Arkadaş ıslıkları | Can Bahadır Yüce

Dönüp bakınca, iyi arkadaşlar seçtiğime seviniyorum... 
Bazı arkadaşlıklardansa geriye derin bir sızı kalıyor.

Geçenlerde bir arkadaşım iyice yıpranmış, buruşuk bir kâğıt kesiğinin fotoğrafını gönderdi. Bir dergiden koparıp sakladığı şiirimi neredeyse yirmi yıldır cüzdanında taşıyormuş: “Her aklıma geldiğinde bakıp ona hasret gideriyorum. Bugün yine baktım…”

Bir öyküde, bir romanda ‘gereksiz duygusallık’ diye burun kıvrılabilecek bu sahne, zamana dayanıklı dostlukların salt mantık üzerine kurulmadığını, duyguya da yaslandığını gösteriyor. (Böyle durumlarda soğukkanlı görünmeye çalışsam da, benim de arkadaşımı çok özlediğimi söylememe gerek var mı?)
Oysa Aristoteles arkadaşlığı bir düşünce problemi olarak ortaya koymuştu. Filozofa göre üç gerekçeyle dostluklar kurarız: Fayda, erdem yahut zevk. Aristoteles hiç kimsenin –dünyadaki bütün güzelliklere sahip olsa bile– arkadaşsız yaşamak istemeyeceğini söyler. Onun philiakavramı çevresinde irdelediği arkadaşlık, modern felsefenin ilgisini pek çekmemiş. Arkadaşsız, mutlak yalnızlığı insan için en büyük ceza sayan Hume gibi konuya değinmiş filozoflar elbette var ama bir ‘arkadaşlık felsefesi’ yok.
Şefkatin aşktan üstün olduğunu (Sekizinci Mektup) biliyoruz—ya arkadaşlık? Tomris Uyar, bitmeyen tek aşkın gerçek ve lirik bir dostluk olduğunu söylemişti Edip Cansever’i anarken. Öyle bir dostluğun bitmemesi içinse çaba gerekiyor. Aynı şairin bir dizesini değiştirerek söylersem, dostluklar da bakım istiyor.
Arkadaşlık, bütün ilişkiler gibi, zorluklarla sınanır. Belki bu yüzden, en sıkı dostluklar yatılı okulda başlayanlardır. Yalnızlığı ilk kez tattığınız yaşta aynı ranzayı paylaşmış, birbirinizin ayakkabısını bağlamış, söküğünü dikmiş, yatağını yapmışsınızdır (şimdi nerelerdesin T.?). Gerçek yatılı okul arkadaşlıkları rastlantının ve zorunluluğun ötesinde, bir ruh akrabalığıdır: Cahit Sıtkı ile Ziya Osman’ın Galatasaray’da filizlenen dostluğuna imrenmeyen var mı?
Uzun zaman sonra ilk karşılaşmanızda, daha dün vedalaşmış gibi, yadırgamadığınız kişidir gerçek arkadaş. Sanki yıllar önce yarım bırakılmış bir cümleyi yanında duraksamadan tamamladığınız sırdaştır. Kim olduğumuzu biraz da arkadaşlarımız belirler. Bir kadını ya da erkeği değil bir ‘hayat arkadaşı’ seçeriz.
Dostluğu kutsal gören Emerson, arkadaşlar sayesinde göğün genişlediğini söyler bir şiirinde. Gelgelelim edebiyatta asıl konusu arkadaşlık olan yapıt bulmak zor. (Belki Panait Istrati’nin Arkadaş’ını ayırmak gerek.) İçinde arkadaşlık geçen çok roman var ama sadece tamamlayıcı bir öğe olarak. Don Quijote ile Sanço Panza’nın, Sherlock Holmes ile Dr. Watson’ın, Kürk Mantolu Madonna’daki anlatıcı ile Raif Efendi’nin arkadaşlıkları romanların asıl konusu değildir.
Dostluk hakkında en çok bilinen metin Montaigne’in imzasını taşır. “Dostluk Üzerine” başlıklı deneme dostluğun sınırlarını belirleme çabasının yanı sıra bir tür felsefi soruşturmadır. İki insanın neden ve nasıl arkadaş olabildiğini sorgular Montaigne. Yanıtı unutulmazdır: “Onu niçin sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak şöyle anlatabilirim sanıyorum: Çünkü o, o idi; ben de bendim.” Montaigne’in “o” diye söz ettiği Étienne de la Boétie, yazarın en iyi dostuydu. Bu dostluk Montaigne’in hayatını öyle derinden etkiledi ki kimi edebiyat tarihçilerine göre Denemeler’in yazılış nedeniydi: Arkadaşının ölümünden sonra sohbetlerinin boşluğunu doldurmak için Montaigne deneme adını verdiği metinler yazmaya başlamıştı.
Gerçek dostluğun açıklaması belki de yoktur: O, odur; siz, sizsinizdir. Bir insana ilk görüşte kanınız kaynadığında, çareyi ruhların önceden tanıştığını kabullenmekte bulursunuz.
Sıra dışı arkadaşlıkları açıklamanın başka yolu da görünmüyor. Örneğin, A.J. Ayer ile E.E. Cummings’in dostluğu başka nasıl anlaşılabilir? Mantıkçı pozitivizmin öncüsüyle Cummings gibi uçlardaki bir şairin, üstelik aralarındaki yaş farkına rağmen, içten dostluğunu –mektuplarında– okuyunca çok şaşırmıştım.
Çok defa bir arkadaş değil bir yaşam çizgisi seçeriz. Dönüp bakınca, iyi arkadaşlar seçtiğime seviniyorum—zoru görünce mızmızlık etmeyen, dünya çıkarına gönül indirmeyen, ayağı takılıp düştüğünde üstünü şöyle bir silkeleyip yoluna devam eden arkadaşlar…
İlkgençlikte arkadaşlığın bir işareti de birimize tehlikeyi haber vermek için ıslık çalmaktı. (Orhan Kemal güçlü romancı sezişiyle “arkadaş ıslıkları”nı kitap adı yapmıştı. Gerçek bir dost da iki yıl önce çevresindekilere moral vermek için “Arkadaş Islıkları” diye bir yazı kaleme aldı.) Yerinde, arkadaş ıslıkları dünyanın en güzel müziğidir.
Dünyanın gürültüsü arkadaş ıslıklarının sesini bastırıyor. Ama ben hâlâ, umutsuzluk anlarında, o ıslıkları duyuyorum.
Bu yazı yazıldıktan sonra bir felaket haberi geldi: Ülkeyi terk etmeye çalışan Abdurrezak ailesinin botu Meriç Nehri’nde alabora olmuş. Anne Ayşe Abdurrezzak’ın ve küçük oğulları Halil Münir ile Abdülkadir Enes’in cesedine ulaşılmış. Baba Uğur Abdurrezak bir dönem ev arkadaşımdı. Bazı arkadaşlıklardan geriye derin, dinmez bir sızı kalıyor.
Blogger tarafından desteklenmektedir.