ERDOĞAN, ABD’DEN İSTEDİĞİ ‘İLGİYİ’ ALDI | İskender Derviş


HABER-YORUM | İSKENDER DERVİŞ
Önceki gün Amerikalı Türkiye analisti Nick Danforth, ilginç bir yazı yayınladı. Türkiye’nin Batı’dan koptuğunu fakat Doğu’ya dönmek yerine kendi yolunda gittiğini belirtiyordu Danforth. Yani Türkiye aslında ABD’nin yerine Rusya’yı koymuyor. İran ya da bir başka Ortadoğu aktörüyle de ‘ittifak’ hâlinde değil. Tıpkı bir zamanların moda diskurunda ifade edildiği gibi ‘değerli yalnızlık’ yaşıyor.
ŞIMARIK DIŞ POLİTİKA
Elbette bunun Türkiye açısından ne kadar ‘değerli’ olduğu tartışılır. Bir yandan en çok ticaret yaptığı Almanya, Hollanda ya da ABD gibi ülkelerle bir çeşit gerilim siyaseti güdülürken, diğer yandan ‘müttefik’ gibi davranılan Rusya ya da İran’la gelgitli, güvensizlik üzerine bir dış politika tercih ediliyor. Haliyle Türkiye, dengesiz, belirsiz bir aktör olabilmenin – şimdilik – keyfini sürüyor. Canı dikkat çekmek istediğinde Suriye’nin kuzeyindeki bir hedefi gözüne kestirip çomak sokuyor.
Bu ‘şımarıklığın’ var olabilmesinin tek yolu, içeride ‘tek adam’ idaresiydi. Aksi hâlde bu türlü bir dış politika, iç dengeleri sarsabilirdi. Bu kadar kolay ‘kahramanlık hikâyeleri’ anlatamayabilirdiniz. Sıkı bir muhalefet, sizin yaptığınız sınırötesi harekatlardaki bir yığın absürtlüğü gözler önüne serer, halktaki güveninizi kaybederdiniz.
EĞİT-DONAT DÖNEMİNİ HATIRLAYIN
Türkiye’nin bölgedeki dış politikasına ‘şımarıklık’ deme sebebim belli: Bir yere varmayan fakat yüksek sesli bir ‘dikkat çekme’ çabası. Erdoğan’ın Afrin Operasyonu ile amaçladıklarından birisi gerçekleşti sözgelimi. ABD’nin dikkati şu anda Türkiye’de. Trump’ın dış politikasını yürüttüğü bilinen iki general Mattis ve McMaster’ın yanı sıra ABD Dışişleri Bakanı Rex Tillerson da, Ankara ile temasa geçti. Ortak mesaj şu: Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alacağız.
Peki bu, ABD’nin PYD’ye destek vermekten vazgeçmesi anlamına geliyor mu? Hayır. Çünkü Obama’nın son dönemlerinde, Türkiye’nin çabalarıyla başlatılan ‘eğit-donat’ hamlesini ve ÖSO’yla birlikte IŞİD’e karşı mücadele etme stratejisini hatırlarsanız, neden ABD’nin artık Türkiye ya da ÖSO’yla çalışmak istemediğini kolaylıkla anlayabilirsiniz.
‘Eğit-donat’ bölgedeki en başarısız ve skandal askerî hamle olarak tarihe geçti. PYD ağırlıklı Suriye Demokratik Güçleri ise IŞİD’le sahada en etkili şekilde mücadele eden askerî birlik olarak öne çıktı. IŞİD’i ABD’nin kurdurduğu yönündeki iddiaların aksine, IŞİD’in varlığı Rusya ve Suriye rejimi için bir nimet hâline gelmişti çünkü bizatihi IŞİD, Suriye’deki ‘silahlı muhalefetin’ ne kadar ‘uzak durulması gereken’ bir zihniyete sahip olduğunu gösterdi. Eğit-donat birliklerindeki ÖSO askerlerinin IŞİD’le mücadele ediyor görünürken, ABD’den ya da Türkiye’den gelen silahları IŞİD’lilere sattığına dair haberler bile çıkmıştı.
SAHADA KAZANIP MASADA BIRAKMAK
Şimdi bu ortamda Türkiye, Afrin Operasyonu’nu hem PKK’ya, hem PYD’ye hem de IŞİD’e karşı yaptığını söylemesi elbette hedef şaşırtmaca. Ancak bu, asıl maksadının PYD olduğunu da göstermiyor. Kimse neler olduğunu anlamamışken bir anda, ‘Harekatımız başarıya ulaşmıştır, bitiriyoruz’ diye çekilecek olsa mesela, TV’lerde Kuzey Suriye’yi komple Türkiye’ye bağlayan analistler ne anlatacak merak ediyorum.
Çünkü başta da dediğim gibi Türkiye dış politikasının uzun vadeli planları yok. Gerektiğinde ‘dikkat çekiyor’. ABD ve Rusya arasındaki gerilimden nemalanıyor. Sahada kazandıklarını masada iade ederek ama masadaki iadeleri hiçbir şekilde medyada malzeme etmeden, iç politikada kahramanlık hikâyeleri anlattırıyor.
ABDÜLHAMİT DÖNEMİ DIŞ POLİTİKASI
Erdoğan’ın haklı olduğu bir konu var: Merhum II. Abdülhamit’in dış politikası da böyleydi. Bir yığın toprak kaybetmişliği vardır fakat propagandacıları bundan bahsetmezler. Yahudilerle Filistin pazarlığı yapmıştır ama sorsanız, ‘Filistin’i satmamakla’ meşhurdur. Yine Abdülhamit dönemi devletin modernize edildiği, merkezileştirildiği, seküler eğitimin yaygınlaştırıldığı bir dönemdir fakat sanki Abdülhamit ‘daha önce laik bir yönetime sahip’ Osmanlı’yı İslamlaştırmış gibi davranılır. Abdülhamit, İngiltere ile Rusya arasındaki bir çeşit ‘Soğuk Savaş’ı kullanmış ve kendince ‘denge politikası’ dediği bir diyalog inşa etmiştir. Fakat bu, Osmanlı’nın daha istikrarlı ve kendi kendine yetebilen bir ülke olmasına hizmet etmemiştir.
Ki zaten sorun da bu. Liderlik insanları gaza getirip mobilize etme sanatı değil. Bilakis tarihte ‘büyük işler başarmış’ görkemli liderlerden sonra genelde kaos dönemleri başlamıştır. Çünkü o illüzyonun yerini kimse dolduramaz. En istikrarlı siyaset, bu sebeple, iktidarın paylaşıldığı, herkesin söz söyleyebildiği ve adem-i merkeziyetçi olandır.
Türkiye’nin bugün Afrin Operasyonu’nu ‘başarıyla’ tamamlaması, hatta Münbiç’e girip PYD’yi oradan da çıkarması, bu istikrarsızlığa bir yarar sağlamayacak bu sebeple. Sadece daha da karmaşıklaştıracak. Erdoğan sonrasının belirsizliğini arttıracak.
Blogger tarafından desteklenmektedir.