Bir cemaat TSK’yı ele geçirebilir mi? | Tuncay Opçin, Kronos
TSK içinde farklı rütbelerde, cemaat kökenli isimler olduğu kimse için sır değil. Ancak NATO'nun üçüncü büyük ordusunda hiçbir cemaat, etnik ya da dini grup, parti ya da fraksiyon iddia edildiği gibi bir yapılanamaz.
Rahmetli Turgut Özal’dan dinlemiştim. I. Körfez Savaşı’nın bitiminde George Bush tarafından ABD’ye davet edilmiş ve Camp David’de ağırlanmıştı.
Savaş sırasında Türkiye, ABD’nin en önemli müttefiklerinin arasında yeralıyordu. Özal, müttefikliğin ötesinde Kuveyt’in Irak’ı işgalinden sonra, Irak lideri Saddam Hüseyin’e iyi bir ders verilmesi için ABD’yi ikna etmeye çalışıyordu ve burada da başarılı olmuştu. İşte bütün bu çalışmaların ve yakınlaşmanın sonucunu Camp David’e davet edilerek almıştı.
Ancak Turgut Özal, basına yansıyan fotoğraflarda da görüldüğü gibi hiç mutlu değildi. Bunu sorduğumda, sebebini açıkladı: Dönemin ABD Başkanı George Bush, Özal’a terfi etmesini istedikleri albay ve generallerin listesini vereceğini söylemişti. Özal, hiç beklemediği böyle bir olay karşısında şok yaşamış, daha sonra da çok güvendiği bir kişiyi arayarak, istişare etmiş, listeyi almıştı. Özal’ın 1983’ten itibaren başlayan başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı yıllarında en önemli hatırası buydu.
TEAMÜLLERİ ALT-ÜST ETTİ
Bir diğer önemli anekdot ise, yine kamuoyunun yakından bildiği bir isimle, Çevik Bir’le ilgili. Bir, 28 Şubat Dönemi’nin Güven Erkaya’yla birlikte en çok tanınan kişisiydi. Süreçte Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı’nın oluruyla Genelkurmay Karargâhı’nı adeta tek başına Çevik Bir temsil ediyordu. Ancak Bir’i, 28 Şubat’tan önce meşhur eden Birleşmiş Milletler’in Somali’deki Çok Uluslu Güç’ün komutanlığını yapmasıydı.
Tabii bu hem Türkiye için, hem de Çevik Bir için büyük bir onurdu ve terfi basamaklarını hızla çıkması anlamına geliyordu. Ancak bu tayinde oldukça tuhaf bir durum yaşanmıştı. Yurtdışı görevlendirmeler için gelen taleplerde, rütbe ve özellikler belirtilir, hangi komutanın gönderileceği Türkiye’nin inisiyatifine bırakılırdı. Bu defa öyle olmamış, korgeneral rütbesindeki Çevik Bir’i, BM isim vererek Türkiye’den istemişti. Somali Çok Uluslu Gücü’nün başarılı olup-olmaması ayrı bir konu ama bu görev Bir’e orgeneralliğe giden yolu açmıştı.
BU ÇOCUKLAR KİMİN?
Üçünçü örneğim ise Ergenekon Operasyonları’nda gözaltına alınıp tutuklanan ve emekli edilen Kadir Sağdıç’la ilgili. Sağdıç, tuğgeneral rütbesinde Harp Akademileri Komutanlığı’nda görev yapmıştı. Deniz Harp Akademisi’nin başındaydı. Her yıl yapılan kurmaylık sınavını kazananlar listesi önüne geldiğinde, yüzünü buruşturup, memnuniyetsizliğini dile getirmişti: “Bunlar bizim çocuklar değil.” Hiç kimse Kadir Sağdıç’a “bizim çocuklar”ın kim olduğunu sorma gereğini duymadı. Çünkü hepsi “bizim” kelimesinin ifade ettiği manâyı biliyordu.
Sizlere 15 Temmuz darbe girişimiyle birlikte tartışmaların göbeğine oturan “milli” ordunun durumunu özetleyen üç olay aktardım. Bir fikir vermesi açısından anlattığım üç olayın yeterli olacağını düşünüyorum. Bu bilgileri neden sizlerle paylaştığımı merak etmişsinizdir. Söyleyeyim; Ahmet Dönmez’in yazısını okuyunca, aklıma ilk olarak bu üç olay geldi.
Dönmez’in iddiasına göre Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK)’nde geniş bir “cemaat” yapılanması vardı ve bu yapılanmanın da başında, bir imam ve dört kuvvet imamı bulunuyordu. Dönmez bu imamın da, tayin ve atama yoluyla göreve başladığını iddia ediyor. Tabii, konu cemaat olunca bu tayini kimin yaptığı da hiç kimse için sır değil.
Oysa verdiğim örnekler, Dönmez’in TSK ile ilgili varsayımının izah edici olmadığını gösteriyor. Nedeni şu; NATO ittifakının üçüncü büyük ordusunda hiçbir cemaat, etnik ya da dini grup, parti ya da fraksiyon iddia edildiği gibi yapılanamaz. Çünkü bu kadar yaygın bir yapılanma gözlerden uzak gerçekleşemez. TSK’nın bütün envanteri, bütün haberleşme sistemi NATO’yla uyumludur ve burada verilecek herhangi bir açık, bütün sistemi savunmasız hale getirir. O yüzden hem Türkiye istihbaratı hem de NATO’nun askeri istihbarat elemanları TSK’nın en düşük rütbeli subayını bile araştırmadan hiçbir göreve getirmez.
TSK’DAKİ 40 YILLIK ŞEHİR EFSANESİ…
“Fethullahçı subaylar” Türkiye’nin en yaygın şehir efsanesidir ve bu efsane üzerinden çok ocak söndürülmüştür. Bu efsanenin 1980’lere kadar giden, neredeyse kırk yıla yaklaşan da bir hikayesi vardır. İlginçtir, Dönmez’in izah çerçevesi bu efsaneye ait retoriğe dayanmaktadır.
15 Temmuz sonrası süreçte bu retorik, iktidar tarafından bilinçli olarak kullanılmakta hatta mahkemelerde suçlanan kişilerin önüne konulmaktadır.
Evet, ‘Nur talebeleri’nin arasında çok sayıda asker olduğu doğrudur. Said Nursi’nin “birinci talebem” dediği Hulusi Yahyagil, albay rütbesinde bir askerdir. Binbaşı Asım Abi, Eskişehir’de çok sayıda astsubay, Isparta’da tugay komutanlığında görevli kimi subaylar Nursi’ye talebe olmuştur.
TSK içinde farklı rütbelerde cemaat kökenli ya da cemaate sempatiyle bakan isimlerin varlığı tartışmasızdır. Ancak bu kişilerin oranının, -diyelim ki- cemaat üyelerinin Türkiye nüfusuna oranından daha yüksek olduğunu öne sürebilecek verilere sahip değiliz. Ahmet Dönmez’in elinde böyle bir veri olabilir mi? Sanmıyorum.
Bu nedenle öne sürülen iddiaların birçok noktada iktidarın var gücüyle dolaşıma soktuğu retoriğe dayanıyor olması sorunludur. Ne sonuç doğuracağını ise dava dosyaları mahkemelere, istinaf mahkemelerine, sonrasında AYM ve AİHM’e gittiğinde birlikte göreceğiz.
“Bizim tuzumuz kuru” diyorsak, ona da söyleyecek hiçbir sözüm yok…
Bu Yayına Yorum Yapın