllüoğlu’ndan aldığım baklava paketi ve küçük hediyelerle Seda Teyze’nin kapısındaydım. Yanında sadece küçük torunu var. Yine güler yüzle kapısını açıyor. Hürmetle ellerinden öpüyorum. Türkçe, “Anneannem de, babaannem de vefat etti. Artık nine olarak seni ziyaret edeceğim” diyorum. Arada tercüman olmadığı için çok fazla anlaşamasak da sanıyorum bu sözlerimi anlıyor.
Bu yıl Erivan’da büyük meydanlar, geniş bulvarlar, uzun caddeler büyük katliamı anmadan önceki hafta ülkede hukuksuzluğun ve yolsuzluğun müsebbibi olarak gördükleri Başbakan Serj Sarkisyan ve hükümetini devirmek için yürüdü. Başardı da… Hemen ardından ise halk insanlık tarihinin gördüğü en büyük sürgün ve katliamlardan biri olan 1915 kurbanları için sokaktaydı.
Bir asır öncesinin Talat’larının, Enver’lerinin siyasi mirasçıları ise yeni suçlar için gece gündüz mesai yapıyor. Toplumda gözlerine kestirdikleri kişi ve gruplar ötekileştiriliyor, hapse atılıyor, sürgüne zorlanıyor, her şeylerine el konuluyor. Üniversiteler, okullar, gazeteler kapatılıyor. Yöntemler ise pek değişmiyor.

Hiç yorum yok

Blogger tarafından desteklenmektedir.