Bekir Salim: “Hizmet Hareketi’ne toz kondurmam” | Engin Sezen, The Circle


Engin Sezen, The Circle

“Dost, bağımı talan etti; hasâretten usandım.
Yaktı bu cism ü cânımı, hararetten usandım.
Ya sabır ver, ya bir çare, ey sâhibel gureba,
Bu kadar yalan, iftira, hakaretten usandım…”

diyor Bekir Salim. Bu kadar yalan, iftira, hakaretten usanmış ve terk-i diyar eylemiş, ailesiyle Amerika’da yaşıyor …
Bekir Bey’in adı, Süreç’le daha da duyuldu. Zaman’da yazdı, diger ozanlarla Babacanca atışmalar yaptı. Hükumet’i hicvetti. Basketbol yıldızı Enes Kanter’le tatlı atışmalar yaptı.
Halen zaman zaman Persicop’tan canlı yayınlar yapıyor; saz çalıyor, türkü yakıyor.  tr724’de yazıyor, şiirler söylüyor. Günlük siyasi konuları şiirle yorumluyor. Sesini duyuruyor, mücadelesini sürdürüyor.  tr724’teki yazılarını zevkle okuyorum. Orda kızıyor, sitem ediyor, meydan okuyor, kendini sigaya çekiyor. Mesela, bu yazılarından birini şimdi hapiste olan Ahmet Şık’a ayırmış. Şöyle diyor orda: “Keşke Ahmet Şıka, daha basılmayan kitabından dolayı zulmedildiğinde bir iki kelam edebilseymişim….” Bu muhasebe ne kadar önemli!
Bekir Salim evvelen ve bizzat gönül adamı, Saz ve söz ehli. Onun şiirinde zaman zaman dehr’den ( dünya halleri )ve insandan bir sitem bir  şikayet olsa da, asla umutsuzluk yok.
Adeta kendisine Üstadı Aşık Reyhani’nin şu dizelerini rehber kılmış:
“Kış gelir, yaz gelmez diye gam yeme.
Her kışın sonunda bir bahar olur…”
Ozan Salim, gelecekte de söylecek bir sözü, yakılacak bir türküsü olanlardan…Kendisini izlemeye devam…

 Bekir Salim kimdir?

On üç yaşında Reyhanî ile atışırken kendimi irticalen tanıtmamı istemişti. O günden aklımda kalanlarla ve az değişiklikle bu soruya cevap vereyim:
Tanımayan Engin Sezen dinlesin,
İsmim Bekir Sıtkı Salim’dir benim.
Otuz bir Aralık Altmış Dört, kesin,
Cüzdandaki doğum yılımdır benim.

Öyleyse ben de küçük bir mukabele yapayım, siz yine devam edin:
 Tanışalım elbette ey  üstaz Salim
70’lerin Ağustosudur doğumum
Mahlasım Kandavi, Biga mahallim
Uzatmayayım çok, budur durumum

Kışları soğuktur, budur tek zorum,
Yazları serindir, karışık durum.
Dadaşlar diyarı şirin Erzurum,
Öz be öz vatanım ilimdir benim.

Şiir yazmak dünyada tek sırdaşım,
Güreş tutmak şimdi üvey gardaşım. (Kolum kırılmıştı)
Resim yapmak en aziz arkadaşım,
Müzik tutunacak dalımdır benim.
Ortaokulda bir aşk hikâyesi… Cicili bicili kıyafetleri giyer de belki yüz bulurum düşüncesi ile subay olup yirmi iki sene postal giymek zorunda kaldığım zorlu bir kesit var hayatımda… Sonrası gene şiir, resim ve musiki…
Zaman, Yeni Hayat, tr724  gazetelerinde köşe yazarlığı… STV ve Burç FM de program yapımcılığı…
Evli, üç çocuk ve iki torun emanetçisi… Dede değil büyük baba…
İşte böyle…
Şu anda nerede yaşıyorsunuz?
2016 Şubat’ından beri yurtdışındayım. Son bir buçuk senedir Amerika’dayım. Daha önce 2010-2011 yıllarında 2 yıllık bir Amerika tecrübem olmuştu. Büyük bir resim atölyem vardı.  Şimdi aynı işi devam ettiriyorum. Bol bol resim çalışıyor, şiir yazıyor, türkülerle hasbihâl ediyorum.
 Devam eden iş projeleriniz var mı?
Evet… Proje çok, ama şu an hâlen devam eden, bidayetinden günümüze dünyaya müspet manada damgasını vurmuş “100 Önemli İnsan” projem var. Peygamberleri ve azizleri, sahabe efendilerimizi bu projeye dâhil etmedim. Bilim adamları, sanatkâr, devlet adamı, sivil toplum önderleri gibi insanlığa fayda sağlamış ilk 100 kişiyi tespite gayret ettim. Bunların yağlıboya portrelerini, fonda yaptığı işle alâkalı bir kompozisyon olacak şekilde, tamamen orijinal tasarımla yapmaya gayret ediyorum. 25’li seriler hâlinde toplam 4 ciltlik çok kaliteli bir baskıyla bir sayfada portre diğer sayfada hayat hikâyesi olacak şekilde kitaplaştırmaya da çalışıyorum. Bunları okulların müfredatlarını esas alarak hazırladım. Dolayısıyla, inşallah, bütün okulların ve kütüphanelerin koridorlarında bu resimleri ve hayat hikâyelerini göreceksiniz.
Ayrıca, bir  “Panoramik Müze” projem var ki, “İstanbul Fetih1453 Panorama” sının 9 kat büyüklüğünde olacak. Duvar resimleri ve gerçek objeler, balmumu heykeller iç içe olacak. Bunun detaylarını  çok fazla vermek istemiyorum.
Gene, Maestro Art Firmamızın bünyesinde resim atölyemizde sipariş duvar resimleri, portreler, manzara, natürmort çalışmaları devam ediyor.
Her ay kültür merkezimizde “Hikmet Meclisi” namıyla daha önce İstanbul’da yaptığımız gönül sohbetleri devam ediyor. Her ay bir yöre veya temanın türkülerini, irfanî türküleri dostlarla paylaşıyoruz.
Tr724 Gazetesinde haftalık köşem devam ediyor. “Mceu,tv”de haftalık bir âşık edebiyatı ile alâkalı programım da var…
İngilizceniz?
İngilizce’ye tâ başından beri bir türlü yakınlık duyamadım. Baudelaire’i, Victor Hugo’yu original nüshalarından okuyup, anlayıp, duygulanabilecek kadar Fransızca biliyorum. Vakıa, pratiğim çok zayıflamış ama, hâlâ bu dil sayesinde (kelimelerde ufak tefek telâfuz değişikliği yaparak İngilizce’ye uyarlayıp) derdimi Amerikalılara anlatabiliyorum. Çok ortak kelime var… Ama hedefim İngilizce’yi meddahlık yapabilecek seviyede öğrenmek… Eğer bu insanlarla muhabbet köprüsü kurmak istiyorsak başka yolu yok…
Bir dilci olarak, İngilizce’yi “meddahlık yapabilecek düzeyde öğreneceğiniz” günü çok görmek isterim. O hale geldiğinizde espri anlayışınızın ve mizahınızın da epey etkileneceğini şimdiden söyleyebilirim.
Amerikalıları, olmayan İngilizcemle bile çok kere tebessüm ettirdim. Ben bazen satranç mantığıyla espriler yapıyorum; anlıyorlar… Zeki insanlar…J)
 Çok rahat bir “mevzun ve mukaffa” söz söyleme beceriniz var. İrticaliniz kuvvetli.  Şiirle ne zamandır meşk halindesiniz?
Altı yaşımdan beri şiir, musiki ve resimle iç içeyim. Altı yaşında, ilkokul birinci sınıfta TRT çocuk korosuna seçilmiştim. Aynı yıl okulun duvarlarında asılı olan Türk Büyüklerinin resimleri ve hayat hikâyelerinden etkilenerek resim yapmaya başladım. İlk yaptığım resim sanayi tipi yağlıboyalarla Yavuz Sultan Selim’in portresidir.
İşte o yıllarda babam beni “Âşıklar Bayramı”na götürmüştü. Reyhanî, Çobanoğlu, İlhami Demir, Mevlüt İhsanî gibi çok büyük âşıklar görmüş, çok etkilenmiştim. O yaşımdan beri Erzurum’da olan hiç bir Âşıklar Bayramını kaçırmadım desem yalan olmaz. Bir de Âşıklar Kahvehanesi vardı ki, sadece geceleri program yapılsa da ben gündüzleri de oradan pek ayrılamazdım. Yukarıda bahsettiğim Reyhaî ile ilk atışmam on üç yaşımda iken Gölbaşı semtindeki bu kahvehanede oldu. Hikâyesi pek ilginçtir. Köşemde hepsini yazarım bir gün inşaallah… Kaderin cilvesi, Üstad olarak gördüğüm bu âşıklara yıllar sonra Konya Âşıklar Bayramında yedi sene üst üste jüri üyesi olarak puan verme şerefini yaşadım.
Müthiş. Peki şiir vadisindeki  üstadlarınız?
Tanımadığım şair kalmadı… Zira şiir toplantılarında çoğu zaman beraber olurduk. Her ayın ilk Pazar günü Ankara’da Fasıl Restaurant’da, üçüncü Pazar günü de İstanbul Pera Palas Otelinde şiir meşk ederdik. Feyzi Halıcı ile Gültekin Samanoğlu yönetirdi toplantıları… Çok anılarım var… Rahmetli Bekir Sıtkı Erdoğan, İlhan Berk, Fâzıl Hüsnü Dağlarca, Tahir Kutsi Makal, Cahit Külebi, Halil Soyuer, Cemal Safî, Cevdet Aslangül, Hasan Hüseyin Yurdabak, Abdullah Satoğlu, Rasim Köroğlu, Talat Halman, Yılmaz Karakoyunlu ve daha kimler kimler… Âşıklardan Murat Çobanoğlu, Şeref Taşlıova müdavimlerdendi…
Ama ben şiiri âşıklar kahvehanesinde âşıklardan öğrendim.
Özellikle eski âşıklardan Sümmanî, Şenlik Baba, Zülâlî, Müdamî, Nihanî sürekli gönül dünyamda meşk ettiğim üstadlardır…
OkuduklarınızTürk edebiyatından sevdiğiniz şairler?
Fuzûlî, Nâbî, Bâkî gibi büyük şairleri söylemeye gerek yok sanırım. Ama benim hiciv vadisindeki üstadım şüphesiz Şair Eşref… Nef’i de gönlümde yeri çok olan bir hemşehrim… (Anne tarafından akrabam olduğunu söyleyenler de var…) Neyzen Tevfik apayrı bir dünya… Gönül dünyamdaki en büyük şairlerden biri Alvarlı Muhammet Lütfî Hazretleridir. Sizin, şiirini farklı bir bakışla bir yazınızda ele aldığınız Hocaefendi, acizane, benim nezrimde gönül dünyalarını rengârenk boyayan ulaşılmaz bir şairdir. (Sizin o yazınıza, fikirlerinize sonsuz saygı duymakla birlikte,  bir karşılık verecektim ama bu kadar derdin arasında uygun görmedim.) Mehmet Âkif “Safahat”ının mukaddimesinde kendini şair kabul etmese de samimiyetinin ve coşkusunun bile tek başına benim gönlüme en aziz şiirler gibi  tesir ettiğini söylemeliyim… Necip Fâzıl’ın 20-35 yaş arası şiirlerini pek severim. Bahtiyar  Vahapzâde mest olduğum bir üstad… Ahmet Haşim, Yahya Kemâl, Ahmet Kutsi Tecer, Halil Karabulut, Cevdet Aslangül, Rasim Köroğlu sevdiğim şairler… Ama ben âşıkların şiirlerini hep daha kıymetdâr bulmuşumdur. Belki mübağalalı gelecek ama bazen bir  mani bile bir kütüphane dolusu şiirden daha muhteviyatlı ve lezzetli geliyor bana:
Dağlar Yeşil Boyandı
Kim Yattı Kim Uyandı
Kalbime Ateş Düştü
İçinde Yar Da Yandı
Su Serptim Ateş Sönsün
Serptiğim Su Da Yandı
Türk şiirinde favoriniz bir kaç mısra var mı?
Gene bir mani… Cinaslı… Alvarlı Efe Hz. lerinden:
“Âşık der inci den den,
İncinme icidenden.
Kemâlde noksan imiş,
İncinen incidenden…”
Erzurum şivesi… İncitenden demiyor, incidenden diyor… Kaç kütüphane lâzım ki, bu maniye denk düşsün?
Yayımlanmış eserleriniz de var. Yine bu süreçte de epey hiciv şiirler söylediniz, yazdınız. Onları mesela kitaplaştırabilirsiniz. Zira ki siz şairlerin böyle bir dönemde mesuliyet ve vazifeleri büyük.
“Taş Üstünde Taş” isimli basılmış iki şiir kitabım var. Dört âşığı incelediğim dört biyografi kitabı (Reyhanî, İhsanî, Sümmanî, İlhami Demir)  yayıma hazır vaziyette idi… Bir de, Rahmetli Şair Halil Soyuer’in Ankara Güzelyurt Lokantasında haftanın üç günü gönül dostlarını toplayıp şiir meşk ettiği, hâlen boş duran ve üzerinde bir plaket olan masası vardı. O masaya mebuslar, bakanlar bile üç dört ay öncesinden randevu alarak oturabilirlerdi. Ben bir tür vakanüvis olduğum için bana serbestti. Oradaki anılarımı yazdığım “Halil Ağa Sofrası” kitabı var. Ama yayınlayamadım.  Bu yayınlanmamış beş kitap şimdi Türkiye’de bilmiyorum ki hangi depoda hangi kolinin içinde… Dijital olarak da hazırlamıştım ama her şey tarumar oldu; bulamadım. Sorun değil, hepsi aklımda, bir vakit ayırabilsem Allah’ın izniyle toparlayabilirim. Ayrıca, Burç FM de yaptığımız altı yüzden fazla atışma, STV de yayınlanan yüz elliye yakın atışma, Zaman, Yeni Hayat ve Tr724 de yazdığım iki yüzden fazla köşe yazısı (ki, büyük bölümü şiir ve atışmalardan oluşuyor) hesabıma göre sekiz kitap olabiliyor. Allah fırsat lütfederse…
Sanatçı kişiliğiniz, yukarıda da kısaca söz ettiğiniz gibi, size sanatın diğer şubeleriyle de temas kurma imkanları sunmuş. Bu durum tarzınızda, söyleyişinizde de farkediliyor. Bize nasıl bir kültürel çevrede yetiştiğinizden de söz etseniz?
Bu Allah’ın bir lütfu… Zaten, sanatkâr olunca tam olunuyor, ama bir veya iki dalda temayüz edebiliyorsunuz… Tanıdığım bütün gerçek sanatçılar hem şair hem ressam hem musıkişinas… Ailemde sanatla iştigal eden kimse yoktu. Rahmetli annemin okur yazar olmamasına rağmen bir söz ustası olduğunu söyleyebilirim. Sesi de pek güzeldi… Arada bir yemek yaparken sazlanırdı:
“Kara tren gelmez m’ola,
Düdüğünü çalmaz m’ola…”

Biraz da siyaset. Amerika’dan Türkiye nasıl görünüyor?
Çok karanlık… Yurt dışında pasaport memurlarının karşısında bizi yere baktıranlar, boynumuzu büktürenler  utansın… Eskiden bir kale komutanı gibi savunduğum ve övündüğüm bütün değerleri altüst ettiler…
 
Sizce Hizmet nedir?
Hizmet Allah’ın “Asr Süresi”nde buyurduklarını yerine getirmektir. Hizmet güzel ahlâklı olmaktır. Hizmet, insanları, bütün canlıları, cansızları sevmektir.
 Hizmet’in, Süreç’te hataları oldu mu? Olduysa, neler?
Min gayri haddin…
Beş kişilk bir ailenin güya reisiyim. Bazen akşamları, “hadi bir film seyredelim, ingilizcemize faydası olur” diyorum da, tam iki saat hangi filmi seyredeceğimize bir türlü karar veremiyoruz. Biri diyor romantik film olsun, öbürü macera filmi… Herkes farklı telden çalıyor ve seyredemeden uykumuz geliyor, yatıyoruz.
Bir tebessümü ile yüz binlerce insanı, her şeyini geride bırakarak en sıkıntılı ülkelerde yaşamaya ikna eden bir zâtta ve onun güzel arkadaşlarında hata arama vazifesini keşke beş kişiyi yönlendirmekten aciz olan birine, yani benim gibi yeteneksiz, pürkusur birine vermeseydiniz.
Soru şöyle olsa bir cevap vermeye çalışırdım:
Hizmet’i temsil eden insanların bu süreçte hatası olmuş mudur?
Elbette olmuştur. Hepimiz insanız. Yani hatadan kusurdan beri değiliz. Altmış yıldır binlerce faaliyetin gerçekleştirildiği bir “Hareket”ten bahsediyoruz. Hiç hata yapılmamıştır demek kadar büyük bir hata mı olur! Ama, şunu da rahatlıkla söyleyebilirim ki, bu kadar büyük bir oluşum içinde bilerek, kasden hata yapan kişi sayısı bir elin parmaklarını geçmiyor. Her dönemde olmuş bu… Ben, ihanet hariç, bütün hataların Allah’ın “Settar, Gaffar, Rahman ve Rahim” isimleriyle karşılaşacağını ümit ediyorum. Bu vesileyle söyleyeyim; “abiler şöyle yaptı, abiler böyle yaptı” gibi vefa hissinden uzak eleştirileri de üzülerek takip ediyorum. O abiler o kadar kötüyse bu güzel oluşum nasıl oldu da iki yüz ülkede gönüllerde taht kurdu?
Üstadım, Hizmet derken elbette “mecaz-ı mürsel” yapıyorum. Burda, bir idealden değil, o ideali temsil makamında olanları, kişileri, kurumları” kastediyorum. Ama, gördüğüm kadarıyla Hizmet’e toz kondurmuyorsunuz.  Asayiş ber-kemal diyorsunuz yani?
Hizmet’e elbette toz kondurmam. Bu hizmet Efendimizden(SAV) bize mirastır. O günden bugüne yüzbinlerce insanın üzerinde emeği var,  hakkı var. Birilerinin algı başarısıyla melekler şeytan gibi gösteriliyor ve insanların kafası karışıyorsa, elde hiç bir delil olmaksızın ileri geri konuşuluyorsa bu emek  ve hak sahiplerine karşı büyük bir saygısızlıktır.
Asayiş ber-kemâl mi?
Bir soruyla cevap vereyim:
Dünya rahat diyarı mı? Yani, imtihanda mı olamayalım? Ayet-i Kerime ne buyuruyor (Bakara 214):
“Yoksa siz, sizden önce gelip geçenlerin başına gelenler, sizin başınıza gelmeden cennete girivereceğinizi mi sandınız?”
Ben hep dua ediyorum; Allah’ım, ne olur imtihanımızı kolay eyle…
 Hizmet’in istikbalini nasıl görüyorsunuz?
Hizmet’in sahibi Allah’tır. Bize düşen O’nun emirlerini yerine getirmektir. Ben, inşaallah, insanların birbirini çok sevdiği, herkesin bencillikten uzak îsâr ruhuyla yaşadığı, “cennete girmek mevzuu bahs olsa, önden siz buyrun” diye başkalarına öncelik vereceği günlerin çok uzakta olmadığını düşünüyorum. Bunun için çalışıyorum ve dua ediyorum.
Memleket hasreti?
Ortada hasret duyulacak bir şey bırakmadılar… Bütün dünya bizim köyümüz, memleketimiz… Her yerde Allah var… Gerisi boş…
Kırgınlıklarınız?
Hiç bir kırgınlığım yok. İmtihan dünyası… “Cennet o kadar ucuz değil, cehennem dahi lüzumsuz değil…” Herkes kendi karakterinin gereğini sergiliyor. Allah bizi doğru yoldan, rızasından  ayırmasın.
 İstikbale matuf genel düsünceleriniz?
Çalışmak, çalışmak, çalışmak ve insanların hem dünyaları hem ahretlerini kazanmaları yolunda kaabiliyetlerim ve imkânlarım ölçüsünde faydalı olmak… Son nefesimi tertemiz verebilmek… Dünyadan başka bir beklentim yok.
 Şuaranın çok sevdiği bir sual edelim: “Gurbet”nedir?
Bire bir mısraları hatırlamıyorum; şair gurbeti anlatırken diyor ya:
“Memlekette yüzüne bakmadıklarım,
Burada buram buram tütüyor burnumda…”
Ben gurbet hissi yaşamıyorum desem inanın…
Oğlumun düğününde olamadım. Telefondan izledim. Bana en çok ihtiyaç duyduğu bir gündü… Öz ağabeyim rahmetli oldu, cenazesine gidemedim. Sadece ağabeyim değil, çocukluk arkadaşımdı aynı zamanda… Bütün bunlara üzülmeye fırsat bile bulamadım. Ülkemde zulüm altında inim inim inleyen insanlar, Meriç’te kaybolanlar varken…
Dünya zaten bir gurbet  Engin Kardeş… Alvarlı Efe Hz.lerinden bir beyitle bitirelim mi?
 “Hazer kıl kırma kalbin kimsenin canını incitme,
Esir-i gurbet-i nalân olan insanı incitme…”
Blogger tarafından desteklenmektedir.